Dünya da ve Türkiye’de doğal yaşam yerle bir edilirken, 5 Haziran ise çevre günü olarak kutlanabiliyor. Erdoğan’ın imzasıyla bu yıl sadece 1 gün değil 7 gün timsah gözyaşlarının akıtılacak olması dikkat çekici
Yusuf Gürsucu / İstanbul
AKP’li Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın imzasıyla Resmi Gazete’de yayımlanan genelgeye göre 5 Haziran tarihinin bulunduğu hafta, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından duyurulacak bir temayla “Türkiye Çevre Haftası” olarak kutlanacağı bildirildi. Genelgede, çevrenin korunması konusunda farkındalık oluşturulması amacıyla 1972 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’ndan bu yana 5 Haziran’ın, Dünya Çevre Günü olarak kutlandığı anımsatıldı.
Genelgenin karşılığı yok!
Dünya Çevre Günü’nün, 2022’de sürdürülebilir, doğa ile uyumlu, daha temiz, daha yeşil yaşam vurgusuyla kutlanacağı belirtilen genelgede, “Doğal çevrenin korunması, sürdürülebilir yaşam çevrelerinin oluşturulması, iklim değişikliği ile mücadele konularında çevre bilincinin her geçen gün giderek arttığı ülkemizde Dünya Çevre Günü kutlamalarının daha katılımcı, çok paydaşlı şekilde gerçekleştirilmesi, çevre sorunlarının ve gelişmelerin değerlendirilmesi amacıyla her yıl 5 Haziran tarihinin bulunduğu hafta Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından duyurulacak bir temayla Türkiye Çevre Haftası olarak kutlanacaktır” ifadelerine yer verilirken, yayınladıkları genelgenin ve içinde yaptıkları vurguların Türkiye’de hiç bir karşılığı olmadığı ise bir gerçek.
‘Cennet vatanımız!’
Bakan Murat Kurum, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın kararı ile 5 Haziran’ın bulunduğu hafta, yeşille mavinin diyarı cennet vatanımızda her yıl Türkiye Çevre Haftası olarak kutlanacak. Hayırlı uğurlu olsun. Dünyamızı koruyacak, yavrularımıza yemyeşil bırakacağız” derken kendi söylediklerine kendisinin inandığını belirtmek imkansız. Cennet vatan olarak vurguladığı Türkiye’de maden, enerji, inşaat vd. sermaye saldırıları altında can çekişen doğal yaşamın bakanın sözlerinden maalesef haberi yok. Türkiye’de halklar doğanın çığlığını duyanlar olarak, direnişlerle koruyabildiği kadar alanı koruma savaşı verirken, halkların bakanın sözlerine tepki göstermesi kaçınılmaz.
—
Timsah gözyaşları!
Timsahlar avlarını yerken ağızlarını çok açtıkları için gözlerinden yaş gelirmiş. Timsah gözyaşları deyimi, bir şeye üzülmediği halde üzülmüş gibi görünen insanlar için kullanılarak literatüre girmiştir. Farkındalığı yaratmak amacı taşıdığı iddia edilen 5 Haziran gününün asıl hedefi, sermaye tarafından yok edileni ‘çevre koruma’ üzerinden görünmez kılarken, yaşamı yok etme adımlarında doğal yaşamı aç gözlülükle yiyip katlederken döktükleri göz yaşı timsahla benzerlik taşır. Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı 1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde toplanarak ‘çevre’ kirlenmelerine karşı 5 Haziran günü ‘Dünya Çevre Günü’ olması karar altına alınır. O yıllarda da dünya üzerinde yoğun bir kirlenme söz konusuyken, günümüz 2022 yılı 1972 yılına rahmet okutmaktadır.
Çevre günü bir aldatmacadır
Birleşmiş milletler aldığı benzer kararlarla adeta yok edilmesi gerekeni işaret etmek üzere kurgulandığını gösteren; insan hakları, kadın hakları, hayvan hakları günleri bu duruma örnek teşkil etmektedir. Çevre sözcüğü kapitalist dünyanın kullandığı maskeleme sözcüklerinden biridir. Çevre denilince amaçlanan şey halkların algısında ortaya çıkarmaya çalıştıkları ‘yeşillik’ vurgusundan başkaca birşey değildir. Kent merkezlerini bu bağlamda yarıştırıp en yeşil kentler tartıştırılırken, kapitalist üretim süreçlerinde sermaye birikimine bağlanan ekosistemler tartışma dışı bırakılır. Oysa asıl olan ekosistemlerdir. Bu ekosistemlerin en önemli bileşenleri ise su, toprak, hava ve ormanlardır. Suyun, toprağın, havanın ve ormanların uğradığı sermaye saldırıları ‘çevre’ gününün sadece bir aldatmacadan ibaret olduğunu gözler önüne sermektedir.
