1993/94 kirli savaş yıllarıydı. Dokunulmazlıkları kaldırılan DEP mebusları Leyla Zana, Hatip Dicle, Ahmet Türk, Selim Sadak ve Orhan Doğan Meclis’te tutuklanarak cezaevine konuldular. Siirt mebusu Zübeyr Aydar ve Van mebusu Remzi Kartal hala sürgünde siyasal çalışmalarını sürdürmekte.(*)
Bu operasyona karşı çıkamayan, Menderes’in avukatı TBMM Başkanı Cindoruk, yurt dışına seyahate gitti bu süre içinde. Başbakan yardımcısı, SHP Başkanı Erdal İnönü, kirli savaş politikalarının başlatıldığı 1993 yazında parti liderliğini terk etti, başbakan yardımcılığını eski Ankara belediye başkanı Murat Karayalçın’a terk etti.
DEP mebusları, Meclise 1991 seçimlerinde SHP listesinde yer alarak Meclis’e girmişlerdi. Bu ittifak, Özal/ANAP iktidarını sonlandırmış SHP ile DYP’nin koalisyon hükümeti kurmasını sağlamıştı.
Şimdi CHP’nin RTE ve AKP siyasetine teslim olması gibi, o zaman da SHP, Demirel/DYP siyasetine teslim oldu. Oysa Kürt oyları sayesinde, 91 seçimlerinden sonra koalisyon hükümetine girme gücünü kazanmışlardı.
Şimdi CHP koalisyon hükümetinde yer alacak güce bile sahip değil, ama sanki koalisyon hükümetindeymiş gibi davranıyor, Kürt mevzuu gündeme gelince. Kürt oyları sayesinde hükümette yer alamasalar bile, hiç olmazsa Ankara, İstanbul ve İzmir’de yerel iktidara sahip oldular. Ve teşekkür etmediler!
Bence HDP daha büyük düşünmeli, CHP’nin boş bıraktığı ana muhalefet liderliğine oynamalı.
Bütün bunları bana, Başak Demirtaş’ın Stockholm’de, Olaf Palme Merkezinde Avrupa Parlamentosundaki sosyal demokrat ve sol partilerin oluşturduğu İlerici İttifak’ın “Siyasi Cesaret” ödülü alması hatırlattı.
CHP, Sosyalist Enternasyonalin üyesi, Ermeni Devrimci Federasyonu da, hatta Azerbeycan’da Aliyev’in partisi de…Bir zamanlar İttihat Terakki Partisi de onlarla bağlantılı idiler. Hatta 1917’de Stockholm’de 2. Enternasyonal’in düzenlediği bir toplantıya katılmışlardı.
Ama bu “ortak” zeminler, ne soykırım gerçekliğinin kabulüne, ne Kürt sorununun barışçıl çözümüne yeterli sonuç alıcı katkı sundu ve hala da sunamıyor. Ödüllerden daha fazlasına ihtiyaç var!
1995 yılında Leyla Zana, Saharov Barış Ödülünü aldığında hapisteydi. Ödülünü eşi Mehdi Zana’nın alabilmesi için, Mitterand Demirel ile bağlantı kurmuş, kendisine pasaport verilmesi ancak bu yolla mümkün olmuştu. Zaman zaman Mehdi Zana ile Stockholm’de buluşmak keyifli oluyor. Eski Diyarbakır belediye başkanı Mehdi Zana, 80 yılları şanlı Diyarbakır zindanında geçirerek ödedi bunun bedelini. Leyla onun ziyaretçisi idi. 90’lı yıllarda ise ziyaretçi olma sırası Mehdi’deydi. Kürt siyaseti gerçekliğini bundan daha iyi ne anlatabilir?
Şimdi HDP mebusu Selahattin Demirtaş hapiste. Eşinin ödülünü almak için eşi Başak Demirtaş Stockholm’de.
Demirtaş sadece bir mebus değil, aynı zamanda TC’nin parlamentosunda yer alan siyasal bir partinin lideri idi. Demirtaş aynı zamanda TC C.başkanlığı seçimlerinde RTE’ye cesaretle meydan okuyan üçüncü adaydı. “Cesaret” ödülü boşuna değil. Ekrem İmamoğlu, umut veren genç siyasetçi imajı ile yükseldi son seçimlerde. Ama ondan önce Demirtaş vardı! Toplumun çok farklı kesimlerinden birçok seçmen Demirtaş’ın bu imajı ile oy verdi HDP’ye 2015 Haziran seçimlerinde ve MHP’nin 80 mebusuna denk 80 mebus kazandırdı ve RTE’nin dizini kırıp, parlamentoda çoğunluğu yitirmesini sağladı.
Dünya siyasetinde, rakip C.Başkanlığı adayının tutuklandığı örneklere artık Afrika’nın eski sömürge ülkelerinde bile ender rastlanıyor.
