Yerel seçimlere ilişkin muhalefete çağrıda bulunan Sezai Temelli, HDP’siz atılacak her adımın iktidarın değirmenine su taşımaktan öteye gitmeyeceğini belirterek, “Bütün bu siyasi partilerin projelerini hayata geçirebilmeleri için bir zemine ihtiyaçları vardır. Bu zeminin adı demokratik toplum zeminidir” dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Serhat bölge gezisi kapsamında Kars, Muş ve Van’da çeşitli temaslarda bulundu. Temelli, Serhat gezisi, seçim, ittifaklar ve tecrite ilişkin Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Adnan Bilen – Müjdat Can’ın sorularını yanıtladı.
Seçim arifesinde Serhat bölgesine peş peşe turlar düzenliyorsunuz. Geziniz sırasında yaptığınız konuşmalarda kayyumlara dikkat çekiyorsunuz. Bu anlamda gezdiğiniz Serhat illeri size seçim için nasıl bir öngörü sunuyor?
Van vekiliyim. Bir o vesileyle bir de biz genellikle bu dönemde çalışma prensibi olarak, “merkezde kalan değil yerelde olan eşbaşkanlık” diye bir çalışma ilkesi edindik. Benden birkaç gün önce Pervin başkan Iğdır, Ağrı ve Hakkari’ye geldi. O döndükten sonra ben de Kars, Muş ve Van illerinde bir seyahat planladım. Her şeyden önce bu gezi bize moral verdi. Gittiğimiz her yerde halk kayyuma cevabı vermeye hazırlanıyor. Çünkü halk siyasi iradesinin gasp edildiğine, kendisinin yok sayıldığına inanıyor. Kayyumlar atanır atanmaz ilk yaptıkları şey tabelaları indirmek oldu. O tabelalarda Türkiye’deki çoğulculuğa dair çok önemli mesajlar vardı. O da çok dilli belediyecilikti. Kürtçe, Türkçe, Ermenice, Süryanice her dilde, herkese eşit yaklaşan, eşit vatandaşlık anlayışıyla hizmet sunan bir anlayışa sahip yerel yönetim anlayışı vardı ve bu çok önemliydi. Özellikle bu ülkenin demokrasi meselesi açısından belki de örnek alınacak bir yaklaşım o tabelalarda simgelenmişti. Kayyumlar gelir gelmez önce bu tabelaları indirdiler, hizmeti halktan kopardılar ve o belediye binaları önüne beton barikatlar, TOMA’lar, akrepler koydular. Belediye binası değil sanırsınız ki karakol ya da garnizondur. Bu durum aslında kayyum zihniyetinin yerele yansımasıydı. Kayyum zihniyeti otoriter bir rejimin yerele bakışını ifade ediyor. Kayyum zihniyeti faşizmin aslında toplumdaki tezahürüydü ve nitekim de öyle oldu. Halkımız buna tepkisini vermeye hazır. Sadece tabela meselesi değil, anıtların ortadan kaldırılması, sokak isimlerinin değiştirilmesi ve birçok insanın KHK ile işinden edilmesi. Bütün bunların ötesinden kayyumlar Vali, Kaymakam ya da devlet personeli olduğu için adeta bir jurnalcilik başladı. O kadar çok insan gözaltına alındı ve tutuklandı ki bu süreçte, kayyum, hizmet, belediye denen bu kavramlar arasındaki bağ koptu. Bizim belediyelerimizde bir kuruş yolsuzluk söz konusu değil. Buna dair ne Sayıştay, ne İçişleri Bakanlığı denetçilerinin raporu var. Hiçbir şey yok, hatta soruşturma bile yok bu konuda. Kayyumlardan sonra sürekli olarak bizim dönemimizi suçlayan açıklamalar geldi. Halkın bugüne kadar sessiz kalması kimseyi yanıltmasın, bu sessiz öfke sandığa yansıyacaktır.
Kars adayınızı açıkladınız. Neden önceliğiniz Kars oldu?
