Bundan 31 yıl önce BM’de 200 ülke biyoçeşitliliği koruma adına bir anlaşma yaptı. Son yüz yılda canlı türlerin en az yüzde 20’si soykırıma uğrarken, günümüzde canlı soykırımı büyüyerek devam ediyor
Yusuf Gürsucu
Türkiye’de kayıtlarda yer alan 1624 koruma bölgesi mevcut. Bunların yüzde 76’sı doğal sit alanı olarak işaretlenmiş. Ancak koruma statülerinde yapılan değişikliklerle doğal sit alanlarında dahi her türden faaliyet (maden,enerji,turizm vb.) yapmak mümkün hale getirimiş durumda. İşaretlenmiş olan 1624 koruma bölgesi Türkiye yüzölçümünün yüzde 4’üne denk gelirken, dünya ortalaması yüzde 13 olması doğaya ve biyoçeşitliliğe verilen önemin önemli bir göstergesi. 2004 yılından bu yana Meclis’e 4 kez getirilen ‘Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu’ tasarısı en son 2021 yılında da Meclis’e gelmiş ancak tepkiler üzerine komisyondan Meclis gündemine getirilememişti. Yeni yasama döneminde iktidarın Meclis gündemine taşıyacağı yağmacı yasalar arasında ilk sıralarda yer tuttuğunu belirtmek gerekiyor.
Suya yazılan anlaşmalar
Türkiye’de sermaye çıkarları her şeyin üstünde görülmesi ve 100 yıllık Cumhuriyet döneminde yürütmenin sermaye yanlısı olanların elinde bulunması doğal yaşamın yok edilme sürecine bağlanmasına neden olmuştur. Her iktidar timsah gözyaşları dökerek 1992 yılında BM’de kabul edilen ve 200 ülke tarafından 22 Mayıs tarihinde imzalanan Biyoçeşitlilik Sözleşmesi gününü her yıl kutlamaktan geri kalmamaktalar. BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 15. Taraflar Toplantısı (COP15) geçtiğimiz yıl (2022) Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi’nin katılımıyla Kanada’nın Montreal kentinde gerçekleşti. Zirvede yapılan anlaşmada, 2030 yılına kadar küresel ısınma da 1,5 derece hedefi baz alınarak, kara ve denizlerin yüzde 30’u korunacak ve yine aynı tarihe kadar her yıl 30 milyar dolar finansman sağlanması üzerine anlaşıldığı duyurulurken, bu bağlamda herhangi bir gelişme ise yaşanmış değil.
COP16 2024’te Antalya’da
Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’ni (CDB) onaylamayan ABD ve Vatikan hariç yaklaşık 200 ülke, dünyanın ekosistemlerinin yok edilmesini durdurmak için anlaşırlarken, 2024 yılı COP16 toplantısının Antalya’da yapılacak olması dikkat çekici. Bu yıl Tarım ve Orman Bakanlığı 22 Mayıs etkinliklerini seçimler nedeniyle gerçekleştiremedi. Bakanlık yaptığı açıklama ile günü kurtarmaya çalışırken, “Biyoçeşitliliğin sürdürülebilirliği ve geliştirilmesine yönelik önemli adımlar atan Türkiye” iddiasıyla 2024 yılı COP16 toplantısı hatırlatıldı. Açıklamada ‘biyokaçakçılıkla mücadele kapsamında’ 21 ülkeden 156 kişiye 5,6 milyon idari para cezası uyguladıkları belirtilerek, “Biyokaçakçılık vakaları özellikle Doğu Karadeniz, Güneydoğu ve Doğu Anadolu ile Akdeniz Bölgelerinde yoğunlaştığı” belirtildi.
Kaçakçılığa gerek kalmadı
Bakanlık açıklamasında, “Son beş yılda başta orkide (salep) türleri olmak üzere yumrulu ve soğanlı bitki türleri, yabani buğday, kelebekler, böcek türleri, engerek türleri, semender türleri, turna gagası, kara kaplumbağası, meşe sürgünleri, defne, sandal ve bazı mantar türlerinin yurt dışına kaçırılmak istendiği tespit edildi” denildi. Açıklamanın bir sonraki paragrafı ise kaçakçılığa artık gerek kalmadığını gösteriyor: “Aynı zamanda, biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımına hizmet edecek envanter ve izleme çalışmalarının ulusal düzeyde gerçekleştirilmesi, biyolojik çeşitliliğe ilişkin veri tabanları oluşturulması yanı sıra pek çok proje de hayata geçirildi. Bu projelerle ülkemizin biyolojik çeşitliliğindeki ‘nice cevherler’ gün ışığına çıkarılacak.”
