İktidar blokunun ekonominin içinde bulunduğu çoklu karakterli iktisadi krize karşı açıkladığı kurtarma paketleri bir biri ardına boşa çıkarken, bunlara sürekli olarak yenileri ekleniyor. Yani kısır bir döngü içinde başladığımız yere, ancak daha kötü bir duruma geri dönüyoruz.
Son açıklanan paketin adı İVME (İleri, Verimli, Milli Endüstri) Finansman Paketi. Bakan Albayrak, üç kamu bankası aracılığıyla verilecek ve tutarı bu yıl sonuna kadar 30 milyar doları bulacak olan bir yatırım ve işletme kredisi desteğini kapsayan bu paketin hedefinin; ithalata bağımlı, dış açık veren sektörler olacağını açıkladı [1].
Yani 2017 yılında KGF kredileri üzerinden sağlanan milyarlarca lira ile hormonlu olarak büyütülen, ancak sonrasında çakılması önlenemeyen ekonomi, bu kez “ithalat bağımlılığı yüksek, dış ticaret açığı veren, istihdama katkı oranı yüksek ve ihracat potansiyeli yüksek sektörlere verilecek finansman desteğiyle krizden çıkartılmaya” [2] çalışılacak.
Bu kredilerin faizlerinin ve ödeme koşullarının normal piyasa kredi faizleri ve koşullarıyla kıyaslandığında çok daha “uygun” krediler, yani kamuca sübvanse edilen krediler olacağı açık.
“İVME” bütünlükçü bir strateji ya da program değil
İktidar bloku (işsizliği, yoksulluğu ve eşitsizliği azaltmayı aklına getirmezken) şu ana kadar bütünlükçü bir krizden çıkış stratejisi ve programı sunamadı. Sürekli yaşanan seçim atmosferinde iktidarda kalabilmeye odaklandığından, günü kurtarmaya dönük, parça parça pragmatik paketlerle karşımıza çıktı. İVME de bunlardan biri. İnandırıcılığı son derece zayıf, piyasalara dahi güven vermekten uzak. Bu nedenle de başarı şansı son derece düşük.
Reel ekonomide karşılığı yok
Çünkü ekonomiye, ekonomi yönetimine ve bunun arkasındaki siyaset yapma biçimine ve siyasal iradeye güvenin iyice azaldığı bir dönemde açıklanan bu tür paketlerin reel ekonomide çok az karşılık bulduğu hem dünyada, hem de Türkiye’de yaşanan deneyimlerden biliniyor.
Aslında, gerçek enflasyonun yüzde 35’in, gerçek işsizliğin yüzde 20’nin üzerinde olduğu bir ekonomide (üretim ve ihracat artışını hedefleme iddiasında olsa da), böyle bir parasal genişlemenin, özünde mevcut siyasal süreçle ve özellikle de yenilenen İstanbul BŞBB seçimleriyle ilgili olduğunu görmek gerekiyor.
Yani bu kredilerle (bırakın yoksulluğu, işsizliği azaltmayı), dışa bağımlılığı azaltacak ve ekonomiyi krizden çıkartabilecek bir “ivme” yi yakalayabilmek mümkün değil. Günün sonunda bunun da (tıpkı KGF kredilerinde olduğu gibi) enflasyonu ve makroekonomik istikrarsızlıkları daha da artırması kaçınılmaz olacak.
Sermaye ile “hemdert ve hemhal olma” durumu
Üstelik bu operasyonlar üç kamu bankası üzerinden yürütülecek. Şu ana kadar piyasa faiz oranlarının altında faizlerle kredi verdirilerek ve piyasalara 3,2 milyar dolarlık döviz satışı yaptırılarak zarara sokulan [3] bu bankaların mevcut zararı bu yeni paketle daha da artacak.
Çünkü bankaların batık kredilerinin giderek arttığı, bu nedenle de bu kredilerini çok düşük fiyatlarla borç tahsil şirketlerine sattığı böyle bir dönemde, verilecek yeni kredilerin geri dönüşleri de zor olacak. Böylece kamu bankalarının, Hazine’nin ve son tahlilde yurttaşların zararı daha da artacak.
Artık biz kapitalizmin “kârların özel sektörde kaldığı ama zararın toplumsallaştırıldığı” bir sistem olduğunu ve devletin sermaye ile “hemdert ve hemhal” olduğunu çok iyi öğrenmiş bulunuyoruz.
Cari fazla kriz göstergesi
İVME Paketi’nde inkâr edilemeyen, ama yapılan açıklamada kafa karışıklığına neden olan bir durum var. İyi bir şeymiş gibi sunulsa da, Türkiye ekonomisinin cari açığının cari fazlaya dönüşmesi ekonominin sağlıklı olduğunun değil, tam tersine hasta olduğunun, krizde olduğunun bir göstergesi.
