Ahmet Güneş
Bir yerlere yetişme telaşı ile bir şeylerden taviz verme, bir başka yola sığınma heyecanı, yani her seçenek bir vazgeçmeyi peşinden sürüklüyor. Duru bir suda bir dalganın gelmesiyle kirli bir su gibi kıyıya varmak. Netice bazen hüsran diye bitirir serüveni. Engel ya da bent, ikisi de kendine yakışan rolleriyle hayatın içinde, bizimle. Zaten uzak diye bir şey kalmadı.
Tadı kaçtı her şeyin, kelimesinin, adının çağırışıyla. Her nesne, her canlı isminden başka, lakabıyla çağrılıyor. Bir sesin uzaklaştıkça harflerini düşürmesi gibi. Benzetmelerin de canı çıksın. Benzetmelerin canı da can yakıyor zaten. Her harekete bir anlam, her davranışa bir kelepçe, her soruya bir cevap. Dünya nasıl da tek bir yaşama dar geldi. Soru anlamında değil, imdat anlamında.
Kavgaların alkışlayanı, savaşların suskunları var. Hayat ekonomisini öyle yarattı, o kadar harcıyor. Etkinin tepkiyi alaşağı etmesiyle, tepkinin kendine hayretiyle dönüyor bu dünya. Herkes en az bir defa şahit olmuştur dünyanın döndüğüne. Herkes bu yüzden alışmıştır burada olanlara. Şaşırmamak bir tepki olmaktan kovulmuştur.
Bir atın özgürlüğü, bir güvercinin havadaki aidiyeti, kargaların kaldırımlarda yürümeleri, martıların çöpçülüğü, köpeklerin trafik kurallarını öğrenmeleri, seyahat özgürsüzlüğü. Günlük yaşam herkesi herkesin yalancı tanığı yapıyor. Nezaket ve zarafet izafiyet teorisine emanet. Arkası gelmesin dediğimiz, ardımızdan gelmesini dilediğimiz yan yana değil, başka yolların yolcusu. Dünya ve insan birbirini sevmeyi öğrenemedi. Ne geçmişte kaldı savaş, ne gelecekten uzak bir yerde.
Görmek istediğimiz ve göremediklerimiz, gördüklerimizin sisinde. Bazen de bir ateşin dumanında, kaynayan bir şeyin buharında, sigaranın ve çölün serabında. Buhar çok ateşli bir kelime, oradan gelip kısalttı sürüp gidenleri. Övgü ile sövgü arasında bir mevzide. İnsanla eşyanın savaşı, bu çağda bir düello. Varsın yetişsin, varsın yetinsin. Allak bullak bir serzeniş, bir dilenci ağıtı ile bir isyancının tavrı.
Kovalanıyor yenilmeyen, her yerde ve her coğrafyada. Bu yüzden, bunca olan bitene rağmen yenilmeyen dolaşıyor her yerde. Kimine rüya, birilerine kâbus. Yer değiştiren ve yerini terk eden, yerini beğenmeyen de kovalanıyor. Gitmenin birçok adı var, kalmanın birçok manası. Yuvarlanıp hiç bilmediği bir ovaya oturan bir kaya, manzaraya mahkûm bırakılıyor.
Kapı ve anahtar, araya giren hırsız. Aşk ve mutluluk, araya giren ayrılık. Savaş ve barış, arada yitip giden zaman. Keşkeler, yeniden yenilmeye aday olmak, sebepler, engeller ve daha neler neler. Anlatır mı aslında olanların, olanların yıktıkları, olanların değiştirdikleri, olanların unutturdukları. Domino taşları gibi her temas bir tepki. Her hareket bir netice.
Her hayatın umduğu ve umduğunda boğulduğu bir yer var. Beklentisini savunamayan, gölgesinden kaçan herkes karşılaşır bir gün unuttuğu umutlarla. Olmasını istediğimize başka bir ikamet verildi. İstikrarını kaybeden ezberler, itibarını arayan telkinler kuşattı her tarafı. Hasar almış başlangıçlarla adımlar atılıyor.
Başından sonuna diye bir şey kalmamıştır. Akıp giden bir dünya piyasasında değişen az şey oluyor. Değişirken değiştiremediğinle tek kelepçeyle beraber yürümek, beraber duvar dipleri. Neler oluyor neler. Her güne bir vahşet, herkese bir tehdit ısmarlayan küflenmiş bir zalim, kendine rütbe belirliyor. Saçmalığın bir sınırında derin bir sığlık var. Şükür ki her tehdidin bir cevabı, her vahşetin de bir sonu var.
Haftanın kitap önerisi: Ergun Sibel Yücel- Marlene Schäfers, Ez Gazîn İm / Aram Yayıncılık