Bizim gazete baskı saatinden sonra “top patlasa” sayfaları devirip, yeni baskı yapamaz. O nedenle de yazarlarımız da “patlayan top” hakkında sıcağı sıcağına eski yazıyı silip, yeni yazı yazamaz.
İyi de üst üste istediği kadar baskı yapan medyanın “köşe yazarları” neden şu “gizli toplantıdan” sızan görüntü hakkında “yeni yazılar” yazmaz?
Bu konuda benim taradığım kadarıyla “tek bir yazı” bile yok.
Benim umduğum bu “yeni yazılarda”, “Reis bu kadarı da olmaz” demeleri değil. “Ses montaj, resim foto montaj, görüntü video montaj” filan demeleri.
Demediler. Sustular. Çünkü “suçüstü” hali var. Yapacakları sessizce geçiştirmek. Ama sosyal medya tutuşmuş. “HDP’yi baraj altı bırakmak için seçmenleri saptayın, onların üzerinde FARKLI çalışın, markaja alın; sandık kurullarına hakim olun, seçimi başlamadan bitirin” talimatı milyonlara ulaştı bile.
Şey… Şu “markaj” sözcüğü okura “masum” gelebilir. Malum, futbolda markaj “rakip topçunun gol atmasını önlemek” için meşru bir yöntemdir. Ama siyasette, “markaj” bu kelimenin gerçek anlamında yalnızca şu anlama gelir: “HDP seçmeninin oy kullanmasını önleyin.”
Çünkü “markaj” yalnızca bir topçu terimi değil. Anlamı “önlemek”tir.
“İşi seçimden önce bitirmek” ne demektir?
“Seçime darbe yapmak” demektir.
Biliyorum, okur, “bu lafları kim etti, niye yazmadın” diye sorabilir. “Bu soruyu Ezop’a sorun”…
HDP’nin barajı aşmaması seçimi gayrı meşru kılar
Cumhuriyet’te Ergin Yıldızoğlu, seçim kampanyasının verilerini sıralayıp, sonucun eğer normal bir seçim olsa muhalefetin zaferini ilan edeceğini yazdıktan sonra, var olan tehlikeleri sıralıyor ve şu sonuca varıyor:
“Kendi hesabıma, eğer başkanlık seçimleri birinci ya da ikinci turda iktidarın zaferiyle sonuçlanırsa, HDP barajı geçemezse, seçimlerde sıra dışı müdahalelerin rol oynadığı, bir meşruiyet sorunu doğduğu sonucuna varacağım.”
“Gizli toplantıdan sızan” görüntü ve seslerden sonra bütün dünya böyle bir “müdahalenin” olduğunu ve seçim sonuçlarının “meşru” sayılamayacağını ilk AA haberiyle ve son YSK kararının duyulduğu anda anlayacaktır.
Sonrasında ne olacaktır?
Buna da seçmenin 24-25 Haziran gecesi, muhtemelen “millet bahçeleri” olarak düşünülen “çayırlık alanları”, tıpkı “sandık” gibi doldurması karar verecek.
Daha şimdiden sosyal medyada “gündüz sandık başına”, “gece #sandıkpeşine” hashtagı rekordan rekora gidiyor.–
Ya ‘darbe’ tehlikesi yalan ya da ‘OHAL’ kalkacak sözü
Bu Abdülkadir Selvi müthiş bir “devlet gazetecisi”. “Cumhur İttifakı”nı “darbe tehlikesi var” diyerek kurtarmak için yırtınıyor. Dünkü yazısında Soylu’nun “darbe ve suikast hazırlığından” söz ettiğini yazdı.
Yazdı da, aynı anda “kendisine darbe ve suikast yapılacak” olan Saray’ın başı “seçimden sonra ilk işimiz OHAL’i kaldırmak olacak” demez mi? İçişleri Bakanı, onun Hürriyet’teki borazanı “darbe, suikast” filan diyor, “mağdur” başka telden çalıyor.
İki şık var: Ya Erdoğan “OHAL kalkacak” diyerek yalan söylüyor; ya da Soylu ve Selvi “yalan” söylüyor.
İkisi de mümkün mü? Elbette.
Bu Selvi aynı zamanda “darbe” hakkında konuşurken, okurlarını dangalak yerine de koyuyor. Şöyle:
Güya “darbenin merkezi” olan Akıncılar üssünün komutanı, general Hakan Evrim, cezaevinde, “MİT’in denetiminde” eşiyle görüşüyor. Ve Selvi bu görüşmenin “kodlarını” yazıyor. Evrim demiş ki; “Şu andan itibaren süreç başlıyor yani. Tamam mı? İlknur’um. Ve önümüzdeki dönem böyle bir şey olacak yani. Her şey. Süreç başlıyor yani. Süreç başlıyor.”
Hakan Evrim mesaj vermeyi sürdürüyor: “Şu anda bunun son safhasını yaşıyoruz. En son safhada hani şey oluyordu ya, birbirlerine giriyorlardı ya öbürleri. Aynı safha bak.”
Bir de şunu demiş: “Fırından ekmekleri demiş, o, hepsi olmadı, çıkarın demiş ya tamam demiş yani. Olay bitti demiş. Yeter bu kadar demiş yani.”
Selvi cin gibi. Çakmış. “Fırın” diyenin Fethullah Gülen olduğunu, bu konuşmaların da “darbe hazırlığını” kanıtladığını yazmış.
Gülünç değil mi?
Değil. Tehlikeli. Eğer Erdoğan kazanırsa, yeni parlamento bir “idam kanunu” çıkarırsa… Evet “geriye işlemez” işlemesine de, “yeni darbe”ye işler değil mi? Derken bu darbeye HDP’yi, dahası Sözcü’yü, oradan İnce’yi filan “iltisaklı” kıldıklarını düşünün.
“Vak’a-i Vakvakiye” benzeri, Sultanahmet “çınarları”ndan ilmikler sallanmaya başlar.
Ya da Çatlı “hapisanelerde ‘darbe bastırmak’ için isyan çıkarır”, falan filan.
Olur mu?
Elbette çok zor. Çünkü bu plan 24 Haziran’a kadar “yetişmez”. 25 Haziran’da da zaten mümkün olmaz. Enseyi karartmayın.
Ama şu Selvi’nin suratını görmemek için ekranları “karartın”.
Ya ‘ketıl kardeşliği’ ya da ‘katil ortaklığı’
Ayşe Yıldırım, Gezi gençliğinin yaratıcı “espri” gücüne bir örnek daha vermiş, okuyalım:
İnce’nin Kayseri mitingine “Yaşasın ketıl kardeşliği”, “İki ketıl bir olunca prompter bozulur” yazılı pankartı almamaları da bu yüzden…
Sayın Erdoğan, istihbarat birimlerini boşa çalıştırmasın, seçmen raporu kendisi yazıp verdi, buradan okuyabilir:
“Yaşasın ketılların kardeşliği.”
Ve o ketıllardan gelen mesaj açık, net: “Huzur, barış, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, iş, aş…”
Biz de eklesek mi acaba?
“Batsın katillerin ortaklığı.”