Dünya Tiyatro Günü’ne dair konuştuğumuz Moda Sahnesi Sanat Yönetmeni Kemal Aydoğan, ‘Gelecekte bir şey yapacaksak, şu anki kurulu düzenle gitmeyeceğini bir an önce idrak etmemiz gerekiyor’ dedi
Derya Doğan / İstanbul
Dünya Tiyatro Günü, UNESCO’nun (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) kurduğu Uluslararası Tiyatrolar Birliği tarafından 1961 yılında ilan edildi. Her yıl 27 Mart’ta dünya çapında tiyatro grupları tarafından kutlanan güne dair pek çok ulusal ve uluslararası etkinlik düzenlenirken, evrensel bir bildirge de yayınlanıyor. İlk olarak tiyatro oyuncusu, yönetmeni ve yazarı Jean Cocteau tarafından 1962’de yazılan bildirge, bu yıl tiyatro eleştirmeni ve çevirmen Seçkin Selvi tarafından kaleme alındı. Selvi, tiyatronun, tüm sanatları bütünleştirerek insanlığa ulaştıran tek sanat dalı olduğunu ifade etti.
Türkiye’de tiyatro faaliyetleri, salgının görülmesiyle birlikte büyük sekteye uğradı. Tiyatro salonları bu dönemde kapılarına kilit vururken, ödenekli tiyatrolar ile bağımsız tiyatrolar arasındaki uçurum da gözler önüne serildi. Bazı tiyatro salonları ise gelir kaybı nedeniyle kapandı.
‘Kimse kutlamaya heveslenmemeli’
Geçtiğimiz günlerde borç nedeniyle elektriğinin kesilmesi ile gündeme gelen ve “tiyatroların içinde bulunduğu durumu” göstermek için yüksek tutardaki faturaları ödememe kararı alan Moda Sahnesi, 2 yıllık salgın sürecinde 17 ay boyunca kapalı kaldı. Bu dönemde özel tiyatroların gelirsiz ve desteksiz bırakıldığını, tiyatro emekçilerinin ise büyük yaşam uğraşları verdiğini söyleyen Moda Sahnesi Sanat Yönetmeni Kemal Aydoğan, Dünya Tiyatro Günü’ne ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Aydoğan, “27 Mart’ı kutlamaya kimse heveslenmemeli” dedi.
‘Tiyatro 2 yıldır yapılamıyor’
Özel tiyatrolar için, “şapkayı önüne koyup bir eleştiri verme zamanı” geldiğini söyleyen Aydoğan, bu yıl Dünya Tiyatro Günü’nü nasıl karşıladıklarına ilişkin şunları söyledi: “Tiyatro 2 yıldır yapılamıyor. Özel tiyatrolar desteksiz, parasız kaldı, gelir elde edemedi, tiyatroyu açamadılar, mesleklerini kesintiyle yaptılar. 24 ayın 17 ayı kapalı kalmış bir tiyatro salonundan (Moda Sahnesi) bahsediyoruz. 7 ay açık kalmış, 4 ayı yarım kapasite açık kalmış, 3 ayı tam kapasite. Şimdi bu koşullarda neredeyse hiç destek sağlanmamış bir yer. Devletin yaptıklarına destek denemez. Vergi muafiyeti olmamış, SGK ve KDV muafiyeti olmamış, mücbir sebep sayılmamış, kirası ödenmemiş… Bu koşullarda yaşamaya mahkum edilmiş bir sanatın kutlayacağı 27 Mart bence yok.”
‘Yeterlilikten ödün vermek mi?’
Ödenekli kapsama giren devlet ve şehir tiyatroları ise salgın sürecinde özel tiyatroların karşılaştığı sorunlardan muaftı. Bu dönemde “kaderlerine terk edilen” özel tiyatro emekçileri için pek çok sorun art arda geldi. Aydoğan, bu konuda şunları söyledi: “Normalde de aslında bir destek sunulmuyordu. Sadece biz daha çok çalıştığımız için hayatımızı sürdürebiliyorduk. Ama sürekli bir riskin içine giriyorduk. Dolayısıyla şunu hiç konuşamıyorduk: Sanatsal yeterlilikten ödün vermek, sanatsal nitelikten ödün vermek. Bu ödünü vererek bir yaşantıyı sürdürmek mi, sürdürmemek mi? Bence bu soruyu da sormak gerekiyor. Sanatsal nitelik ölçümüz olmalı ve bunun önündeki engellerin hepsini konuşabilmeliyiz.”
