Cem Şahin
Ülke gerçekliğinin aktüel durumuna ilişkin analizlere girişmek için epey titiz davranmak gerekmektedir. Olağan süreçleri kavramak için neyin neyle iştigali olduğu üzerine soğukkanlı bir analiz yapmak elzem gibi görünüyor. Bilindiği gibi Taksim’de patlayan bombalı eylem sonucu 6 yurttaş ölmüş, 50’den fazla insan da yaralanmıştır. Yapılan katliamın faillerine dair yürütülen tespitlerin ne aşamada olduğu üzerinde net bir kanaat bulunmamakla birlikte iktidar sorumlu olarak PYD/PKK’yi suçlamaya girişmiştir. Lakin bu suçlamanın ardından PKK tarafından gerçekleştirilen açıklamada eylemi kendilerinin yapmadığını, tam aksine iktidarın içli dışlı olduğu cihadist unsurlara dikkat çekilmesi gerektiği deklare edildi.
Açıklamalarının hemencecik boşa düşmesiyle ünlü kendinden menkul Soylu ise savaş borazanını üflemekte çok geç kalmayarak Rojava operasyonu için oluşturulacak meşruiyet zeminin ilk cümlelerini ifşa ediverdi. 7 Haziran sürecinin sonrasında oluşturulan savaş konseptinin lehine sonuçlanan detaylarını referans alan iktidar, aynı fragmanı tekrardan gösterime sokmakta bir beis görmüyor anlaşılan. Seçimi kazanma koşullarını sivillerin ölümü üzerinden kurgulayan bir iktidar için önceden işe yaramış bir planın işe koşulması beklenmeyecek bir pratik olmasa gerek.
AKP iktidarı her seçim öncesi pratik ettiği korku eşiğini bu dönem daha hızlı işletmeye başlamıştır. Şüphesiz seçim kazanmak için yapılan bu düzenlemeler sadece seçimler üzerinden değerlendirilmemelidir. Bu bağlamda süreci örgütleyen dinamiklerin ne olduğu tespiti yapılmadan gerçekleştirilen her analiz yavan ve eksik bir çaba olarak kalacaktır. İktidarın yıllardır yürüttüğü Suriye politikalarının oluşturduğu siyasal çıkmazın sonuçları üzerine düşünmeden Taksim patlamasını doğru tahlil etmek söz konusu değildir.
‘Kardeşim Esad’dan Katil Esad’a kadar yürütülen ikiyüzlü diplomasinin son kertede geldiği aşama Taksim’de ortaya çıkıvermiştir. İdlib hattına sıkışan cihadistler kendileri üzerinden yürütülen pazarlıklara cevap vermiştir. Son zamanlarda Türkiye, Suriyeli politik muhatapları ile cihadistlerin kontrolü üzerinden bir anlaşmaya varmaya çalışıyor. Bir dönemin kahramanları ve öfkeli çocukları olarak görülen cihadist yapılar da kendileri üzerinden girişilen yeni dizayna karşı çıkarak hem Suriye’de hem de Türkiye’de kendi varlıkları üzerinden tasarlanan girişimlere şiddet pratikleriyle karşı çıkmaya çalışıyorlar.
Rojava özerkliğinin işgalini kolayca gerçekleştirmek şartı üzerinden yürütülen pazarlıkların bir parçası da Suriye’li cihadistlerin tasfiyesinin nasıl gerçekleşeceği ve sonuçlanacağı hususudur. Bu husus üzerine gerçekleşen temasların cihadistler cephesinden ne tür reaksiyonlara yol açacağı ise daha fazla düşünülmesi ve yazılması gerekilen bir detay olarak önümüzde durmaktadır. Saldırganın aşırı acemice gerçekleştirdiği saldırının ardından verdiği ifadelerde ortaya çıkanlar ne tür bir organizasyonun işletildiği konusunda epeyce fikir vermektedir.
İki abisinin IŞİD mensubu olması bir abisinin ise ÖSO’da komutan olması saldırının kimler tarafından planlandığının en açık göstergeleri olarak okunmalıdır. Profesyonel bir eylemci olduğu söylenmesine rağmen paketin içinde ne olduğunu dahi bilmeyen eylemci, bahsedildiği üzere Afrin’den değil İdlip’den geldiğini itiraf etmiştir. Ne garip ve çok şaşırtıcı olmayan şeyse İdlip’in Türkiye ve El Kaide uzantılı HTŞ örgütünün kontrolünde olmasıdır. Cihatçılarla yürütülen kardeşlik akdinin bozulmasının ifşasını kendi kontrol aygıtları ile manipüle eden iktidar, her kötücül olayı kullanabilme kapasitesine mahir olduğu gibi bu olayı da kendi militarist politikalarının uzantısı haline getirmeyi başarmıştır.
Kürt özgürlük hareketinin inşa ettiği özerk kantonların varlığını kendi ülke bekasına tehdit olarak gören Türkiye Cumhuriyeti her fırsatta Rojava devrimini boğmak için türlü hareketler başlatmış lakin isteği sonucu alamamıştır. Uzun zamandır ABD başta olmak üzere Rusya ve Suriye ile yürüttüğü diplomasi trafiğinin temel kaygısı Rojava üzerine yürütülecek operasyonun olurunu almak üzere inşa ediliyor. Savaşın gölgesi olmadan nefes alamayan AKP iktidarı Rojava üzerinden elde edilecek zaferin kendi Osmanlıcı düşlerinin zaferi olacağı yanılsamasıyla bütün ülkeyi korku iklimine hapis etmeye çalışıyor. Taksim bombalamasının gerçek aktörlerini perdelemek ve uzun zamandır gerçekleştirmek için fırsat kolladığı Rojava saldırısını başlatmak için ülke halklarını yeni bir kutuplaşmanın eşiğine sürüklüyor.
Milliyetçi oyların konsolidasyonunu sağlamak, 7 Haziran sürecinden sonra elde ettiği zaferi aynı yöntemler üzerinden bir kez daha gerçekleştirmek için savaş bombalarını Türkiye halklarının tam ortasına bırakıyor. Birçok sorunu çözme iradesinden yoksun iktidar, yarattığı sorunları çözecek tek aktörün kendisi olduğu imajını yaratarak algı satmaya çalışmaktadır. İçeride güç kaybettikçe şovenizmi körükleyerek milliyetçi/muhafazakar kesimleri mobilize etmeye çalışan iktidar, muhalefeti de beka bahanesiyle hizaya çekiyor. Kendi siyasal ömrünü uzatmaya çalışmasının bedelini ülke halklarının ve ezilenlerinin geleceğini temellük ederek yaşatmaya çalışan AKP iktidarına karşı seçimle sınırlı kalmayacak bir karşı tepkinin nasıl oluşturulacağı üzerine kafa yormak en öncelikli sorun olarak tartışılmayı bekliyor.