Filistin-İsrail savaşı her geçen gün daha dramatik boyutlar kazanıyor. Gazze’de gözü dönmüş bir kıyım-yıkım var. Mezarlıklarda yer kalmadığından cenazelerin toplu gömüldüğü, cesetler için fabrikalardan dondurma kamyonlarının getirildiği, en az 47 ailenin nüfustan silindiği, ölüm sayısının 3 bine dayandığı belirtiliyor. İsrail bir kara harekâtına hazırlanıyor. Gazze’nin bütün “altyapısı-üstyapısı” tahrip edilmiş durumda. Halkın bölgenin kuzeyini boşaltıp güneye inmesi buyruluyor, süreler veriliyor. Hastaneler bombalanıyor, etnik bir temizliğin yapılmak istendiği, pervasızca ilan ediliyor. Savunma Bakanı Yoav Gallant bunu, Filistinlileri kastedip “İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz” diyerek yaparken, Devlet Başkanı Herzog, “Orada sorumlu olan bütün bir ulustur. Sivillerin haberdar olmadığı, olaya dahil olmadığı söylemi doğru değil. Bu kesinlikle doğru değil” sözleriyle alenen ilan ediyor.
Bu pervasızlıkta, emperyalistler tarafından çıkarlarının bekçiliği için Ortadoğu’nun kalbine saplanmış ve yenilmezlik zırhı giydirilmiş İsrail’in, kibirden koflaşmış o imajının sarsılmasının yarattığı öfke belirleyici. Bu aynı zamanda ABD-İngiltere-AB emperyalistlerinin imajı olarak algılanıyor. O yüzden hızla savaş filoları gönderdiler, ABD Dışişleri Bakanı o yüzden bir devlet temsilcisi kimliğiyle değil “Yahudi olarak” geldiğini buyurdu. Dertlerinin binlerce yıl yaşamadıkları acı kalmamış Yahudi halkı olmadığınıysa dünya alem biliyor! Tarihleri de buna tanıktır!
Fakat Gazze’de gerçekleşen ve giderek etnik temizlik niteliği kazanan kıyım ve yıkım sadece bu öfkeden beslenmiyor. İsrail ve bağlaşıkları, tüm gerici-faşist devletlerle aynı kirli refleksi gösteriyor: Alınan darbeyi fırsata çevirmek, devşirdiği mağduriyeti planlarını hayata geçirmenin vesilesi kılmak! Tıpkı burada, Türkiye’de, Kürt halkına karşı izlenen siyasette olduğu gibi… En küçük bir fırsatın Rojava’nın ya da genel olarak Kürt halkının tepesine yağan bombaya, gözaltı ve tutuklama furyasına dönüştürülmesi gibi.
İsrail ve bağlaşıklarının bu “mağduriyet”ten hangi fırsatları devşirmek istedikleriyse belli. Bunu geçen ay Birleşmiş Milletler toplantısında yaptığı konuşmada gösterdiği haritayla faşist Netanyahu ilan da etmişti. O haritada Filistin yoktu! Zaten Filistin halkının çöp muamelesi görerek doldurulduğu, her şeyden yalıtıldığı Gazze, “yerleşimcilerle” adım adım daraltılan Batı Şeria, geçişin bile yasaklandığı Kudüs’le Filistin epeydir yok edilmeye çalışılıyordu. Netanyahu’nun Filistinsiz haritası da bu planın ilanıydı. Son gelişmelerle birlikte plân, “tecridi” olmaktan çıkarılıp hızla sonuca gidilecek bir güncellik kazanmış oldu.
Netanyahu, 4 Ekim’deki “Aksa Tufanı Operasyonu”nun hemen ardından “savaştayız”demiş, devamını bu savaşın Ortadoğu’yu değiştireceği tehdidiyle getirmişti. Masaya sürdüğü bölgesel savaş kartıydı. Şimdi emperyalistler savaş filolarının yığınağıyla bu tehditlerini pekiştiriyorlar.
Bölgenin-dünyanın nabzına göre sayısız plân yaptıklarıysa açık. Bu kirli-kanlı planların önünde barikat olacak yegâne güç, dünya halklarının sokaklara da yansıyan kitlesel tepkisi ve İsrail halkının azımsanmayacak büyüklükte olan demokratik tutumudur. Emperyalist metropollerde her geçen gün daha fazla kitleselleşip militanlaşan, Ortadoğu’da her gün kitlesel biçimlerle konuşan bu tutum dışındaysa tutunulacak, güvenilecek bir dal yoktur.
Kürtlere yapmadığını bırakmayan, şu anda Gazze’de yaşananın bir benzerini Rojava’da gerçekleştiren Türkiye’deki iktidar blokunun Filistin konusundaki ikiyüzlülüğü bunun tipik ifadesidir. İtidal çağrısıyla başlayan, “ama bu kadar da olmaz ki” mealine gelen sözlerle devam eden bu tutum, İsrail’le tüm ekonomik-siyasi ilişkilerini sürdürmesiyle kaç ayarda bir samimiyet taşıdığını bizzat kendisi ortaya koyuyor.
Bu böyleyken meydanlarda her gün Filistin’e destek eylemleri örgütlüyor. Hatta milletvekilleri bu eylemlerin ön saflarında yürüyerek nasıl bir “duyarlılık” içinde olduklarını gösteri kıvamıyla ilan etmiş oluyorlar. Kürdistan’daysa “devletin stratejik aklıyla” Cumhur İttifakı’nın parçası yapılıp Kürt halkını kendi gerici ideolojik hegemonyası altına alması için “yürü” denilen HÜDAPAR eliyle aynı samimiyetsizlik yineleniyor. Hepsi bir tiyatro sahnesinden Filistin’in kıyımdan geçirilen halkına sadece el sallamış oluyor. İktidarın sürdürdüğü ekonomik-siyasi ilişkilerse arkadan adeta sırıtıyor!
Gazetelerinde antisemitik gerici salyalar akan manşetler atarak Türkiye halklarını Kürt düşmanlığının yanı sıra Yahudi düşmanı yapmak için uğraşmaları da cabası! İktidar medyasının dümeninde oturan Yeni Şafak, “Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde Yahudiler, karakterleri ve vasıfları zikredilerek, kötülüklerinden dolayı azarlanır, tehdit ve tahkir edilirler. Peki Allah, Yahudileri hem bu dünyada hem de ahirette neden lanetlemiştir?” gibi başlıklar atabiliyor mesela. Halkları zehirlemek, ideolojik hegemonyalarını bir de buradan derinleştirmek için her yol mübah onlar için.
Böyle atıp tutarlarken ve meydanlarda gösteriler yaparlarken arka plandaki hesaplar başka işliyor ama. Orada kuruş hesabı yapılıyor! Bu yüzden resmi düzeyde ilişkileri en azından askıya almak gibi göstermelik bir tutum bile sergilemiyorlar.
Hepsinin hesapları, masalara serdikleri haritaları, arka plânda sürdürdükleri pazarlıkları var çünkü. Masalardaki haritalardaysa ezilen, kırımlardan geçirilen halkların kaderi yazılı. Kürt halkı ve Filistin halkı başta olmak üzere, Ortadoğu halklarının…