Yaşattırmak için yaşamak muazzam bir mirastır bizlere kalan. Bu mirasla tüm bilimleri yeniden ele alma, ölümcül bilgi yaratan alanlardan çıkarma yüzyılıdır diyoruz
Dilan Yıldız
İnsanlık, toplumsallık varlığını koruma, devam ettirme ve anlam katma amacıyla sürekli üretim halinde olmuştur. Bu oluşumun temel öğesi bilgi yapılanmaları olarak şekillenmektedir. Bilgi, ilk toplumlar için yaşamın sürekliliğini sağlayan ve kolaylaştırandı. Ve bu bilme halinin kurumsallaşması bilimi oluşturdu.
Kültür yaratıcı kadınlar ve halklar binlerce yıl önce bilimi geliştirmeye başladılar. Taşı oyup alet yaptılar, toprağı işleyip çömlek yapmayı öğrendiler, demiri keşfedip iğneyi icat ettiler. Muazzam bir gözlemle yaratmayı öğrendiler. En büyük amaçları yaratırken yaşatmak, devam ettirmekti. Binlerce yıllık emekle bilimin bu seviyeye gelmesine zemin hazırladılar. O ilk mucitler toplumlarının yaşamını daha kolaylaştırmak için canlarını toplumlarına feda ettiler. Yaratılan, üretilen her şey kutsaldı çünkü var olmaya hizmet ediyordu. İşte tam da bu yüzden yaratanlar kutsallaştırıldı.
Kutsal tanrıçalardan despot hegemonya kültürüne kadar devam eden süreç binlerce yıl sürdü. Bireyin kendini toplumuyla ifade ettiği zamanlardan, parçalanmış birey ve parçalanmış toplum süreçlerine geçiş tabi ki acısız olmadı. Toplumsal yaşama anlam katan bilgi yapılanmalarından, iktidarın yarattığı bilgiyle başta kadınlar, halklar ve bir bütünen özgür yaşamı savunan toplumlar kıyımlardan geçirildi. Hegemonik güçler kendilerini zora dayalı yaşattırdı. Kendilerine kılıflar bulup bugüne kadar taşıdılar. Kimi zaman doğal toplumu kendi içinde yaşattıran halklara barbar dediler, özgür bir yaşam için mücadele edenlere ise terörist… Kimi zaman ilkel varlık dediler ve kıyımlardan geçirildiler. Ve günümüzde de bu kıyımlar hala devam ediyor.
“Pozitif bilimlerin üretimleri toplum çıkarlarına sunulsa dünyayı cennete çevirecek potansiyeldeyken dünyayı cehenneme çevirmektedir.’’ Pozitivist bilimin toplum bilimden kopuşunun sonuçlarını çıplak şeklini yaşıyoruz. İktidar aygıtları var oldukları günden itibaren bilime kendi ideolojilerine göre yön verdiler. Bilim topluma hizmet etmekten çıkıp kadim ulusları ve doğayı yok etmek için bir silaha dönüştürüldü. Taşı yontan halklar demiri işleyen ulus devletlerin hedefi oldular. Bilimcilik dediğimiz olgu tam da buna tekabül etmektedir. Bilimcilik bir bütün olma zorunluluğunu es geçmiş hegemonik güçler tarafından paramparça edilmiştir. ‘Bütün olmak var olmaktır’ felsefesinden uzaklaşmış ve yıkım tanrısı niteliğine gelmiştir. Krizler yaratarak insanlık üzerinde bir yönetim kanalı oluşturmuştur. Cinsiyetçilik, faşizm, militarizm gibi uzayıp giden ataerkil yaratımların içinde her zaman bilimcilik rol oynamıştır. Kadın ulusuna vurulan her darbenin her katliamın içinde pozitivizm vardır.