Neden önce Kars açıklandı; çünkü önce Kars karar verdi. Kars halkı, kamuoyu bu konuda çok önemli bir ortaklaşma ortaya koydu. Bu konuda çok güçlü bir ısrarı dile getirdi. Bu ısrara karşı da bizim yapmamız gereken Ayhan Bey’e fikrini sormaktı. Kars Türkiye’nin bir ucudur. Çok ihmal edilmiş, yoksullaştırılmış, en fazla göç veren kentlerden biridir. Kars’ın gerçek anlamda bir demokratik dönüşüme, yerinden yönetime, kendi geleceğine sahip çıkma beklentisi, arzusu vardır. Bu da ancak HDP ile olur. HDP’nin güçlü bir ismiyle olur, hem Ayhan Bey’in hem Kars’ın bu anlamdaki kararına bizim de saygı duymamız gerekiyordu ve Ayhan Bey’le başladık.
Yerel seçimlere ilişkin muhalefete çağrıda bulundunuz ancak onların sizinle görünmeme gibi bir tavrı var. Ama bir yandan da HDP’siz birçok kentte kaybedeceklerini biliyorlar. Bu konuda bir görüşme var mı?
Duruma ilkesel yaklaşıyoruz. Nedir bu ilkelerimiz? Eşit yurttaşlık temelinde bir çoğulcu demokrasi anlayışınız, Demokratik Cumhuriyet ve radikal demokrasi diye derdiniz varsa bunlar olur. HDP radikal demokrasiyi savunur. Yani güçlü bir geçiş programıdır bu. İnsana yakışan bir düzenin kurulması için bir mücadele programıdır. Evet biz bütün sol, sosyalist, sosyal demokrat, demokrat tüm kesimleri buna davet ediyoruz. Ve bütün farklılıkları bütün halkı gören bir yerden bu çabamızı sürdürüyoruz.
Biz ayrımcılık yapmıyoruz ama ayrımcılığa maruz kalıyoruz, ötekileştiriliyoruz. Çünkü Erdoğan’ın otoriter rejimi tam da bu ayrımcılıktan besleniyor. Kendisine bir düşman arıyor, çünkü düşmansız yapamıyor. Faşist rejimler düşmansız yapamaz ve iktidarın düşmanı da HDP’dir. HDP’yi düşmanlaştırmak demek Kürt halkını düşmanlaştırmak demektir. Etnik temelde, inanç temelinde de bir düşmanlık yaratıyor. Böyle bir düşmanlık hattında iktidarını giderek artan, azgınlaşan bir milliyetçilik, ırkçılık temelinde kuruyor. Bunu beslediği kanallar işte savaş, zulüm, şiddet politikalarıdır. Diyoruz ki; bu iktidarın bu politikaları bizi felakete sürüklüyor. Gidiyoruz, ülke elden gidiyor. ‘Hadi bir şey yapın’ diyoruz. Siz de bu ülkenin vatandaşı, partisi değil misiniz? Bugün hala iktidarın bizi düşmanlaştırdığı tuzağa düşüyorsanız o zaman sizin iktidardan farkınız ne? Bize bu farkı anlatın. Şimdi artık iktidarın karşısına geçip, demokrasiyi, insan haklarını, hukuku, barışı savunma zamanıdır.
HDP’yi muhatap almadan atacağınız her adım iktidarın değirmenine su taşımaktan öteye gitmez. Muhalefete de bu açıdan sesleniyoruz; diyoruz ki her siyasi partinin kendi özgülüğü, kendi projeleri vardır ama bütün bu siyasi partilerin bu özgülüklerini projelerini hayata geçirebilmeleri için bir zemine ihtiyaçları vardır. Bu zeminin adı demokratik toplum zeminidir. Bu zemin inşa edilmeden, var edilmeden sizin farklı bir siyasi parti olmanızın anlamı olmaz. O demokratik zemini yok eden, yok etmek çabasında olan bir iktidar var. Bu iktidar sizin varlık nedeninizi ortadan kaldırıyor. Yargısıyla, yasamasıyla, yürütmesiyle, basınıyla bu kuvvetler ayrılığı zemininde, hukukun üstünlüğü zemininde demokratik bir cumhuriyeti var etmeden sizin aslında ne söyleminizin ne de varlığınızın bir karşılığı olmayacaktır. O zaman yapmanız gereken şu; HDP’yi muhatap kılmak. Diğer muhalefet partilerini muhatap kıldığınız gibi.
Seçimin yanı sıra Türkiye’nin gündemlerinden biri de PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit var. Siz de tüm konuşmalarınızda tecritten ve bir muhataplıktan söz ediyorsunuz. Kastınız nasıl bir muhataplık?