—
Gezi parkı!
Bundan 9 yıl önce katledilmek istenen ağaçları korumak amacıyla İstanbul Gezi parkı’nda çadırlarıyla nöbet tutan insanlara devlet, her hak arayışında olduğu gibi orantısız biçimde saldırmış ve insanların çadırları yakılmıştı. Bu saldırı insanlarda birikmiş olan öfkeyi açığa çıkarmış ve başlayan direniş İstanbul’u ve birçok kenti sarmıştı. Polis bu saldırılarda, biber gazını insanların gözlerine sıktı, tüfekle uzaktan biber gazı kapsülleri direnişçilerin kafalarına nişan alınarak ateş etti. Saldırılarda 8 direnişçi yaşamını yitirirken, 13 kişi gözünü kaybetti, kanser oldu. Toplamda Direnişin başladığı 3. günün ardından gittikçe kalabalıklaşan ve yüzbinleri aşan insan seli polis ablukasını yıkıp Gezi Parkı’na ve Taksim Meydanı’na yerleşmişti. Geçtiğimiz günlerde Gezi Parkını savunanlara verilen hapis cezaları korkularının bir sonucuydu.
Hukuk sermayeyi koruyor!
Kapitalizm tüm dünya da sermaye çıkarına dokunan her direnişe benzer biçimde saldırdığı görülmektedir. Devletlerin yaşamı korumak amacıyla yürütülen mücadelelerde hoşgörü sınırı mahkemelere başvurulması, imza toplanması vb. noktasına kadardır. Genel anlamıyla insan ve doğa hakları için mevcut hukuk içine sıkıştırılmış bir hak arama yolu bir intihar iken, halkların ve doğanın çıkarlarını korumayan bir hukuksal çerçeveye boyun eğilmesi yerine meşru hakların fiili olarak kullanılması izlenecek tek seçenektir. Yasaların meşru kabul edilebilmesi için hukuk normlarının ‘kamusal alanda’ ‘demokratik kurumlar’ eliyle tesis edilmesi gerekirken, bir kişinin iki dudağı arasına sıkıştırılması asla kabul edilemez.
—
Sermaye talanında sınır yok!
Türkiye’de sermayenin planları tam olarak yürürlüktedir. Havzalara bölünen coğrafyalar da havzalar üzerinden büyük bir sömürü mekanizması işletilmektedir. Havza planları ile hem doğal yapı hem de bölgede yaşayan insan ve diğer canlıların yaşam hakları gasp edilmektedir. Dünya üzerinde tüm boyutlarıyla bir iktidar merkezileşmesi yaşanırken, sayıları bini geçmeyen dev şirketler neredeyse dünyanın tamamını esir alırken, devletleri de bu eksende çalıştırmaktadırlar. Sermayenin, küresel boyutta elde ettiği özgürlük hem emeği hem de doğayı inanılmaz ölçekte sömürüye tabi tutmayı ise sınırsızca sürdürmektedir.
Sular, madenler…
Türkiye’de özellikle AKP iktidarıyla birlikte büyük bir doğa sömürüsü yaşanmaktadır. HES’lerle giriştikleri yağma sürecinde nerede akarsu varsa ya boru içine alıp sermayenin çeşmesine taşıdılar ya da suyun önüne barajlar kurup suları bentler ardında hapsederlerken, halen aynı hızla suları doğadan ve insandan çalıp ticari meta haline getirilme süreci büyütülerek sürdürülmektedir. Diğer yandan Türkiye coğrafyasının yaklaşık yüzde 60’ını maden alanları olarak işaretleyen iktidar, bugüne kadar 2 milyon hektarı aşan doğal yaşamı maden şirketlerine peşkeş çekmiştir. Halen ihaleleri devam eden maden sahaları ormanların, meraların, su havzalarının ve tarım alanlarının üzerinde olması ise gelecek yaşamı ciddi anlamda tehdit eden boyutlara ulaşmıştır.