Orta Asya Cumhuriyetlerinin, bizimkilere ilham veren on yılları deviren “başkanlık” sistemlerinde ise, zaten karşı aday olmadığı için tutuklamaya da gerek kalmıyor!
TC 2014 C. Başkanlığı seçimlerinde 3. aday olan Demirtaş’ın başarısında, insan haklarına dayalı söylemin önemli katkısı var.
Halkların haklarına saygı duymayan bir rejim altında, muhalif siyasetin insan haklarını esas alması şaşırtıcı değil.
İnsan hakları hareketinin, Kürt siyasal hareketine önemli bir katkısı oldu. Birçok siyasetçi, “staj” ön çalışmasını insan hakları hareketi içinde yaptı. Selahattin Demirtaş, bunun en önemli örneklerinden biri.
İsveç Süryani toplumunun, Başak Demirtaş’ı ağırladığı toplantıda belirttiğim gibi, İnsan hakları savunucularının ray değiştirip siyasete duhul olması, Türkiye siyasetine bir kalite getirdi aslında.
Ama insan hakları savunucuları çok ağır bedeller de ödedi, 1990 sonrası. Hapislik yanında suikaste maruz kalarak da. Anadil hakkını Türkiye gündemine taşıyan Vedat Aydın bunun ilk örneklerinden, Tahir Elçi ise son olmasını dilediğimiz örneklerden. Orhan Doğan’ı erken yitirdik, o zor dönemlerin bedeli olarak. Bingöl IHD başkanı Rıdvan Kızgın gibi. (**)
1993 yılında Almanya’da katıldığım bir panelde benimle birlikte konuşmacı olan İHD Elazığ Başkanı Metin Can’ın kendisi yerine öldürülme haberini alacaktık. İHD genel başkanı Akın Birdal, kıl payı ölümden geri döndü. 28 Şubat rejimi onu öfkeyle hapsetti bu kez. Kürt seçmen ise onu parlamentoya yolladı.
İHD genel başkan yardımcısı Muharrem Erbey, 4 yılını hapiste geçirdi. Şimdi yeniden valiz hazırlamakta. Yeri parlamento olmalıydı bence. Parlamenter dokunulmazlık kalktığı için, yasal durumu değişmeyecekti. Ama çok daha fazla katkı sunabilirdi deneyimi ile parlamentoda.
Mart ayında İHD genel başkan yardımcısı Raci Bilici, diğer sivil toplum örgütü yönetileri ile birlikte Diyarbakır’da gözaltına alındı. Serbest bırakıldı ama “adli kontrol” altında!
(Bu arada genel başkan yardımcısı olarak bendeniz de, İstanbul 23 Nolu Ağır Ceza Mahkemesi tarafından İnterpol talebi ile onurlandırıldım!)
İnsan hakları kavgasında yıllarca birlikte koşturduğumuz Nazmi Gür ile Stockholm’de buluşmak da hoştu. O da insan hakları deneyimini parlamentoya taşıyanlardan.
Osman Baydemir, Akın Birdal vurulduğunda İHD’nin en genç genel başkan yardımcısı idi. İnsan hakları anlayışını, Sur belediye başkanı Abdullah Demirtaş ile birlikte, çok önemli bir alana taşınmasına katkı sundular. Bu da sadece Kürt gerçekliği ile kendini sınırlamayıp, bölgenin diğer halklarının kültürel mirasına da sahip çıkarak. Surp Giragos kilisesinin onarılıp açılmasına katkı sunarak. Bunu ancak insan hakları bilincine sahip siyasetçiler sağlayabilirdi.
Nazmi Gür’den Lonra’da de facto sürgün olan Osman Baydemir’in eşi Reyhan Yalçındağ’ın Uluslararası İnsan Hakları Federasyonunun genel başkan yardımcısı olduğunu öğrendim, sevindim. Her zaman yaşam yoldaşının ardında duran bir cesur kadın.
(*) Parlamentodaki bu ilk siyasi temizliğin tanıklığını Mehdi Zana, Zelal/Yeniden Doğuş adlı kitabında yapmakta (Belge Yayınları 1996).
(**) 1990-98 yılları arasında adlarını saygı ile andığım İHD kurucusularından Didar Şensoy, siyasal tutukluların hakları için geldiği Ankara’da güvenlik güçlerinin darbı sonucu kalp krizi geçirerek öldü. Öldürülen diğer İHD yöneticileri: Sıddık Tan (Batman Şubesi), İdris Özçelik: (Urfa Şubesi), Kemal Kılıç (Urfa Şubesi), Orhan Karaağar: (Van Şubesi), Cemal Akar (Erzincan Şubesi); Şevket Epözdemir (Tatvan Temsilcisi),Hasan Kaya (Elazığ), Muhsin Melik, (Urfa Şubesi), İkram Mihyas (İzmir Şubesi)