TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun, “Türkiye’nin bir hamle yapması gerekiyor. Bence yeşil anlaşma ve yeşil ekonomi hakkında konuşmanın zamanı geldi. Bunu Türkiye’nin ekonomik büyümesi ve dönüşümü için yeni bir model olarak görüyoruz” sözleri ile pragmatizmin nasıl tavan yaptırıldığını gösterdi. Bu sözler, Türkiye-AB İş Diyaloğu kapsamında yapılan video konferansta ifade edildi. Hisarcıklıoğlu, “AB Yeşil Mutabakatı’na uygun bir dönüşüm gündemine ihtiyacımız var. Bu pahalı bir süreç. AB’nin bu süreci desteklemek için mali yardım sağlamasının yararlı olacağına inanıyoruz. AB de bu adımdan yararlanacaktır. Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını sonrası dünyada halihazırda Türkiye’de faaliyet gösteren Avrupa değer zincirleri ya da potansiyel olanlar, Türkiye’de yeşil bir dönüşüm programı görmek isteyeceklerdir” dedi.
Albert Einstein’ın, “Aynı anda hem savaşa hazırlanıp, hem de savaşı önleyemezsiniz” sözü yaşamı hem yok edip hem kurtaramayacağınızı ortaya koymaya yetiyor. Hisarcıklıoğlu yeni bir model önerirken emek ve doğa sömürüsünden vazgeçileceği gibi bir sonuç sakın çıkarmayın. Onun ve dolayısıyla sermayenin ihtiyacı yeni birikim alanları yaratmaktan başkaca bir şey değil. Ekonomik büyümenin ‘yeni modelle’ yenilenebilir enerjiye ve genetiği değiştirilmiş (GDO) gıda endüstrilerine dönüştürülmesinin ekolojik krizi çözülebilme olasılığı sıfır. Zaten Hisarcıklıoğlu’nun küresel ısınma ve ekolojik kriz gibi bir gündemi yok ve bu nedenle ‘yeşil ekonomi’den söz ederken bunlara vurgu yapmayı da gereksiz görüyor.
Aslında kendi durduğu yerden konuşurken süsleme yapma gayretine girmemesi takdiri şayan bir durum. Oysa seslendiği Avrupa ‘yeni ekonomik modeli’ yani ‘yeşil ekonomiyi’ küresel ısınmayı çözme iddiası ile süsleyerek sunuyor olması sanırım Hisarcıklıoğlu’nun dikkatinden kaçmış olmalı. Onun odaklandığı tek şeyin sermayeye alan açma hesabı içinde olması dikkatini dağıtmış. Oysa, iklim zirvelerinde dünyayı adeta yok eden kapitalist sermayenin egemen olduğu teknolojiye insanlığın kurtarıcısı rolü yüklenmesi ve bu yolla sermaye birikim sürecini daha da körükleyerek çağımızın en büyük sorununu çözme vaadinde bulunuluyor olması bir düzmece hayalden öte bir anlam taşımadığını Einstein’in sözlerinden anlamak mümkün.
İklim zirvelerinde verilen vaatler, kurdukları koalisyonlar bir gerçeği yani kapitalizmin yok edici yüzünü örtmeye yönelik. Kendini var etmek adına yaşamın her alanına saldıran kapitalizm saldırılarından vazgeçmesi kendini inkar demek olur. Aşırı üretim ve tüketim ekonomisi kapitalizmin temel nüvesidir. Sorunun asıl kaynağının kapitalist üretimler olduğu gözlerden saklanarak ‘yeşil’ ekonomilerle iklim sorunu çözmek değil, kapitalizmin daralma sorununu çözmeye yönelik bir yol aranmaktadır. Kapitalizm hüküm sürdüğü sürece yaşanan ve daha da büyüyerek devam edeceği belli olan ekolojik krize, kapitalizm koşullarında bulunabilecek herhangi bir yanıt olamaz.
12 Aralık 2015’te kabul edilen Paris Anlaşması’nı imzalayan Türkiye’nin Meclis’te bu anlaşmayı onaylaması yönünde bazı yapılar tarafından sürdürülen çabaların içeriğinde yer alan şu sözler Hisarcıklıoğlu ile paralellik taşıyor; “AB, Avrupa Yeşil Mutabakatı ile tüm üretim, tüketim ve ticaret sistemlerini iklimi merkeze alacak şekilde dönüştürüyor. İhracatının yarısını AB ülkelerine yapmakta olan Türkiye için bu yeni mekanizmalara uyum sağlamak hem iklim hedefleri hem de ticari faaliyetleri açısından fayda sağlayacaktır.” Bu ifadelerle Hisarcıklıoğlu ile aynı yerden iktidara öneride bulunarak, ‘Bak bu yolla daha iyi büyürsün Avrupa öyle yapıyor’ önermesiyle iyi bir şey yapıldığını düşünebilmek çok sıkıntılı bir durum.
Kapitalizmin ekonomik büyüme süreci, hangi yolla olursa olsun tahakküm ve sömürüden başkaca bir şey olmadığı gerçeği buz gibi önümüzde duruyor. Günümüzde kapitalizmin küresel ısınma ve buna bağlı gelişen susuzluğa, kuraklığa ve açlığa çare olacağını düşünmek ancak ham bir hayal olabilir. Kapitalizm, ekolojik ve temiz üretim vb. iddialarıyla ekolojik krizin çözülebileceği inancını pompalamaya çalışıyor. Yenilenebilir enerjiye ve genetiği değiştirilmiş (GDO) gıda endüstrileriyle ekolojik krizi ve açlığı çözebileceği iddiasında bulunan kapitalizmin tek amacı sermaye birikimini kesintisiz sürdürmek ve bu amaçla yeni birikim alanları açmak. Yenilenebilir savıyla ortaya atılan enerji üretimlerine yatırım yapan sermayeden ya da onun devletlerinden dünyayı kurtarmalarını hayal edenler varsa bu hayalden çabuk uyanmaları gerekiyor. Çözümün ilk adımı kapitalist üretim süreçlerini acil olarak terk etmektir.