Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlara dair sunulan tüm modellerin ‘sistem odası’ dışına çıkmadığını belirten HDP’li Temelli, ‘Çözümün adresi sistem eleştirisi yapan Öcalan’dır’ dedi
Sadık Topaloğlu
Türkiye uzun bir süredir ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarla boğuşuyor. Krizin temel kaynağının iktidar olduğu sıkça ifade edilirken, çözüm için çıkarılan “ekonomi paketleri” ise halkın değil sermayedarların cebini doldurmaktan öteye geçmiyor. Krizin aşılması Çin ekonomistlerden siyasi partilere kadar çok sayıda çözüm modeli sunulurken, bunlar “sistem içi çözüm modelleri” olmaktan öteye gitmiyor. PKK Lideri Abdullah Öcalan ise “Demokratik Uygarlık Çözümü” kitabında sorunun sistem sorunu olduğu belirterek dıştan bir çözüm modeli öneriyor.
HDP Milletvekili Sezai Temelli Öcalan’ın sunduğu 9 maddelik tespit ve önerileri değerlendirdi.
- *PKK Lideri Öcalan kapitalizmi tanımlarken “Kapitalizm ekonomi değil iktidardır” diyor. Yine zor aygıtı olduğu sürece ekonominin düzelmeyeceğini ifade ediyor. Bu belirlemeden ne anlamamız gerekir?
Bu ifade çok güçlü bir şekilde bir sistem eleştirisi barındırıyor; çünkü bu sistemin savunucuları, ideologları, özellikle liberal düşünce çerçevesinde ekonomi ile siyaseti birbirinden ayırır. Dolayısıyla da bu iki alanın birbirinden bağımsız hareket ettiği; ekonominin kendi yasalarının olduğu ama siyasetin düşünce sisteminin farklı bir minvalde geliştiğini, sürekli doktrinler olarak ileri sürer. Bütün iktisat bilimi de özellikle bayağı iktisat düşüncesi üzerinden yükselir ve olabildiğince ekonominin kendi çalışma dinamiklerini piyasa aklına teslim ederek, mükemmel piyasa çözümlemeleri ile bir ekonomi dünyası anlatır. Dolayısıyla piyasada olana herkesin rıza göstermesine salık verir. Oysa gerçek hayat böyle değildir. Piyasa, ekonomi dediğiniz şey siyasetten bağımsız değildir. Siyasetin ilişkilerinin dışında gelişmesi mümkün değildir. Siyasetin ilişkileri de ekonomiden yalıtılarak ele alınıp düşünülemez, geliştirilemez. Siyaset dediğiniz şeyin içinde iktidar ilişkileri vardır. Dolayısıyla da kapitalist ekonomik çevrim, ekonomik ilişkiler aslında bir iktidar ilişkisidir, siyasetin üretim mekanizmasıdır. Ekonomi ve siyaset bütünlüğü ve bunun yönetsel yapısı bütün olarak ele alınmalıdır. Burada ileri sürülen tez bu anlamıyla kapitalist sisteme, ekonomisine, siyasetine, iktidar biçimlerine yönelik güçlü bir eleştiriyi barındırır. Buradan hareketle de kapitalizme yönelik eleştirileri ortaya koymak ve bunu aşan bir ilişki ağını konuşmak için de bize bir yol gösterir.
- Nedir bu?
Özellikle 1960’larda bio-politika, bio-iktidar ilişkilerinin çokça ileri sürüldüğü, tezlerinin ortaya konduğu bir dönemde; siyasetin kendi özgün alanında yükseldiği, buna yanıt oluşturmaya çalıştığı bir süreci hem bilim hem de entelektüel dünyada yaşadık. Siyasetin özgünlüğünün yükselişi, ekonominin özgünlüğüne bir yanıt üretiyordu ama yine bütünlüklü bir ele alma halinin yokluğu söz konusuydu. Öcalan tezi aslında bio-ekonomi politiği ve buna bağlı biçimlenmiş iktidara dair de bir tez ileri sürmüş oluyor. Yani ekonomi politik dediğimiz meseleyi, iktisadi ve siyasi değişkenlerin tümünü bütünlüklü ele alarak yorumlayıp, bir iktidar örgüsü içinden okuyor. Bu çok önemli bir tez; özellikle de neo-liberal dönemde, bunun çok daha belirgin olarak hissedildiği bir dönemde, bunun yanıtının tam da bu düşünce çerçevesinde üretildiğini söylemek mümkün.
- Öcalan, işsizliğin bilinçli yaratılan bir süreç olduğunu, artık-değerden kâr oranını yüksek tutmak için daima bir yedek işsizler ordusunu devrede tutmak, hatta yoksa yaratmak zorunda olduğunu söylüyor. Buna ilişkin karınca örneğini veren Öcalan’ın bu tanımlamasını günümüz Türkiye için nasıl yorumluyorsunuz?
Şimdi bu kavramları bir araya getirip bir analize tabi tutmak, buradan bir düşünce sistematiği oluşturmak çok önemli. Kapitalizmi iktidar olarak tanımladığı andan itibaren bir de şu meseleyi ele alıp ortaya koyuyor; artı değer üretimi. Dolayısıyla artı değer üretiminin salt iktisadi çarkların içinde var edilmediğini, bunun ötesinde toplumsal emeği ve onun yapılandırılması ve bunun üzerine iktidar ilişkilerinin oluştuğu bir yerden bir artı değer üretimi ve artı değer dolaşımı, yeniden paylaşımı mekanizmalarına işaret ediyor. Dolayısıyla da sistem, ürettiği artı değer ve buna bağlı olarak geliştirmiş olduğu iktidar ilişkilerini sürdürebilmek adına aslında toplumu düzenliyor. Bu düzenlemenin içinde, işsizlik dediğimiz bir meseleyi de ortaya çıkartıyor. Bu anlamıyla işsizlik, üretilmiş bir mesele. Eğer biz kapitalizmi aşan bir yerden ekonomiyi ele alabilirsek, işsizlik dediğimiz meselenin de çözülebileceğine işaret ediyor. İşsizlik, kapitalizme o iktidar ilişkilerine, ekonomi politiğe ait bir mesele. Karınca örneğini de tam da burada veriyor. Biz topluma ait toplumsal değerleri gözeten yerden bir ekonomi politiği var edebilirsek, buna bağlı olarak bir siyaset ilişkisi üretebilirsek, işsizlik kendiliğinden ortadan kalkacak.
- Tüccarı tekel, devlet, ordu ve bürokrasi olarak tanımlayan Öcalan, krizin temel kaynağının iktidar olduğunu belirtiyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Tam da böyle liberal düşüncenin, iktisat anlayışının yaratmış olduğu girişimci tiplemesine verilecek en güçlü yanıtlardan biridir. İktisat bize; girişimciyi yaratıcı, -kaynaklarını etkin kullanır, bankadan kredi alır, verimli kullanır- bu sayede toplum gelişir, teknoloji gelişir diye anlatır. Kısacası girişimciyi, yatırımcıyı bize mucize kişilik diye anlatırlar. Aynı zamanda bu bir tüccardır. Aslında bunun kim olduğunu belirten, maskelerini söküp atan bir tanımlamadır. Bunun arkasında bütün güç ilişkilerinin saklı olduğunu bu kimlikle bize açıklamış oluyor. Tüccar eşittir dediğinde orada sermaye, siyaset, ekonomi bütünlüğünü ve çalışma prensibini bize anlatıyor. Ordu dediği aslında devletin şiddet aygıtını, hazine dediğinizde de devletin iktisadi aygıtını, girişimci dediğiniz de piyasanın buna eklemlenmesini bir tüccar kimliğiyle tarif ediyor. Burjuvazinin tüccar, sanayici, iş insanı gibi profillere baktığımızda bunların devlet bankalarıyla, kamu kredileriyle ya da kamu ihale sistemi içindeki rollerine baktığımızda görebiliriz. Türkiye’de çeşitli sermaye kesimlerine baktığımızda bunların en fazla nemalandıkları alanın yol, nükleer santral ihaleleri, savaş sanayisinde nasıl bir bütünlük olduğunu görmemiz mümkün. Bu da iktidarın ister ulusal ölçekte ister küresel ölçekte yeniden üretmesinin yolunun kapitalist ilişkilere bağlı olduğunu gösterir.
- Öcalan, hegemonik sistemin varlığını sürmesini “Aç bırak, hastalığını ve felaket halini kullan! Üstüne üstlük kurtarıcı melek ve hatta tanrısı olduğunu kanıtlamış olursun” sözleriyle tarifliyor. Bugünkü iktidarın hem pandemi hem de diğer politikalarına bakarsak bir benzerlik var mı?
Bugün hegemonik sistemin kurtarıcı melek rolünün günlük hayattaki karşılığını sosyal yardım programlarında görüyoruz. İnsanları muhtaç bir yaşama mahkûm edip, -o muhtaçlığı yaratan devlet- onu ortadan kaldırmak için sosyal yardım programı oluşturuyor. Bu program tümüyle yoksulluğu sonlandırmıyor. Size bağımlı kılan, biat etmenizin baskısını oluşturan sosyal yardım programları. Bunu sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada devlet eliyle bir sosyal yardım programının düzenlendiğini görürüz. Ve buna da sosyal devlet adı veriliyor. Yani açlıktan ölmemesi için kişiye sosyal yardım programıyla her ay hazineden belli bir yardım yapıyor. Sonra ‘Kapına kömür bırakıyorum, halk ekmek gibi sistemler kuruyorum’ diyor. İnsanlara bunların hepsi bir iyilik gibi gelebilir. Oysa vazgeçtiği haklara bakması lazım. Neden vazgeçiyoruz, karşılığını neyle telafi etmeye çalışıyoruz. Vazgeçtiğimiz esasında bizden alıp götürdükleri, bizi yoksulluğa mahkûm eden sistem. Karşılığının telafisi ise o muhtaçlığın, yoksulluğun telafisini sağlayacak kapımıza bırakılan yardım kutuları ya da ramazan da kurulan çadırlar, yaşlı bakım parası, çocuk yardımı gibi. Sosyal devlet dediğiniz şeyin en gelişmiş formlarını Danimarka’da, İskandinav ülkelerinde görmeniz mümkün.
- Peki, dönüp baktığınızda o toplumlar bütün bu söylediğimiz meseleleri aşmış toplumlar mı?
Hayır. Orada da kısmen yoksulluk da işsizlik de adaletsizlik de görmek mümkün. Fakat merkantalist emperyal bir sistemle yükün önemli bir bölümünü çevre ülkelere aktarmış oluyorlar. Dolayısıyla bugünün dünyadaki paylaşım ilişkilerine baktığımızda en büyük maliyeti, en büyük yoksulluğa katlananların Ortadoğu halkları ve Kürt halkının olduğunu görüyorsunuz. Tabii ki Almanya’da toplumun refah düzeyinin daha iyi olduğunu görüyoruz. O toplumsal maliyetleri telafi ettiği yollardan biri, Ortadoğu’da yürütülen savaşa satmış olduğu silah. Yani silah sanayisi ve ticareti küresel ölçekte nasıl bir iktidar ilişkisinin var olduğunu bize gösteriyor. Dolayısıyla o melek görünümlü devlet veya sivil toplum kuruluşları eliyle insanların kapıyı çalıp size yardım olarak ulaştırdığı şey aslında o büyük soygunu kamufle eden veya buna karşı itirazların gelişmemesi aracı haline dönüştü diyebiliriz.
- Öcalan nasıl bir çözüm modeli öneriyor?
Her şeyden önce bu iktidar ilişkilerine karşı, başka bir ilişki kümesini ortaya koyuyor. Demokratik ulus anlayışıyla, meseleyi ele alan, demokratik toplum üzerinde yoğunlaşan tezlerini bir arada değerlendirdiğinizde, ‘Kapitalizm bir iktidar adresidir, o zaman bu iktidarın yıkılması gerekiyor’ tezi öne çıkıyor. Yani antikapitalist bir perspektifi önermek gerekiyor. Fakat bu antikapitalist perspektifi önerirken de üçüncü yolu dile getirirken de üretim ilişkilerini, ulus devlet ilişkilerini koruyan bir çerçevede bir sosyalist proje olarak önermiyor. Tam da ulus devlet formuna karşı bir üçüncü yol öneriyor. Sosyalizasyon projesi, yeni bir sosyalist anlayışıyla bunu dile getirmiş oluyor. Çünkü her şeyden önce, artı değer üretiminin nasıl olacağı ve nasıl paylaşılacağına dair karşı tezleri var. Demek ki bu yeni bir sosyalizasyon çağrısıdır. Ama bu sosyalizmi; reel sosyalizm, ulus devlet ve kapitalist üretim ilişkilerinden kurtarmak gibi de bir derdi var. Özellikle toplumsal emeğe, topluma, ekolojiye ve kadına yaklaşımı bu tezleriyle yaşamın her alanına işleyebilecek. Sadece üretimdeki işçi sınıfını -yani mavi yakılı ücretli emeğin kurtuluşundan öteye- bir toplumsal kurtuluş olarak ele almak istiyor. Burada tabii ki ekolojik çözümle beraber bütünlüklü çözümü sağlaması yaşamın, insanlığın geleceği açısından da önemli bir tez olur.
- Kısa vadede bugün ekonomik kriz için Öcalan bir çözüm adresi olabilir mi?
Evet olabilir. Bunun için felsefe ya da ideolojik tartışma yapmaya gerek yok. Sadece 2013-2015 çözüm sürecinde yaşanan müzakereyi herkes biraz hatırlarsa, bugün bu sıkışmışlıktan çıkmak adına da neyin önemli olduğunu görmek mümkün. ‘Muhatap Öcalan’dır’ dediğinizde, oradaki muhataplık bir sihirli değnek işareti değil. Ama bir çözüm yolunun açılması için ilk ve önemli bir adım. Nerede kitleniyoruz? Sistem nasıl kendini bu iktidar ilişkilerinde yeniden üretiyor? Tabii ki savaş politikalarıyla ve bu alandaki sermaye birikimleriyle kendini yeniden üretiyor. Bugün Türkiye’ye, topluma, siyasetine baktığınızda da bu şiddet egemenliğini hegemonyanın buradan biçimlendiğini çok net görebiliyoruz. Bu yüzden günlük siyasetin açmazlarından, sıkışmışlıklarından, bu boğulma hallerinden çıkmak için bence önemli bir başlangıç noktası yine İmralı gözüküyor. Ben bu tezleri, neden savunuyorum, çünkü bunu ortadan kaldırabilecek, bunun yerine geçebilecek başka bir şey tartışabiliriz. Ama başka bir şey üretilmiyor. Siyasetin bütün konuşmaları, sistemin içinde sıkışmış oluyor. Sistem odasının dışına çıkmıyorlar. Öcalan o odanın içinde kaldığı sürece, bütün hikâyeler istikşafi görüşmelere benziyor. Oysa şimdi çözümün üretileceği adres, çok net bir şekilde kendini bütün sisteme gösteriyor ki Ortadoğu’dur. Ortadoğu’da bu ilişkiyi yönlendirecek, bir siyasi erk, siyasi düşünce olarak da özellikle Kürt meselesinde çözümünün başlangıç konumuna taşımalıyız. Aynı zamanda ‘Bu sorunun çözümünde ne yapmalı?’ sorusunun yanıtını veren bir siyasi kimliktir.