“Bu insanlığın bir parçası olmaktan utanıyorum.”
Ramallahlı (Filistin) bir kadın
Aslında yazının başlığı, “Neyin terör, kimin terörist olduğuna kim karar veriyor” da olabilirdi… 7 Ekim’den beri Filistin’de yaşananlar, ‘Batı Medeniyeti’, ‘Uluslararası Toplum’ denilen hakkında biraz kafa yormayı gerektirmiyor mu? Elbette Filistin halkının maruz kaldığı devlet terörü sadece 38 günlük değil, 75 yıllık bir sorun.
Terör, sivil insanlara yönelik şiddet ama nüanse edilmesi gerekiyor zira evrensel kabul görmüş bir ‘terör’ tanımı yok. Aslında terörizm bir retorik silahı ki, hasmın “meşruiyetini” ortadan kaldırıyor. Birinin terör saydığını başkası saymıyor… İşgalciye, sömürgeciye karşı mücadele eden bir örgüt, işgalci, sömürgeci devlet tarafından ‘terörist’ sayılıp lânetleniyor. Bir dönemde terör örgütü sayılan başka dönemde meşru muhatap saylıyor ki, bu konuda çok sayıda örnek var… Tam bir ABD-Suudi Arabistan-Pakistan ortak yapımı olan Taliban, Sovyetler Birliği’ne karşı savaştırılırken, “özgürlük savaşçıları” sayılıyordu… Daha sonra katli vacip terörist sayıldı, üstelik Afganistan’ı işgal etmenin gerekçesi de yapıldı…
Cezayir’in bağımsızlığı için mücadele eden Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi (FNL), İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA), Afrika Ulusal Kongresi (ANC), sömürgeci devletler (Fransa, İngiltere) tarafından katli vacip terörist sayılıp lânetlenmişti ama barış masasına oturmak zorunlu hale gelince ‘meşru muhataplar’ sayıldılar ki, bu konuda da çok sayıda örnek var…
Sömürgeleştirilmiş, ülkesi işgal edilmiş, dili, kültürü, kimliği inkâr edilmiş, kaynakları gasp edilmiş, aralıksız katledilen, teröre maruz kalan bir halkın, bir topluluğun işgalciye karşı mücadele etmeye hakkı yok mu? Başka bir seçeneği var mı? Eğer şeylerin gerçeğine nüfuz etmek gibi samimi bir niyetiniz, öyle bir kaygınız varsa, işe emperyalistlerin ve halk düşmanı devletin diliyle konuşmaktan vazgeçerek başlamanız gerekiyor…
Baskıya karşı direnmek, evrensel bir haktır. Nitekim, 26 Ağustos 1789 tarihli ‘İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin ikinci maddesinde: “Her politik toplumun amacı, insanın doğal ve dokunulmaz haklarını korumaktır. Bunlar: özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı ve baskıya karşı direnme hakkıdır” deniyor…
Aslında asıl terör devlet terörüdür… Bireysel, örgütsel terör devlet terörünün yanında devede kulak bile değildir. Bir baskı, şiddet, korkutma, yıldırma yöntemi olarak terör, devletin tanımında vardır, onda mündemiçtir ve devletle yaşıttır. Devlet, şiddet kullanma tekeline sahip yegâne aygıttır. Bidayette de baskı, şiddet, korku, yıldırma, korkutma sayesinde, zora dayanarak tesis edilmiştir ve varlığını şiddeti, baskıyı, terörü sürekli kılarak, manipüle ederek sürdürmüştür…
Fakat egemen söylem devletin kendi şiddetini, kendi tedhişini, kendi terörünü terör saymaz. Zira, neyin terör, kimin terörist olduğuna devletin adamları, akıl hocaları, egemen ideolojiyi/resmî ideolojiyi üretip yayan bilimi kendilerinden menkul zevat, “konunun uzmanı” denilenler karar veriyor… Boşuna, “nereye bakıldığı değil, nereden bakıldığı önemlidir” denmemiştir… Bir devlet ne kadar büyükse ne kadar güçlüyse, tedhiş [terör] uygulama, dayatma yeteneği de o kadar büyüktür. Şimdilerde terörle mücadelenin sembolü sayılan Amerika Birleşik Devletleri en büyük terörist devlettir. Tabii en büyük teröristin ‘terörle mücadelenin sembolü’ sayılması da rahatsız edici bir ironidir…
İkinci emperyalistler arası savaş sona ermek üzereyken ABD Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası attı, anında 220 bin insan öldü, geri kalanlar da radyoaktif zehirlenmeye maruz kaldı… Arjantin’de Amerikancı askeri cunta 1978-83 aralığında 20 binden fazla muhalifi uçaktan okyanusa attı… Ona ‘insan yağmuru’… dendi… Türkiye’de faili meçhul cinayet, gözaltında kayıplar denilen de basbayağı bir devlet terörüdür… Binlerle ifade edilen ‘faili meçhul cinayet’ olur mu? Gözaltında kayıp diye bir şey olur mu? İnsanlar gözden kaybolmasın diye gözaltına alınmıyor mu? Gözaltında kayıpların ne demek olduğunu merak edenler Cumartesi Anneleri’ne baksın…Bu tür vahşetleri herhangi bir terör örgütü gerçekleştirebilir miydi?
İsrail Gazze’yi hiç ara vermeden 1948’den beri, 75 yıldır, cezalandırıyor … İnsanları katlediyor, işkence ediyor, aç-susuz bırakıyor, evini başına yıkıyor, suyunu elektriğinin kesiyor, hastanelerini bombalıyor… 1967’den beri bir milyon Filistinlinin en az bir kere hapse atıldığını bu dünyada kaç kişi biliyor… Hapsedilenlere Siyonist- Apartheid rejiminin nasıl davrandığını da merak eden var mı?
Masum insanları kolektif cezalandırma, sömürgeci güçlerin ekseri başvurduğu bir taktiktir… Uygar Batı onu Amerikan Yerlilerine karşı, Filipinler’de, Vietnam’da, Almanlar Nabibya’da, İngilizler Kenya’da, İkinci Emperyalistler Arası Savaş’ta Naziler Sovyetler Birliği’nde işgal ettikleri bölgelerde insanlık suçu işlemekte tereddüt etmediler… İsrail de aynı yolu izledi… Baskı, şiddet, terörle kurulmuş bir rejim varlığını ancak devlet terörüyle sürdürebilir ki, 75 yıldır İsrail’in yaptığı o… Uluslararası hukuka göre, tüm sömürgeleştirilmiş halklar gibi, Filistin halkının silahlı direnme hakkı olduğunu teslim etmek gerekir… Aksa Tufanı saldırısını ‘terör saymakla’ iş bitmiyor… Kaldı ki, tüm terörist eylemler aynı derecede mahkûm edilebilir mi? Edilmeli midir? Mesela bazıları ahlâken haklı sayılamaz mı?
Filistin halkının var olma hakkı var ama Siyonist-kolonyalist- Aparthheid rejiminin öyle bir hakkı yok… Sorun Netanyahu’yla başlamadı, ondan sonra da bitmiş olmayacak!
(1) Daha fazlası için, bkz: Fikret Başkaya, Asıl Terör Devlet Terörüdür… Bu yazı dava konusu yapıldı. ‘Terör örgütü propagandası” yapmaktan 7,5 yıl hapis talebiyle yargılandım… ozguruniversite.org’dan ulaşılabilir…