Çünkü üretim ve ihracatta ithalata bağımlı bir ekonominin çökmekte olduğunu gösteriyor. Yani kanserli bir hastanın hızlıca kilo kaybetmesi gibi bir durum söz konusu. Nitekim ekonominin cari fazla verdiği bu dönemde ekonomi yüzde 3 oranında küçüldü. Bu yılki küçülmenin de uluslararası örgütlerin tahminlerine göre yüzde 1 ile yüzde 3 oranı arasında olması bekleniyor [4].
Yani bizim ekonomimiz Çin ekonomisinden farklı. Çin ekonomisi dünyanın en hızlı büyüyen, tasarruf ve ihracat düzeyi en yüksek ekonomisi olduğundan dünyanın en yüksek oranda cari fazlasını verdi (özellikle de 2008 krizinden bu yana). Bizde durum tam tersi, karıştırmayalım.
Paketteki itiraf
Pakette kabul edilen gerçek ise hammadde, ara malı, enerji ve sermaye malı olmak üzere neredeyse tüm kalemlerde ülke ekonominin ithalata olan bağımlılığı. Bu nedenle de potansiyelinin üzerinde büyütülmeye çalışılan ekonomi yıllardır yüksek cari açık veriyordu.
Ancak böyle bir yüksek cari açık ve bununla fonlanan ekonomik büyüme sürdürülemezdi. Sürdürülemedi ve ekonomi geçen yılın ortasından itibaren daralmaya ve küçülmeye başladı.
Çünkü böyle büyük bir cari açık varsa, bu açık ya ödemeler dengesinde yer alan finansman hesabında izlenen yabancı kaynak girişleriyle kapatılır ya da üretim kısılıp, yatırımlar azaltılır, ekonomi küçültülür.
Yani, ya yabancı kaynak girişini sürdürmeye çalışılır, sermaye çıkışları önlenir, ya da küçülme kaçınılmaz olur. Nitekim Türkiye ekonomisi yatırım ve üretimi iyice yavaşlatarak küçülmek durumunda kaldı.
Girişler azaldı, çıkışlar başladı
Peki, yabancı kaynak sağlama açısından durum nedir? Bunu T.C. Merkez Bankası’nca düzenlenen Ödemeler Dengesi istatistiklerinden[5] görebilmek mümkün.
Geçen yılın ilk üç ayında yabancı kaynak girişlerinde üçte bire yakın bir oranda bir azalma olduğu, buna karşılık sermaye çıkışlarında bir artış olduğu görülüyor. Henüz “ani duruş” ve büyük çapta “sermaye çıkışları” söz konusu olmasa da, bu durum tehlikeli bir eğilimi ortaya koyuyor.
Bilindiği gibi bir ülkenin dış dünya ile ekonomik ilişkilerini gösteren Ödemeler Dengesinde dört hesap yer alıyor: Cari Hesap, Sermaye Hesabı, Finansman Hesabı ve Rezerv Varlıklar.
Bunlardan Cari Hesap açığı Finansman Hesabı’ndaki fazla ile kapatılıyor. Yani ekonomi cari açık verdiğinde, bunu Finansman Hesabı’nda gözüken ülkeye giren sermaye akımları kapatıyor (burada da eksi (-) değerli kayıtlar sermaye girişlerini ve artı (+) değerli olanlar sermaye çıkışlarını gösteriyor).
Bu özet bilgi altında hesaplarda yer alan istatistiklere baktığımızda şunları görebiliyoruz:
Sermaye girişleri üçte bire yakın bir oranda azaldı
Geçen yılın ilk üç ayına (ocak-şubat-mart) göre bu yılın aynı döneminde; ülkeye toplam sermaye girişleri yaklaşık üçte bire yakın oranda azalarak 11,7 milyar dolardan 7,5 milyar dolara geriledi. Yani girişler 4,1 milyar dolar azaldı. Mart ayında ise 835 milyon dolar olmak üzere net sermaye çıkışı yaşandı. Nisan ve mayıs verileri henüz açıklanmadı.
Sermaye biçimleri olarak baktığımızda; uzun vadeli yabancı kaynak olarak değerlendirilen doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında geçen yıl 1,159 milyar dolarlık bir çıkış varken, bu yıl bu miktarın 496 milyon dolara gerilediğini görüyoruz. Yani ülkedeki yerleşikler bu yılın ilk üç ayında dışarıya daha az yatırım yaptılar (ülkedeki kriz nedeniyle mevcut yatırımlarıyla ilgili sorunları çözmeye öncelik vermiş olmaları ve nakitlerini bu amaçla kullanmış olmaları büyük ihtimal).
Doğrudan yabancı sermaye gayrimenkul ve emlake geldi
Ülkeye gelen doğrudan yabancı yatırım miktarı ise aynı dönemde 2,366 milyar dolardan 2,773 milyar dolara çıktı. Yani bu dönemde ülkeye 407 milyon dolar daha fazla yabancı doğrudan yatırım geldi. Ancak bu gelen paranın fabrika yatırımlarına değil, ülkeden gayrimenkul alımı biçimindeki satın almalara yönelik olarak kullanıldığının altını çizmek gerekiyor.