Neolitiğin taşıyıcısı olan halklar ve kadınlar bilimciliğin utanç buluşu olan kimyasal silahların hedefinde. Dara’dan başlayıp Halepçeye, Heftanine, Zagroslara, Rojhilata, Hiroşimaya, Nagazakiye kadar tüm saldırıların içinde pozitivizmin, toplum ve doğadan kopukluğunun somut şeklini görüyoruz. Kadın aklından uzak alanların ürettiği bilgi sadece yok etmeye odaklanmış bilimcilikle kimyasal silahlar üretiliyor. Bu silahlarla tarih, doğa ve kadim kültürler tamamıyla silinmek, yok edilmek isteniyor. İktidarın yarattığı bilgi yapılanması yaşamı hedef alıyor.
Dara antik kentine yüzlerce yıl önce saldırılar düzenlenir. Fakat düşüremeyeceklerini anladıklarında nehirler zehirlenir, surlar kimyasallarla paramparça edilir. Yine aynı akıldan beslenen vahşi ulus devlet akılları 1988’de Halepçe’de binlerce insanın, bitkinin, toprağın, kuşların, yılanların, karıncaların canını, bilgi meyvesi olarak simgeleşen elmanın kokusuyla söküp aldı. Kürtlere yapılan ne ilk ne de son soykırımdı bu.
2. doğa hükmünü sürdürürken egemenler dışında kalan herkes yok olmakla yüz yüze kalmış durumda. 3. doğa özlemiyle inşacı olan özgürlük savaşçıları da yine günümüz krizi olan bilimciliğin despot sopasının yok edileni oluyorlar. Çünkü başka bir yaşamın olabilirliğinin resmidir onlar. Zagroslar’da atan anatanrıça damarlarını tıkamak için zehirli gazlarla saldırdılar. Beyin nöronlarıyla oynadılar. Çünkü ulus devletin en büyük korkusuydu o beyinler.
Özgür yaşam özlemiyle Rojhilat’da başlatılan JİN JİYAN AZADİ felsefesi eylemlerine sıkılan kimyasal gazlar kadın iradesini kıramadıkları için devreye girmiştir. Çünkü eylemi bastırma gibi bir şansları kalmamıştır. Silah kullanarak birçok devrimciyi katleden faşist erkek egemenlikli devlet aklı, bununla sınırlı kalmayıp kimyasal kullanmaya başladı. Kendilerini yaşatmak için karşısında duran herkesi her şeyi ezip geçmeyi kendilerine mubah kıldılar. Esasında kimyasal silah kullanımı kısa vadeli bir başarı elde etmek için kullanılmaz. Zihniyet oluşumunu hedef almaktır temel amaç. Yok etmek istediği kadınların halkların kültürü, toprağı, soluduğu hava kısaca yaşamı ile bağlantılı olan her hücredir. Özgür eşit ve ekolojik yaşam zihniyetidir onları korkutan. Bir daha yaşama dair hiçbir şeyin yeşermemesi hedeftir. Peki Dünyaya yayılmış bir devrim sürecini bitirmek kolay mıdır? Her şeyi yazmaya başlasak ne kâğıt yeter ne de yürek. Ama hep var olma savaşı vermek muazzam bir kültür olsa gerek. Bu sebeple acılarımız öfkemize dönüşür, öfkemiz estetik bir devrim kültürü yaratır.
Esas olan etik bir bilim yaratma zorunluluğudur. Bilimin yaşamla bağını, bilginin vicdanla, ahlakla ilişkisini etik ve estetik bağlarını geliştirmektir. Bu yüzden tersyüz edilmiş her bilime yeniden etik estetik değerler kazandırmak birincil ve kutsal görevlerimizdendir. Jineolojî ile yaşamın her zerresine dokunmak en büyük kadın devrimidir. Yaşattırmak için yaşamak muazzam bir mirastır bizlere kalan. Bu mirasla tüm bilimleri yeniden ele alma, ölümcül bilgi yaratan alanlardan çıkarma yüzyılıdır diyoruz. Bu yüzyıl kapitalist ulus devlet aklının kendisinin ve tüm yaratımlarının yok olacağı devrim yüzyılı olacaktır.