‘Nitelikli tiyatro için ne yapmalı?’
“Tiyatro öldü” diyen Aydoğan, “Tiyatro sanatının öldürüldüğüne dair bir fikre sahip olmazsak eğer, biz onu yaşıyor sanacağız ama orada zaten ölmüş bir sanat var. Tiyatrocular, ‘bu sanatın yaşaması için ne yapılmalı?’ diye düşünmeli. Nitelikli tiyatro için ne yapılmalı? Bunun toplumsal, kamusal kanalları, damarları nasıl oluşturulmalı? Herkesin tiyatro seyredebilmesinin yolu nasıl sağlanabilir gibi bence çok önemli sorulara artık devirmeli ve yerel yönetimlerin yanıt vermesi için hızlıca kararlar alıp hızlıca uygulatmalıyız. Bunlar 27 Mart’ı kutlamamak için yeterli nedenler” dedi.
‘Ekonomik bir pranga’
Özel tiyatroların yaşadığı süreci “sansür” olarak tanımlayan ve tüm tiyatrocuların bunu ortak şekilde anlaması gerektiğini söyleyen Aydoğan, şöyle devam etti: “Bizim sesimizi kısmak için, ekonomik bir baskı, ekonomik bir pranga diye düşünmek gerekiyor. Bizim nitelikli tiyatro yapmak isterken bu koşulları devlete anlatmaya ve ikna etmeye çalışmamız ve onların bizi bu konuda hiç duymuyor olması aslında bizi hangi koşullarda yaşatmak istediklerini gösteriyor. Çünkü insan neden sağlığın da eğitimin de sanatın da daha iyi koşullarda yapılmasını sağlamaz ki? Deli olması gerekir ya da neoliberal olması gerekir. Paraya tapıyor olması, paragöz olması gerekir. Para merkezli bir toplum anlayışına hepimizi inandırmış olması gerekir. Bunun toplumu yönetmekten ayrı düşünülemeyecek bir unsur olduğunu bence herkesin kavraması gerekir.”
‘Paragözlere razılar mı?’
Tiyatrocuların özeleştiri yapması gerektiğini ifade eden ve “Bu hayata bu biçimiyle razı gelmek problemi bu” diyen Aydoğan, “Buna razılar mı? Böyle yönetilmeye, böyle tiyatro yapmaya, koşulları neoliberallerin, paragözlerin belirlediği koşullarda tiyatro yapmaya razılar mı?” diye sordu.
Ne eğitim ne sağlık ne sanat
Eğitim, sağlık ve barınma krizinin de sanatın maruz kaldığı sorunlardan bağımsız değerlendirilemeyeceğini ifade eden Aydoğan, şu ifadeleri kullandı: “Ne paralı eğitim olabilir ne paralı sağlık olabilir ne barınma. Bunlar bir yönetim tercihini kabul edip etmemekle ilgili. Tam burada düğümleniyor. Gelecekte bir şey yapacaksak bu sistemden, şu anki kurulu düzenden gitmeyeceğini galiba bir an önce idrak etmemiz gerekiyor.”
Dijital tiyatro gerekli mi?
Özel tiyatroların salgın sürecinde açığa çıkan krize hazırlıklı olmadığını, şimdi ise “problemin” tüm büyüklüğüyle herkese göründüğünü belirten Aydoğan, “Bence yeni kuşaklar sanki devreye sokacak bir şeyi. Bu anlamda nasıl bir yaşam sürmek gerekir? Dijital tiyatro diye bir şey var şimdi, gerekli mi gereksiz mi? Bu da şimdi bir tartışma alanı. Dijital tiyatro bu sorundan bağımsız değil” diye konuştu.
‘Tiyatro da zeytin ağacı da!’
Moda Sahnesi Sanat Yönetmeni Kemal Aydoğan, sözlerini şöyle tamamladı: “Tiyatro probleminden bence ekolojik krize de hemen gidebiliriz. Çünkü bunu doğuran şey aynı şekilde dünyayı yönetme tarzı. Dolayısıyla tiyatroda da aynı problem var, zeytin ağacı için de aynı problem var, virüs için de aynı problem var. Hepsi aynı yönetim anlayışının ürettiği hastalıklar aslında. İnsanlık dışı bir hayatı yaşıyoruz. Onlara ucuz emek sağlasınlar diye kurulmuş bir dünya bu. Bir an önce bunun farkına varmamız ve gereklerini yerine getirmemiz gerekiyor.”