Her şey sermaye için
Eski adıyla Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan ve Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından aynı kurum eliyle, ‘biyolojik çeşitliliğin kayıt altına alınarak bu bilgilere erişimin düzenlenmesi’ amacıyla yürütülen çalışma tüm Türkiye coğrafyasında tamamlandı. Yürütülen çalışmanın amaçlarından biri olan, ‘uluslararası patent uzmanlarına’ açılması biyoçeşitliliğin gen ve tohum şirketlerinin emrine verileceğini açıkça gösterirken, sözünü ettikleri ‘nice cevherleri’ ortaya çıkarıp ticari metaya dönüştürülme süreci başlatıldı.
Planlı yağma
Görev yaptığı ilçe ve illerde, özellikle kırsal kalkınma iddiasıyla birçok altyapı projesini AB fonlarıyla hazırlayan, bugün Çorum Vali yardımcısı olan Hakan Kubalı, Samsun’da Vali Yardımcılığı yaptığı günlerde biyolojik çeşitliliğin kayıt altına alınarak bu bilgilere erişimin düzenlenmesine yönelik çalışma için, “Sahip olduğu tabii kaynaklar bakımından oldukça zengin bir ülke olan Türkiye’nin, biyolojik çeşitliliğin ekonomiye kazandırılması ve genetik kaynaklarımıza dayalı sınai mülkiyet haklarından ülkemizin faydalanmasına katkıda bulunulması hedeflenmekte” olduğunu belirtmişti. Biyoçeşitliliğin tespiti ve kayıt altına alınarak sınai mülkiyete konu edilen, bitki ve hayvanların sermaye yağmasına sunulacağı açıkça ifade edilmekte.
Tüm değerler paraya endeksli
TBMM Tıbbi Aromatik Bitkiler Komisyonu Başkanı AKP’li İbrahim Aydın ise Ekim 2019’da Hatay’da yaptığı bir açıklamada, dünya ekonomisinde tıbbı ve aromatik bitki hacminin 115 milyar dolar olduğunu belirten, “Bizim ülkemizde ise 500-600 milyon dolardan bahsediliyor. Biz diyoruz ki; bunları iyi bir şekilde değerlendirirsek 2023 yılında, buradan 5 milyar dolar gelirimizin olması gerekiyor” sözleri dikkat çekiciydi. 2023 yılında olduğumuz bu günlerde 5 milyarın birilerinin cebine taşınıp taşınmadığını bilmiyoruz, ancak bildiğimiz tek şey yaşamın her nüvesinin ticari bir meta olarak piyasalaştırılıyor olmasıdır.
Soykırımın kısa özeti
Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı ‘Hükümetler Arası Bilim- Politikası Platformu’ tarafından (IPBES) 2020 yılında bir rapor hazırlandı. 1 milyon hayvan ve bitki türünün yok olma tehlikesi altında olduğu belirtilen rapordaki ayrıntılar ürpertici. 1900’den bu yana, kara kökenli türler en az yüzde 20 oranında soyu tükendi. Amfibi türlerinin yüzde 40’tan fazlası, resif mercanların neredeyse yüzde 33’ü ve deniz memelilerinin 3’te 1’inden fazlası ise yok olma eşiğinde veya büyük bir tehlike altında. 16. yüzyıldan bu yana en az 680 omurgalı tür ise yok edildi. Bu süre içerisinde tarım ve hayvancılık için kullanılan evcil memeli türlerinin ise yüzde 9’u 2016’da tükendi. Bunlarla birlikte 1000 türün daha tehlike altında olduğu raporda yer alırken, raporun hazırlandığı 2020’den bu yana geçen 3 yılda yok oluşun çok daha fazla geliştiği ön görülmekte.
Kapitalizmin neden olduğu yıkım
Raporda yok oluşa neden olan 5 faktörün, toprak ve su kullanımındaki değişiklikler, türlerin aşırı avlanması, iklim değişikliği, çevre kirliliği ve istilacı yabancı türler olarak sıralanırken bu durumun kapitalizmin bitmek bilmez üretimlerinden kaynaklı olduğu biliniyor. 1980’den bu yana 2 kat artan sera gazı salınımlarının etkisiyle sıcaklıklar arttı. Karasal ortamların 3’te 1’i ve deniz ortamlarının yüzde 66’sı değişime uğradı. Dünyadaki karasal bölgelerin 3’te 1’inden fazlası ve tatlı su kaynaklarının neredeyse yüzde 75’i sanayi,enerji, tarım ve hayvancılığa tahsis edilirken büyük bir kuraklık ve dolayısıyla susuzluk yaşanmaya başlandı. Arazilerin bozulması nedeniyle küresel arazi yüzeyindeki üretkenlik yüzde 23 azalırken, küresel ekinler tehlike altında. Kıyı habitatı kaybı ile birlikte sel ve kasırgalardan dolayı 300 milyona yakın insanın yaşamı tehdit altına girdi. Plastik kirliliği 1980’den bu yana 10 kat arttı, endüstriyel tesislerden yılda 300-400 milyon ton ağır metal, çözücü, zehirli atık ve diğer atıklar dünya sularına akıtılıyor ve bu nedenle okyanuslarda 400 den fazla ‘ölü bölge’ oluştu.