“Bu koşullarda, sözlerim sadece işçilere: Teslim olmayacağım! Bu tarihi dönemeçte, halka olan sadakatimin bedelini hayatımla ödeyeceğim. Ve onlara, binlerce Şililinin tertemiz vicdanına serptiğimiz tohumların kuruyup gitmeyeceğinden şüphem olmadığını söyleyeceğim. Güçleri var, bizi ezebilirler. Ancak toplumsal dönüşümler ne suçla ne de güçle bastırılabilir. Tarih bizimdir, tarihi toplumlar yapar.”
Elinde Fidel’in hediyesi olan silahıyla yaptığı son radyo konuşmasında halka seslenen bu adam, Salvador Allende’ydi. Çok değil, birkaç saat sonra başkanlık sarayı bombalanarak darbeciler tarafından zapt edildiğinde, gerçekten de onu canlı ele geçiremediler. Son anlarında düşmanlarına büyük bir ahlaki ders veren Allende’nin ölümü kendisine bildirildiğinde cunta şefi Pinochet’in tepkisi kayıtlara şöyle geçti: “Cesedini bir tabuta koyun ve ailesiyle beraber Küba’ya gönderin, herifin ölüsü bile bize problem çıkarıyor.”
Gerçekten de öyle. Ölüsü bile ‘problem’ oldu dünyadaki bütün faşistler için…
Yoksulların başkanı
Zengin ama politik bir ailenin çocuğuydu o. 26 Temmuz 1908’de Valparaiso’da dünyaya geldi. Daha lisedeyken marksist düşüncelere doğru kaydı, daha sonra tıp fakültesine girdiğinde de hızla öğrenci federasyonu başkan yardımcılığına yükseldi. 1932’de mezun olduktan sonra ise Sosyalist Parti kurucularından biriydi. 1937’de ise artık milletvekiliydi. ‘Yoksulların bakanı’ sıfatını da Sağlık Bakanlığı döneminde kazandı.
Yaşamı boyunca 4 kez başkan adayı oldu. İlk üçünde (1952, 1958, 1964) istediği sonuç çıkmadı. 4 Eylül 1970’teki dördüncü girişiminde ise daha da genişleyen Unidad Popular’ın (Halk Birliği) adayı oldu ve bu kez, açık bir zafer elde etti.
Ancak daha ilk anda, ABD planlarını yapmaya başlamıştı bile. Ulusal Güvenlik Danışmanı Kissinger, Başkan Nixon’a yazdığı notta “Eğer Şili’deki kaynakların yeniden dağılımı konusunda başarılı olursa, diğer ülkeler de aynı şeyi yapar” diyordu.
Bu, dünyada ilk kez seçim yoluyla sosyalist bir iktidar kurma denemesiydi ve Allende, devlet mekanizmasını tümüyle parçalayıp yenisini kurmadan çıktığı yolun bütün güçlük ve tuzaklarını yaşadı. Burjuvazi ve dış destekleri, kısa sürede ülkeyi cehenneme çevirmeyi başardı. Durumu toparlamaya çalışan, bakır madenlerini millileştirme gibi adımlar atmaya başlayan hükümet, artan enflasyon ve bazıları CIA tarafından organize edilen grevlerle sarsılmaya başladı. Bu arada, kendine ait silahlı güçleri olmayan iktidar, askerle uzlaşma yolu ararken, darbe hazırlıkları başlamıştı bile. Allende’nin ise somut gücü yoktu ve sürekli bağlılık yeminleri eden Pinochet’e güvenmek zorundaydı.
Akbabaların günü
Böylece 11 Eylül 1973 sabahına gelindi. Sabah 06.00’da abluka başlamıştı. Allende, başkanlık sarayına geçtiğinde, hala Pinochet’in ihanet etmemiş olduğunu düşünüyordu. Oysa Pinochet, çoktan darbeye katılmıştı bile, ilk cunta bildirisinde onun da imzası vardı. Hemen ardından, Allende’ye ‘teslim ol’ çağrısı yapıldı ve bütün ülkede sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
09.55’te ilk çatışmalar yaşanırken artık tanklar da devredeydi. Saat 10.00’da Allende’ye, istifa ederse istediği bir ülkeye gidebilmesi için uçak hazırlandığını yeniden bildirdiler. Kesin olarak reddetti ve silahıyla çarpışacağını söyledi. Saat 10.10’da yeniden teslim olması istenen Allende bu kez teklifi küfürle karşıladı ve yayında olan tek radyoya bağlanarak o son konuşmasını yaptı. “Magallanes Radyosu büyük ihtimalle susturulacak ve sesim size ulaşamayacak. Bu önemli değil. Siz beni duymaya devam edeceksiniz. Her zaman yanı başınızda olacağım. En azından, şerefli ve sadık bir adam olarak hafızalarınızda kalacağım” diyordu.
Teslim olmayan bir ruh
Son olarak saraydaki kadınların ve silah kullanmayı bilmeyenlerin tahliyesi gerçekleştikten sonra, uçaklar bombardımana başladı. Yine de 13.30’da bile Allende hala saraydaydı ve ele geçirilememişti. Nihayet 13.45’te Allende, herkesle vedalaşarak yanındakilerin tümünü gönderdi ve odasına girdi.Bundan sonrası bilinmiyor. Cunta onun intihar ettiğini ilan etmekle birlikte gerçek durum hala karanlıkta kalmaya devam ediyor.
Aynı gün, saat 18.00’de ise daha seçilmiş başkanın kanı kurumadan General Pinochet başkanlık yemini ediyor ve Şili’nin en karanlık dönemini başlatıyordu.
“Bunlar benim son sözlerim. Fedakârlığımın boşuna olmadığından eminim. Sonunda, en azından, suçu, alçaklığı ve ihaneti cezalandıracak bir ahlak dersi olacak.”
En son cümleleri buydu onun. Marti’nin dizelerini hatırlatıyor bize hep: “Varsın hainleri gizlesinler soğuk bir taş altında / Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında / Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim.