HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, “Onlar bir gemide ama batan bir gemideler. Biz o gemide değiliz” dedi. “Çözüm mahallemizde, işyerimizde hep birlikte direnişi örgütlemede” diyen Temelli, partilerine dönük bütün eleştirileri hassasiyetle değerlendirdiklerini söyledi.
İktidar partisi AKP’nin seçimden sonra da hedefine koyduğu Halkların Demokratik Partisi (HDP), aynı zamanda toplumsal beklentiler açısından muhalefetin de, demokrasi güçlerinin de, halkların da gündeminde. İktidar, son 2-3 yılda salt bir parti olarak HDP’yi değil, HDP’nin oturduğu zemin, dayandığı projeyi de hedefine koyarak, muhalefete ve topluma gözdağı vermeyi politikasının olmazsa olmazı yaparken; toplumun HDP’den beklentisi ne? HDP’nin 24 Haziran özeleştirisi nedir? HDP ekonomik krize nasıl bakıyor, çözüm önerileri var mı? HDP’nin yol haritası nedir? Mücadele hattını nasıl örecek? Yerel seçimlere yönelik bir hazırlığı var mı? Demirtaş’ın makalesi parti içinde nasıl karşılandı? gibi soruları HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Hayri Demir – Selman Güzelyüz’e değerlendirdi.
İlk olarak, geride kalsa da bugün hala sonuçları tartışılan 24 Haziran seçimleri açısından “Biz şu konuda eksik kaldık” dediğiniz bir durum var mı, partinizin özeleştirisi hangi noktalar üzerine olur?
2018’de yaptığımız kongremizi özeleştiri üzerine oturttuk. Halkımıza verdiğimiz özeleştiri üzerine oturttuk ve buradan yol aldık. Önümüzdeki dönemin mücadele hattını, özellikle faşizme karşı mücadele hattını da buradan ördük, yapılandırdık. Böyle bir süreç içerisindeydik. Erken seçimleri bekliyorduk, fakat bu kadar baskın, bu kadar erken bir seçim tabi ki panik seçimdi. Bu panik seçim beklediğimizden çok daha önce 24 Haziran’da gerçekleşti. Bu seçim süreci HDP’ye karşı devletin bütün olanaklarıyla, şiddetiyle, baskısıyla sürdürdüğü bir seçim süreciydi. HDP her şeye rağmen önüne koyduğu hedeflerden biri olan barajı yıktı. Parlamentoya girdi. Amaç tabi sadece parlamento değil, parlamento girmek, barajı yıkmak 400 vekil olanağını Erdoğan iktidarına tanımamak büyük önem taşıyordu. Bunu başardık. Bu başaranının arkasında tabi ki başta Kürt halkı olmak üzere bu mücadeleye gönül verenlerin azimli, kararlı duruşu vardı.
Fakat bu seçimlerin diğer tarafı Cumhurbaşkanlığı seçimleri söz konusuydu. Burada tüm muhalefet partilerine önemli bir çağrıda bulunduk, dedik ki “Herkes kendi adayıyla çıksın, olabilecek en güçlü şekilde ikinci turu hedeflesin ki birinci turda Erdoğan’ın kazanmasını engelleyelim ve ikinci turda da olası ittifaklarla bu ceberut iktidardan hep birlikte kurtulalım.” Fakat maalesef en önemli sorunlardan biri faşist bloğu geriletme konusunda bunu başaramadık. Özeleştiri konularından biri budur.
Neden başarılı olunamadı?
Bu tabi ki sadece HDP’nin yanıt verebileceği bir şey değil. Tüm toplumsal muhalefetin bu konuyu ele alıp değerlendirmesi gerekiyor.
Erken seçim sonrası yeni sistemle birlikte “Parlamentonun artık bir anlama kalmadı” diyenler çok fazla. Bu sistem içinde parlamentonun bir anlamı var mı, parlamentoda işleviniz ne olacak?
Bir kere 400 vekil vermemek önemliydi. Çünkü 400 vekili yakalamak şu anlama gelecekti; Anayasa’yı istediği gibi değiştirmekti. Bu andan itibaren de KHK’lerin Anayasa denetiminden kaldırılması demek aslında suç işlemek özgürlüğüne sahip olmak demek. Bu şu anlama geliyor: Zaten şiddet tekeli olan devlet suç özgürlüğünü de ele geçirdiği andan itibaren otoriter rejim giderek açık diktatörlüğe doğru yol alabilirdi. Bunu engellemek büyük önem taşıyordu. Bunun ne kadar kıymetli bir şey olduğunu önümüzdeki süreçte hep birlikte yaşayacağız. İkinci bir önemli konu, tabi ki parlamento eski sistemdeki gibi bir işleve sahip değil ama parlamento HDP açısından itirazını seslendireceği, toplumsal muhalefeti taşıyacağı bir kürsüdür. Orada hakikatin sesini, emekçilerin, kadınların, Kürt halkının sesini oraya taşıyacağız.
Bunu nasıl yapacaksınız? Bir yandan da “Sokağı örgütleyeceğiz” diyorsunuz. Sokak neden gerekli, sokaktaki mücadele hattınız ne olacak, bunu nasıl kullanacaksınız?
Bütün siyaseti parlamentonun içerisine sıkıştırmayacağız. Biz sokaktayız, sokakta olacağız, toplumsal muhalefetin odağında olacağız. Öncü rolümüzü işleyeceğiz. Bu sisteme karşı mücadelemizi olduğumuz her yerde örgütleyeceğiz.
İçinde bulunduğumuz bu sistemi iyi anlamamız lazım. Bu otoriter rejimi her yeri ele geçirdiği tüm toplumun, halklarımızın haklarını gasp ettiği bir düzlemle karşı karşıyayız. Bunu sürdürdüğü iki tane önemli ayak var. Birisi, Kürt düşmanlığı ve buna bağlı savaş politikaları; diğeri yandaş sermaye grubuyla beraber yol aldığı yolsuzluk ekonomisidir. Her ikisine karşı, savaşa karşı politikalarımızla da, bu sömürü ve talana karşı politikalarımızla da bu otoriter rejimine karşı mücadeleyi örgütleyeceğiz.
Nasıl yapacaksınız?
Ne yapmamız gerektiğini biliyoruz. Bir kere mücadele edeceğiz. Nasıl yapacağımızın yolu da mahallede, işyerinde, sokakta, olduğumuz her yerde bu sistemden mağdur olmuş herkesi yan yana gelmeye, mücadelede buluşmaya çağıracağız. Bir dayanışma ağı öreceğiz ve bu dayanışma ağında buluşanların direnişini örgütleyeceğiz.
24 Haziran seçimlerinden önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Türkiye’nin 2019’u beklemesi mümkün değil” ve erken seçim geldi; kriz seçimden sonra ABD’li Pastör Andrew Brunson gerekçe yapılarak patlak verdi. AKP iktidarı bu krizi ABD’ye yıkarak, “Dünya devine dik duran” bir imaj yaratıp, yerel seçimleri erkene, hatta tarih verilerek Kasım’a alınacağı söyleniyor. Ne düşünüyorsunuz? Böyle bir hesap olabilir mi?
AKP seçimleri kendisi için en yüksek faydayı sağlayacak zamanda yapmayı planlar. Haziran’a seçimleri çekmesinin nedeni de buydu. Şimdi Kasım’da, Aralık’ta yarar görüyorsa erken yerel seçimi buraya çekmeye çalışacaktır. Seçimlerin tarihi önemli değil. Hangi koşullarda nasıl seçimlere gittiğimiz önemli.
Peki, sizin yerel seçimler için bir hazırlığınız var mı?
Tabi yerel seçimler ve örgütlenme çalışmalarımız bu mücadele hattımızın içine oturuyor. Tıpkı 24 Haziran seçimleri nasıl ki mücadele hattımızın içinde şekillenmişse, kısmen başarılı olmuş, kısmen faşizme karşı bloğu geriletme konusunda başarısız olmuşsa da mücadele hattımızı güçlendirmiştir. Özeleştiri konusu bugünlerde çok dile getirilen bir konu. Bu konuda eksikliklerimiz çerçevesinde özeleştirilerimizi verdik. Çok önemli toplantılar yaptık. Özeleştiri vermeye de devam edeceğiz. Buradan aldığımız güçle de mücadelemize devam ediyoruz.
Koskoca bir kayyım coğrafyası var. Eğer yerel seçimlerden sağlıklı bir sonuç bekliyorsak bu kayyım coğrafyasını alt etmemiz, sonlandırmamız gerekiyor. Yerel seçimler hangi tarihte yapılırsa yapılsın biz bu yerel seçimleri 24 Haziran’ın ikinci turuna çevireceğiz. 24 Haziran’da nasıl ki ikinci tura kalınsaydı biz AKP iktidarını devirmek için bir hamle yapacaktık, şimdi yerel seçimlere de bu anlayışla yaklaşmalıyız. Önce kayyım coğrafyasından kayyımdan kurtulmalıyız, sonra merkezi iktidarı yani bugünkü tek adam iktidarını yerellerden kuşatmalıyız. Yerellerde iktidara gelmemiz ya da yerellerde AKP’nin iktidarını devirmemiz aslında ikinci turda yapamadığımızı yapabileceğimiz büyük bir olanağı sağlayacaktır. Bize büyük bir kapıyı açacaktır.
Bölgede kayyum atanan belediyelerden bahsettiniz ama Türkiye’nin batısı için HDP açısında nasıl bir ittifak zemini olacak ya da 24 Haziran seçimleri ekseninde HDP’nin bir ittifak arayışı olacak mı?
24 Haziran seçimlerine giderken de en çok karşımıza çıkan konulardan biri buydu. Yani ittifak yapacak mısınız, yapmayacak mısınız? O zaman da bu ittifak çalışmaları içinde olan herkese seslendik. Dedik ki “ittifak kulis olarak Ankara’da kapalı kapılar ardından yapılarak olacak bir şey değil.” Nitekim ikinci tura kalınmamasının sonuçlarını tam da bu eleştirilerimizde görmek mümkündür. Çünkü “Cumhur İttifakı” bloğuna karşı bir “Millet İttifakı” bloğunu gerçekleştirmek beklenen başarıyı getirmemiştir. Her ne kadar Muharrem İnce’nin oy artışı yüksek gözükse de aslında ikinci tura kalmayı gerçekleştirecek bir performans ortaya çıkarmadı. Neden? Çünkü blok anlayışı her zaman için yeterli sinerjiyi açığa çıkartamaz. O yüzden bütün hile ve şaibesine rağmen ikinci tura kalınabilirdi; bu blokçu anlayış bu türden pazarlıkçı ittifak anlayışları olmasaydı. Eğer biz bir ittifak arıyorsak, bu emek ve demokrasi güçleri ile halklarımızla tabanda gerçekleştirmemiz lazım. İlk adım, her şeyden önce buradan atılması lazım. Çünkü toplumun bütün kesimlerinin birbirine karşı hassasiyetleri var. Bu hassasiyetleri dikkate almadan yukarıda ittifaklar oluşturmanın bir karşılığı yok. Sonuçta bu hassasiyete sahip olan toplum sandığa gittiğinde o hassasiyetine uygun bir davranışta bulunacaktır.
Siz Kürt halkının hassasiyetlerini dikkate almadan bir ittifak şablonu oluşturuyorsanız bunun bir karşılığı olmaz. Çünkü bugün özellikle hem kayyım coğrafyasında olsun hem batıda olsun Kürt halkının sandığa yaklaşımı, aslında maruz kaldığı şiddetle ve ödediği bedelle çok alakalıdır. Dolayısıyla Türkiye’de demokrasi sorunu aslında Kürt sorunudur. Kürt sorunu olmadan Türkiye’de demokrasi sorununu aşmanın mümkün olmadığını defalarca dile getirdik. Biz bu bağı nereden kuruyoruz? Eğer seçim sonuçlarını etkileyecek en önemli güç HDP ise, HDP’nin dile getirdiği ilkeleri, politik söylemleri dikkate almak zorundasınız. Yok sayarak yol alamazsınız. Yok sayarak bu sorunları çözemezsiniz. Bu sorunların çözümsüzlüğünü Türkiye her anlamıyla yaşıyor. Ekonomik, siyasal ve toplumsal olarak da yaşıyor. Bu kriz sarmalı içerisinde faşizmin kurumsallaşması gerçekleşiyorsa bu biraz da bu hassasiyetlerin dikkate alınmamasından dolayıdır. Muhalefetin aczinden dolayıdır. Biz de bu nedenle diyoruz ki Türkiye’de gerçek muhalefet, toplumsal muhalefetin içinde yer alan HDP’nin muhalefetidir. Biz o nedenle ana muhalefet partisiyiz.
“Ana muhalefet partiyiz” demişken geçtiğimiz haftalarda “Faşizme karşı demokratik toplumsal muhalefet” çağrısı yaptınız. Bunun inşası için çalışmalarınız ne aşamada?
Çalışmalarımız devam ediyor. Çeşitli kurum ve yapılarla görüşmeler sürüyor. Demokratik siyaset cephesinde buluşmaya yönelik HDK (Halkların Demokratik Kongresi) ile birlikte yapacağımız çalışmalar var. Bunun planlaması yapıldı. Saha çalışmaları başladı. Diğer taraftan DTK’nin (Demokratik Toplum Kongresi) çalışmaları var. Özellikle bugün içerisinde bulunduğumuz topyekûn krizden çıkışın yol haritasını belirlerken bu demokratik siyaset buluşmalarını, toplumsal tabadan gerçekleşecek olan ittifakların büyük öneme sahip olduğunu biliyoruz.
Türkiye bugün bir tecrit koşullarında yaşıyor. Tecride karşı çalışmalarımız var. İmralı tecridinin sonlanmasına yönelik çalışmalarımız var. Bugün çok sayıda HDP’li ve bileşen partilerimizden arkadaşlarımız tutsak. Bunların özgürlüğüne kavuşması için çalışmalarımız var. Bugün mevcut bu rejime karşı mücadelemizi her alanda yükseltiyoruz.
Tecritten konu açılmışken PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşme konusunda İmralı kapıları, hem sizlere hem avukatlara hem de ailelere kapalı. İmralı tecridini neye bağlıyorsunuz, uzun bir süredir neden Öcalan’la görüşmenin yapılması engelleniyor, hem ülkedeki hem de Ortadoğu’daki bugünkü gelişmelerle bir bağlantısı var mı?
Kesinlikle. Bugün dünya siyasetinin merkezi Ortadoğu’dur. Ortadoğu, dünya siyasetine yön veren merkezdir. Bu merkezin en önemli dinamiği Kürtlerdir. Ortadoğu’da Kürtlere rağmen bir gelecek düzenlenemez. Düzenlenemediği için de kaos devam ediyor. Kaos içinde aslında süreç bir çözümsüzlüğe doğru eviriliyor. Biz şunu biliyoruz; tecrit aslında bir savaş politikasıdır. Savaşın sürdürülebilirliğine dair bir politikadır. Savaş politikalarının kendini beslediği bir alandır. O yüzden tecride karşı mücadele etmek aynı zamanda bir barış mücadelesidir. Savaş karşıtlığı mücadelesidir. Bunu Türkiye toplumuna yeterince anlatamadık. Bu da bir özeleştiri konusudur. Biz tecridi genellikle belli bir alanda ele aldık, değerlendirdik. Oysa bu topyekûn bir savaş karşıtlığı açısından önemli bir siyaset alanıydı. Şimdi bunu gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bunu çok daha güçlü bir şekilde Türkiye toplumuna, tüm kesimlerine ama sadece Türkiye toplumuna değil Avrupa’ya da, Ortadoğu’yu da anlatmak zorundayız. Suriye’de yaşananlar bütün bunları bize gösteriyor. Savaşın sonlanmasının en önemli yolu tecridi sonlandırmaktır.
Aynı zamanda alanınız olan ekonomiye girmeden HDP eski Eş Genel Başkanınız Selahattin Demirtaş, geçtiğimiz hafta bir makale yayınlayarak partinize yönelik kimi eleştiriler yaptı. Bu makaleye dair bir TV programında açıklamanız oldu. Hem makale hem de açıklamanız çok tartışıldı. Bu tartışmalar en çok da “yöntem” ve “özeleştiri” üzerine yapıldı. Bu tartışmaların odağı neydi?
Bu tartışmaların başlamasında benim söylediklerimin içinden alınıp sosyal medyaya taşınan ve buradan bir tartışma yaratmanın ve belli insanların kendi görüşlerini aktarması ayrı bir konu. Şunu ifade etmek gerekiyor; biz çok hukuklu bir araya gelmiş bileşeniyle, bireyiyle, çeşitli temsiliyetleriyle var olmuş bir partiyiz. Kökümüz HDK’ye dayanıyor. HDK de belli bir siyasi iradeye, bir anlayış ve paradigmaya dayanıyor. Bizim böyle bir hukukumuz var. Bu hukukun içerisinde belirlediğimiz teamüllerimiz var. Bu teamüllere uygun olarak yol alıyoruz. Dolayısıyla da kendi iç tartışmalarımızın nasıl evirileceğini ve bunlara yönelik neler yapıp yapmayacağımız bugüne kadar biriktirdiklerimizle var olmuştur. Bunu yaparken de bu güne kadar yan yana geldiğimiz birçok arkadaşımızla bu süreci ördük. Bunlardan biri de sevgili Selahattin Demirtaş’tır. Dolayısıyla bizim Selahattin yoldaşımızla bu anlamda bir ayrı gayrımız olamaz. Bazen yöntem olarak, bazen bu tür hataları biz de yapıyoruz, kendisi de yapıyor. Bunun olmaması tabi arzumuz. Cezaevi koşullarının farkındayız. Bu koşullarda tabi kısıtlı olanaklarla bir görüşme trafiğimiz var. Bazen yeterince bu anlamıyla sağlıklı iletişim kurulmamış olabiliyor. Bunların hepsinin farkındayız. Fakat sosyal medyada döndüğü gibi bir tartışma Selahattin Demirtaş ile aramızda söz konusu değil. Zaten olamaz. Kendisi de daha sonra yaptığı açıklamada, “Arkadaşlarıma güç vermek için” diyor. Tutsak olduğu günden bu yana tüm çalışmalarını bu duyguyla yaptı. Biz de bütün çalışmalarımızda başta Selahattin Demirtaş olmak üzere tüm tutsak arkadaşlarımızın özgür kalması için çalışmalarımızı yoğunlaştırdık. Bu anlamıyla bir sorun yok. Yönteme dair konuştuk, bunu da konuşabiliriz. Kendisi de konuşur, biz de konuşuruz.
Özeleştiri kısmına gelince de bağlamından kopartılarak ele alınıyor. O bağlamdan kopmuş hali söz konusu bile olamaz. Böyle bir şeyi ne ben kabul edebilirim ne başka bir arkadaşım kabul edebilir. Bu mücadele özeleştiriyle yürüyen, eleştiriyle yürüyen, kendisini bu anlamda yenileyen bir mücadele anlayışıdır. HDP bu mirasa sahip çıkan bir partidir. Dolaysıyla benim söylediğimi bağlamından kopararak ele alıp buradan tartışmak belli bir hakkaniyete sığmıyor. En azından bunu söyleyeyim: Kimsenin eleştiri hakkını da engellemek ya da ötekileştirmek derdinde değilim. Eleştiriler olacaktır. Hakaret içermediği müddetçe bütün eleştirileri hassasiyetle okuyoruz, değerlendiriyoruz.
Ekonomideki gelişmelere gelirsek, kriz hali sürüyor. İktidar, son dönemlerde ABD ile yaşanan gelişmelerle birlikte patlak veren krizden ABD’yi sorumlu tutarak, “Ekonomik bir savaşla karşı karşıyayız” dedi. Bu krizin sebebi ABD mi ya da AKP’nin önceki dönemlerde başvurduğu bir hedef saptırma ve buradan bir mağduriyet yaratma yöntemi mi?
Kesinlikle sapma yöntemidir. Ne zaman sıkışsalar hep dış güçler diyorlar. İktidar dış güçlerle kol kola girip, Türkiye’nin tüm kamusal mirasını, 60-70 milyar dolarlık mirasını özelleştiren, tüm finans sistemini yabancı sermaye değerinin çok altında satan sizlersiniz. Ve daha sonra kamu özel işbirliği adı altında ihaleler, dışarıdan aldığınız borçları köprü, yol gibi harcamalar yoluyla çarçur etmeniz, Üçüncü Havalimanı, yok Kanal İstanbullar yani tüm bunlar aslında kaynağı öyle bir alanda çarçur ettiler ki, bu kriz kaçınılmazdı. Dışarıdan borçlanan, özelleştiren ve sıcak paraya dayalı bir iktisadi anlayış, ithalatla büyüyen bir iktisadi anlayış krize sürüklenir. Çünkü eninde sonunda sizin cari açığınız var ise, bu cari açığı finanse etmek zorundasınız. Türkiye bu cari açığı nasıl finanse ediyor. Bütün kaynaklarını değersizleştirip, o dış güçlere pazarlayarak, bugüne kadar pazarladınız. Her şeyi üç kuruşa sattınız. Borçlanmak için gereğinden fazla faiz ödediniz, nemalandınız. Sıcak paraya her türlü olanağı sağladınız. Bunlar dış güç değil miydi? Dış güçtü. Ekonomiyi bu hale getiren bu iktisadi anlayıştır.
Kürtlerle savaş, daha fazla silahlanma, milliyetçilik oylarıyla iktidar da kalma ve iktidarda kaldığınız sürece yaratmış olduğunuz kaynağı yandaş sermayeyle birlikte bir yolsuzluk ekonomisi içine sürüklemedir. Bu senaryo iktisadi krizden kaçamaz. Bakın kaçamadılar. Geçiştirdiler, ötelediler ve şu anda krizin en dip noktalarını yaşıyorlar. Bakın bugün Almanya ile görüşülüyor. Dış güç değil mi Almanya? Fransa’ya gitmişler görüşmeye. Dış güç değil mi Fransa? “Trump ile kavgalıyız” deyip sanki Trump’a karşı antiemperyalizm mücadelesi veriyormuş gibi yapıp Pentagon ile görüşülüyor. Dolayısıyla bu samimiyetsiz, sahici olmayan ve birçok yalanla bezenmiş bir görüntüdür.
Burada acı olan diğer muhalefet partilerinin bu tuzağa düşmüş olması. Antiemperyalist bir mücadele verecekseniz sadece dış değil, iç güçlere karşı da; yani antikapitalist bir mücadele vermelisiniz. Yani emekçiden, kadından, yoksullardan yana olmalısınız. Kürt halkından, Türk halkından yana olmalısınız. Bu savaş harcamalarına karşı çıkmalısınız. Trump ile yapılan kayıkçı kavgasında “Efendim milli meseledir” deyip, Erdoğan’ın her zaman algı yönetiminde başarılı olduğu yere yani Yenikapı ruhuna sürükleneceksiniz. Bu kabul edilir bir şey değildir.
Size göre bu tablodan, derinleşen krizden çıkışın programı nedir?
Birkaç yolu var. Birincisi, sermayenin kontrolü. Bunu yapamaz, çünkü o zaman dış dünyaya ne mal satabilir ne mal alabilir ne de yeni kaynak bulabilir. İçeriğe dönük tedbirler alıyor, işte BDDK Merkez Bankası. İkinci bir yol İMF politikalarıdır. İMF politikalarını İMF ile de uygulayabilirsiniz, İMF’siz de uygulayabilirsiniz. Bunun adı halkın bildiği şekliyle kemer sıkma politikasıdır. Şimdi bu kemeri halkın beline değil, boğazına taktılar. Dolar düşerken de yükselirken de Türkiye’ye bir katkı gelmez. Finans piyasaları, manipülasyona çok açık bir piyasadır. Bu manipülasyonların da bir bedeli olacak. Ama Türkiye’nin genel anlamda iktisadi krizi, yani cari açık, bütçe açığı, yanlış yatırım politikalarını tüm maliyetlerini halkın sırtına yıkmaya çalışacaklar. Bunun yöntemini de biraz önce dediğimi gibi İMF’ci anlayışla oluşmuş politikaların Türkiye’ye uygulamasını seyredeceğiz. Ne yapacak? En çok bilinen şey enflasyon yükseleceği için zam dalgası gelecek ki, başladı zaten. Akaryakıta 59 kuruş hemen zam yapıldı, bu daha başlangıç. E doğalgaza zam gelecek. Yani her şey pahalandırılacak. Antep’te başladı. Türkiye’nin birçok yerinde sanayi bölgelerinde ciddi işçi çıkarımları yaşanacak. Ya da işçiler çıkarılmazlarsa bile belli pazarlıklar dayatılacak. İşte sana yılda 10 maaş verelim deyip iki maaş verip, sana ücretli izin deyip, ücretsiz izin gibi ya da mesai yaptırıp mesai ücretini ödememe gibi yöntemler dayatılacak. Burada tabi ki en çok mağdur olacak kesim en alt tabakadaki kesim olacaktır. Özellikle kayıt dışı çalışanların üzerinde yüklenme daha fazla olacak. Kürt işçilere yönelik yüklenme daha fazla olacak. Çünkü faşizmin kitle desteği halkları birbirine kırdırtmadan geçer. Dolayısıyla emek alanında da karşı karşıya getirmeler ve böyle bir saldırı olacaktır. İşte tam da burada, bu bedeli biz ödemeyeceğiz. “Bizim buna itirazımız var” diyenlerle birlikte mücadeleyi örgütlemeyi önümüze hedef olarak koyduk.
Çözümü nasıl ve nereden öreceksiniz?
Çözüm mahallemizde, işyerimizde dayanışma buluşmaları yapıp, direnişi hep birlikte örgütlemektir. HDP bunun öncüsü olacaktır. Bu saldırılara karşı koyabilmemizin yolu, işimize, aşımıza, geleceğimize hep birlikte sahip çıkmaktır. Her yerde bu direnişi örgütlememiz lazım. Yani bizim emekçi arkadaşlarımızın işten çıkartılmasına karşı direnmeliyiz. Bizim gelen zamlara karşı direnme hakkımız olmalı. Eğer bir ürüne zam söz konusu ise buna karşı direnmeliyiz. Tüketmemeliyiz ama hakkımız olanı da almalıyız.
Yaşanan kriz bir yandan da gerilimli olunan ABD’ye yükleniyor ve karşılıklı dozajı yüksek açıklamalar yapılıyor. ABD ile bu ilişkiler nereye evirilecek?
ABD’nin yani şimdi Trump’ın da izlediği bir siyaset var. ABD ekonomisini güçlendirmek ve ABD ekonomisi çevresinde tüm küresel siyasi biçimlendirmek gibi. Bu aslında 2008 krizinden sonra başlayan sürecin gelmiş olduğu bir yer. Obama siyaseti bu kadar kapalı ve katı kurallarla değildi, Trump daha katı bir şekilde işliyor. ABD ekonomisi de bu anlamda iyileşme belirtilerine sahip. FED faiz artışlarıyla birlikte bunu hep beraber izledik. Dolayısıyla bu gerilim hattı devam eder. Ama bu gerilim hattının devam etmesi, kimseyi yanıltmasın. Bu gerilim hattı Türkiye’de anlatıldığı gibi bir anti Amerikancı, antiemperyalizm gibi bir hat değil. Sadece Trump’ın bu gerilimi yükseltmesinin nedeni, Erdoğan rejimine karşı olduğu için değil, bu otoriter rejimde geçmişte var olan söz hakkını kullanmak istiyor. Erdoğan rejimi de bu söz hakkının kullanımına hangi koşullarda izin verip vermeyeceği konusunda pazarlık yapıyor. Bu pazarlık, halklar ve emekçiler müdahale etmediği sürece yine “o stratejik müttefik” olmaktan kaynaklı konu bağlamında bir yere bağlanır. Bugün de belirtileri var. “Halkbank’a ceza gelmesini beklemiyoruz” denildi. Demek ki bir pazarlık sürüyor. Bu pazarlığın beklendiği gibi bir krize değil, geçici bir anlaşmaya dayanacağa benziyor. Peki, neden geçici? Biraz önceye gidersek esas belirleyici olan Ortadoğu’dur. Esas belirleyici olan Ortadoğu’daki Kürt halkının alacağı yoldur.
Bu gelişmeler yaşanırken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan “Aynı gemideyiz” açıklaması geldi. Aynı gemide misiniz?
Onlar bir gemide, bu bir gerçek. Ama batan bir gemideler. Türkiye’nin de bütün kamusal mirasını batan geminin malları olarak satıyorlar. Dolardaki bu yükseliş aslında içeriden bir değersizleşmedir, değerinin altında satmadır. Hani diyorlar ya çok turist geliyor. Neden çok turist geliyor? Çünkü siz 20 dolarlık odayı şimdi 10 dolara veriyorsunuz. Artık çok ucuz olduğu için turist geliyor. Ya da siz ihracat yaparken, 3 dolarlık giysiyi artık 1 dolara veriyorsunuz. Bu şu demek: Turizm yoluyla, ihracat yoluyla fakirleşmek. Hani batan geminin malları diye pazardan satılığa çıkartılır ya. Tam da o hikaye. Evet, onlar bir gemide ve bu ülkeyi batırmakla meşguller. Biz o gemide değiliz.