Bir çözüm süreci yaşadık. Bu anlamıyla çözüm süreci boyunca Kürtler başta olmak üzere Türkiye’deki tüm mağdurlar umutlandı. Sayın Öcalan’ın ortaya koymuş olduğu o yol haritası çok önemli bir kapıyı açıyordu. Dolmabahçe Mutabakatı’nın o 10 maddesini herkes bir kez daha okursa, aslında bizim Demokratik Cumhuriyet’ten neyi kastettiğimizi çok net açık bir şekilde anlaşılacaktır. Ne yaptılar; ellerinin tersiyle ittiler; masayı devirdiler ve savaş. İşte bugün o savaşın bedelini Türkiye’deki herkes ödediği gibi Ortadoğu da ödüyor. Oysa barış, demokrasi dediğiniz meseleler birbirine bağlı meselelerdir. Türkiye’de çözüm demek Ortadoğu’da çözüm demektir. Biz buna demokratik çözüm diyoruz. Artık iki kişinin Ankara’da oturup vereceği karara değil, halkın toplumun bizzat çözüme sahip çıkarak hayata geçireceği demokratik çözüme ihtiyacımız var. Ve meselenin muhatabını unutmadan, meselenin muhatabını yok saymadan. Meselenin muhatabı Sayın Öcalan’dır. Bu muhatapla ancak yol alabilirsiniz. Bunu zikretmeyerek, yok sayarak yol alamazsınız. Böyle bir çözüm yok. Bu kanıtlanmış bir iddia. 2013-2015 yılları arasında ortaya konmuş olan çözüm tam da bunun kanıtıdır. Çözüme dönük bunca emek varken AKP iktidarının “Çöktürme Plan”ları peşinde koşması AKP eliyle Erdoğan eliyle çözümün gelmeyeceğinin göstergesi. Evet bu ülkede Türkler, Kürtler, Ermeniler var bundan daha doğal ne olabilir ve bir arada yaşıyoruz. Bir kimliğin başka bir kimliğin üzerine hegemonya kurması doğanın kanunlarına aykırı. Tam tersine vatandaşlık hukuku ile bir arada olmak önemli. Yani başa dönersek; sivil, sosyal ve siyasal haklarda eşit yurttaşlık temelinde bir hukuku var etmeliyiz. İşte çözüm bu. İşte Dolmabahçe Mutabakatı bu.
Tecrit, açlık grevleri, seçim, Newroz ve birçok hayati mesele gündemde duruyor. HDP olarak bu gündemlerde nasıl bir bütünlük sağlanacak ve mücadele hattı örülecek?
Ele aldığımız her konu birbiriyle bağlantılı. Seçim, tecrit, siyasi tutsaklar, ekonomi ayrı gündemler değil. Çünkü bunlardan herhangi birini diğerlerinden ayırıp çözüm üretme şansınız yok. Biz de ısrarla bunu söylüyoruz, diyoruz ki bakın bu meselelerin hepsi birbirine bağlı. Birbirinden ayrıştırılamayacak meselelerse eğer o zaman her konuda duyarlılık gösterelim. Tabi bu meselelerin en önemlisi tecrit konusu. Başa dönersek Dolmabahçe Mutabakatı metnine baktığımızda bütün meselelerin çözümü ve bu çözümün demokratik çözüme yönelmesi ve barışı işaret etmesi arasında bir bütünlüğü ortaya koyuyor. Diyoruz ki; bu konuyu görmezden gelemezsiniz, tecrit konusu Türkiye’nin en kritik konusudur. Siz bu tecridi kaldırmadığınız sürece diğer hiçbir konuda yol almanız mümkün değil. Tecridin ağırlaştığı tarih olan 5 Nisan 2015’ten bugüne kadar uygulandığı döneme bakın Türkiye’de yolsuzluk trendi yükselmiş, birde savaş yükselmiş. Diğer her şey baş aşağı gitmiş. Yanılmıyorsam avukatların başvurusu 780’nci kez reddedildi. 780 kez bir şeyi reddetmek için nasıl bir akıl vardır varın siz düşünün. AİHM Demirtaş kararında bizi umutlandırdı fakat Öcalan kararında bir o kadar devlet aklına nasıl tutsak olduğunu bize gösterdi. Geçmişte kalan bazı şeyleri AİHM reddediyor. Ondan cesaret alan içerdeki yargıda belki bağlantısız ama kalkıyor 6 ay disiplin cezası veriyor. Tecrit meselesinin çözülmesine yönelik bunca ortada haklı gerekçeler varken diğer taraftan disiplin cezası denen bir şey doğuyor. Zaten tecrit var bundan daha ağır ne olabilir ki. Bir de üzerine disiplin cezası gibi bir şey söylüyorsunuz. Ve disiplin cezası uygulanan döneme bir bakıyorsunuz seçim dönemi. O 6 ayılık dönem seçim dönemine denk geliyor. Bu artık çirkin bir kurnazlık. Bunun artık aklını yitirmiş bir iktidarın çaresizliğini sergilemesinden başka bir şey olmadığını hepimiz biliyoruz.
Leyla Güven’in tecridin kaldırılması talebiyle başlattığı açlık grevi kritik aşamaya doğru gidiyor. Parti olarak Leyla Güven’in eylemine destek amacıyla bir eylemsellik ortaya koydunuz. Bundan sonrası için nasıl bir planlama var önünüzde?
Leyla Güven bedeniyle, iradesiyle aslında koskoca bir çığlıktır. Bu çığlığı duymamak mümkün değil. Herkes duydu ama duymazdan geliyorlar. Bugün 43’üncü gün ve artık kritik aşama girildi. Leyla Güven’in bu çığlığı duyulmalıdır. DTK Eşbaşkanının, Hakkari milletvekilimizin sürdürdüğü açlık grevi Türkiye’nin geleceğine sahip çıkmaktır. Kamuoyu duyarlılığı için, vekillerimizin halkımızın katıldığı sembolik açlık grevi yaptık. O sırada yüzlerce arkadaşımız yine gözaltına alındı. Açlık grevi yapan bir insanı parti binalarını basıp gözaltına almak bile aczi gösteriyor. Şuanda da cezaevlerinde dönüşümlü açlık grevleri var. Dönüşümsüz açlık grevlerinin de başladığını biliyoruz. Bütün bunlar aslında kamuoyuna bir davettir. Gelin bu konuya müdahil olun, iktidarın devletin sürdürmüş olduğu bu tecrit politikasına son verin. Çünkü tecrit beraberinde bütün bu sorunları büyüten, tüm Türkiye’yi tecrit altına alan bir anlayıştır. Bunu kırmak gerekiyor, bu mesele bir demokrasi, barış, Türkiye’nin geleceği meselesidir. Bu kimseye havale edilecek bir mesele değildir. Bu anlamıyla ben de bu vesileyle bir kez daha tüm Türkiye kamuoyuna çağrı yapıyorum; Leyla Güven’in sesine ses verin, tecrit konusunda duyarlılık gösterin, tecrit insanlık suçudur buna ortak olmayın ve bu suçun sonlanması için de sorumluluk alın. Aslında biz son kongremizden bugüne kadar biraz önce söylediğim gibi tüm eylem planımızı, çalışma programımızı bütünlüklü olarak ele alıyoruz. Yani tecritte, siyasi tutsaklar da, Türkiye’nin bütün sorunlarını da bütünlüklü olarak ele alıyoruz ve buna göre programımızı çıkarıyoruz. Bugün biz seçim kampanyası yaparken bunun içinde tabi ki tecritle mücadelede olacak. Dolayısıyla bunu bütünlüklü ele alıp sürdürmek bir siyasi partinin sorumluluğudur. Karşımızdaki meselenin adı faşizmdir. Faşizme karşı mücadeleyi ne sadece seçim sandığına sıkıştırabilirsiniz ne de herhangi bir iktisadi meseleye ne de enflasyonla mücadeleye sığdırabilirsiniz. Her şeye bütünlüklü olarak yaklaşmak gerekiyor. Bu vesileyle cesaretle herkesin bu mücadelenin içerisinde olması ve korkmaması gerekiyor. Bu demokratik mücadelenin içinde yer almak demek belki de bugün en güçlü eylemdir. Başta tecrit olmak üzere Türkiye’nin en temel sorunlarında demokratik gücümüzü gösterelim.