Portföy yatırımları: Giden para geri döndü!
Portföy yatırımlarında çarpıcı bir durum yaşanıyor. Zira geçen yılın ilk üç ayında ülkeden yurtdışına olmak üzere T.C. Vatandaşları 420 milyon dolarlık bir portföy yatırımı yapmışken, bu yıl bu durum tersine döndü. Yani ülkeye aynı dönemde 433 milyon dolarlık bir yatırım yapıldı.
İlk bakışta iyi bir şeymiş gibi görünse de, işin gerçeği, bunun asıl nedeni, parasını daha önce dışarıda tutan yurttaşların ülke içinde finansman ihtiyacının artmış olması, yani işlerinin kriz nedeniyle kötüleşmiş olması. Bu yüzden de dışarıdaki paralarını ülkeye finansman sorunlarını gidermek için getirdiler.
Bu dönemde ülkeye yabancıların yaptığı portföy yatırımlarında ise neredeyse 3 katlık bir artış söz konusu. Öyle ki 2,940 milyar dolardan 8,816 milyar dolara çıktı. Ancak bunun sadece yüzde 10’u borsaya (yani hisse senetlerine giderken), kalan yüzde 90’ı dünyanın en yüksek faiz getirilerinden birini sunan DİBS’lere, yani Hazine Bonosu ve Tahvillerine gitti.
Kısaca devlet cari açığın önemli bir kısmının finansmanını üstlenmek zorunda kaldı. Bunun sonucunda ortaya çıkan faiz oranı artışı ve bunun neden olduğu bütçedeki faiz harcamalarındaki artış ise krizin bedelinin toplumun bütününe ödettirileceğinin bir diğer göstergesi.
Güven yitimi dövizin dışarıya kaçmasıyla sonuçlanıyor
Bir de Finansman Hesabının “diğer yatırımlar” kalemine bakalım. Burada banka mevduatları ve banka kredileri gibi sermaye akımlarına yer veriliyor. Geçen yılın ilk üç ayında ülkedeki bankalara (ağırlığı mevduat biçiminde olan) 3,440 milyar dolar gelirken, bu yıl yurtdışındaki bankalara mevduat olarak 7,574 milyar dolar gitti.
Yani akımlar tersine döndü. Yurtdışındaki bankaların verdiği vadeli mevduat faizlerinin bizdekinin çok altında olmasına rağmen dövizin onlara yönelmesi, döviz sahibi yurtiçi yatırımcıların ciddi bir güven sorunu yaşadıklarının bir göstergesi.
“Net Hata ve Noksan ” eksiye döndü
Kuşkusuz geçen yılki cari açığın üçte ikisini mucizevi (!) bir biçimde kapatan ve bu ödemeler dengesinde “Net Hata ve Noksan Kalemi” olarak gözüken bir veriye de bakmak gerekiyor. “Kaynağı belli olmayan döviz olarak” da bilinen bu hesap bu yılın ilk üç ayında eksiye döndü. Öyle ki geçen yıl (+) 3,8 milyar dolar olan bu kalem bu yıl (-) 5 milyar dolar oldu (6) [6]. Yani kaynağı belli olmayan 5 milyar dolarlık bir döviz ya yurtdışına çıktı ya da ülke içinde yastık altına veya kayıt dışına gitti.
Bütün bunların karşısında döviz artışını durdurmaya yönelik olarak alınan önlemler (binde 1’lik bir finansal işlem vergisi ve döviz alımlarının zorlaştırılması gibi) ya da bundan sonra yurtdışına döviz çıkışlarını caydırmaya ya da önlemeye dönük yeni düzenlemelerin dolarizasyonu durduramayacağını, dövizin yastık altına çekilmesini hızlandıracağını ve dövizde karaborsa piyasasını yaratacağını ileri sürmek için müneccim olmaya gerek yok.
[1] https://www.bloomberght.com/bakan-albayrak-ivme-finansman-p… (23 Mayıs 2019).
[2] Agh.
[3] (3) Uğur Gürses, “Analiz: Kamu bankalarına “seçim görev zararı”, https://www.dw.com/tr (18 Mayıs 2019).
[4] (4) EBRD, Regional Economic Prospects in the EBRD Regions, May 2019; OECD, Economic Outlook, Trade uncertainty dragging down global growth, 21 May 2019; IMF, World Economic Outlook, Growth Slowdown, Precarious Recovery, April 2019, s. 46.
[5] T.C. Merkez Bankası, Ödemeler Dengesi İstatistikleri, Mart 2019, Tablo 1. Ödemeler Dengesi Altıncı El Kitabı – Analitik Sunum, s.2.
[6] (6) Agr.