‘Muz çok güzeldir. Ama o şirin sarı kabuğun altında katliam ve baskıyla dolu uğursuz bir tarih yatar’ diyordu bir yazar. ‘United Fruit Company’nin uşağı Kolombiya ordusunun 1928’de yaptığı bu sözü doğrulamak için yeterli
Arif Mostarlı
“United Fruit Company’nin Bogotá temsilcisinin dün bana Kolombiya ordusu tarafından öldürülen grevcilerin toplam sayısının bini aştığını söylediğini bildirmekten onur duyuyorum.”
Bu bir telgraf… 16 Ocak 1929 tarihinde, ABD Kolombiya Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanı’na gönderilmiş.
Latin Amerika’nın ‘Muz Cumhuriyeti’ diye tanımlanan ülkelerindeki rejimlerin Amerikan şirketlerine her zaman eşsiz ‘hizmetler’ sunduğunu biliriz de, bu kadar aleni, bu kadar yüzsüzce bir ilişkiye tanık olmak doğrusu yine de şaşırtıyor insanı.
Kukla rejimler ve muz
Yakın tarihin en kirli kapitalist işletmelerinden biri olan United Fruit Company, 1870’lerde Boston’da kurulmuş bir şirketti ama asıl büyük şöhretini önce Jamaika’da, sonra birçok Güney ülkesinde keşfettiği muz meyvesiyle yaptı. 1899’dan sonra, şirket, Jamaika, Honduras, Kosta Rika, Panama, Guatemala, Kanarya Adaları ve Kolombiya dahil olmak üzere bir dizi ülkede muz üretimi ve dağıtımına neredeyse tek başına el koymuştu. “Muz Cumhuriyeti” deyimi de, şirketin bu ülkelerdeki bütün siyasal iktidarları ‘kukla’ haline getirmesiyle ilgiliydi.
1928’e gelindiğinde, United Fruit, çoğu ekilmemiş olan 220 bin dönümden fazla birinci sınıf Kolombiya tarım arazisine sahipti ve hükümet tamamen kontrolü altındaydı. Bu arada muz bölgesinde yaklaşık 90 bin işçi çalışıyordu ve ücretler düşük, güvenlik sıfırdı. Ayrıca işçiler sadece şirketin mağazalarından alışveriş yapabiliyordu. Böylece ortalık kızışmaya başlamıştı. Aslında 1920’lerin başında “İşçi Dernekleri” kurulmaya başlanmıştı ama şirket ve ordu hepsini ezdi, ayrıca bir de ‘sarı’ dernek kurarak işçileri oraya kaydettiler. Ama dikiş tutmadı, bir süre sonra örgütlenen Unión Sindical de los Trabajadores del Magdalena’ya (USTM) hızla etkinlik sağlarken, bölgede sosyalistlerin gücü de artıyordu.
Grev başlıyor
Böylece 1928 grevine gelindi. Ekim 1928’de USTM’un hazırladığı liste aslında çok basit taleplerden oluşuyordu. Ücret artışı, taşeronsuz çalışma, haftada bir gün izin, sekiz saatlik iş günü ve şirket mağazalarının kapatılması, vs… Ama bu kadarı şirkette ve Kolombiya hükümetinde ‘Bolşevikler’ paranoyası oluşturmak için yetti de arttı bile. Saldırı hemen başladı. Kasım ayı sonuna kadar yaklaşık 400 işçiyi tutuklandı ama işçiler yılmadı, grev kırıcılara adım attırmadılar. Bu arada ABD Elçiliği ile Washington yazışıyor, şirket de acil önlem istiyordu. Sonunda hükümet grevi bastırmak için General Cortes Vargas komutasında yaklaşık 700 asker gönderdi. Bu arada grev kasaba halkından ve basından destek alarak daha büyük bir harekete dönüşüyordu. Grev boyunca işçiler, halk egemenliğini kurdular ve kendilerini en iyi nasıl örgütleyeceklerine karar verdiler. Askerler grevci işçilere kimin sorumlu olduğunu sorduğunda, yanıtları “todos éramos jefes” (‘burada hepimiz lideriz’) oluyordu.
Kurşun yağmuru
Sonunda hükümet, generale kuşatma yetkileri verdi ve 300 asker, kasaba meydanında sloganlar atan bin 400 kadar grevci ve ailelerinin karşısına dikildi. 6 Aralık 1928 günü sabah saat 01.30’da General, kuşatma durumu bildirisini okuyup kalabalığa dağılma emri verdi. İşçiler dağılmayı reddedince ateş başladı.
O gün Ciénaga meydanında kaç kişinin öldüğü hiçbir zaman tam olarak belirlenemedi. Alanda 9 ceset bulundu ama yüzlerce cesedin trenlere yüklenip toplu olarak gömüldüğü biliniyor. General Vargas, sonradan 47 kişinin sorumluluğunu üstlendi. Ama daha katliam sürerken ABD Elçiliği “Öldürülen grevci sayısının bini geçtiğini” Washington’a gururla bildiriyordu.
Babaannesinin anlattıklarından hareketle yazdığı ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ romanını bu katliam üzerine kuran Gabriel Garcia Marquez, 3 bin ölümden söz ederken, ki ‘unutkan’ tarihçilerin dikkatini çeken bu roman olmuştur, işçiler ve yerel halk, ölü sayısının 2 bin olduğunda ısrarlıydı. Nitekim on yıl sonra bile bölgede hâlâ toplu mezarlar bulunuyordu.
Çatışmalar hemen bitmedi. İlk katliamdan sonra birçok işçi dağlara sığınarak kaçtı. Ancak diğerleri kaldı ve arkadaşlarının öldürülmesinin intikamını almaya çalıştı. İşçiler, mühendis mahallesi de dahil olmak üzere United Fruit Company’nin birçok binasını yıktı. Ama sonunda özellikle öncüler tutuklanıp katledildikçe yavaş yavaş geri çekildiler. Bu arada yüzlerce işçi de hapis cezalarına çarptırıldı.
“Can çıkar huy çıkmaz” derler ya, öyledir gerçekten. Yıllar ve yıllar sonra, 1990’larda FARC gerillalarına karşı savaşma bahanesiyle yüzlerce köylüyü katleden kontr-gerilla örgütü AUC’un en büyük mali destekçisi (United Fruit Company’nin devamı olan) Chiquita Brands şirketiydi. Chiquita Brands, katliamcı AUC’a 1.7 milyon dolar ödediğini resmen itiraf etti. Şirket, soruşturmada ödemeleri “kendilerini korumak için” yaptıklarını söyledi.
Evet, tabii, “Kendilerini korumak için.”
1928’de yaptıkları gibi…
*************
(*) ‘Burada hepimiz lideriz’