Ekolojik ve kentsel gelişmelerde Türkiye’nin hâlâ planlı hareket etmediğine dikkat çeken Doç. Dr. Örgen Uğurlu, kentsel dönüşümle sadece yapıların değil insanların da tek tipleştirildiğinin altını çizdi
Kentsel dönüşüm, yerinden edinme, kentlerin tarihi ve ekolojik gelişmelerle ilgili birçok çalışması bulunan Kocaeli Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Örgen Uğurlu, Türkiye’de yaşanan ekolojik tahribatlar ve kentsel dönüşümü değerlendirdi. Kentsel dönüşümün “kentsel yenilenme” anlamına geldiğini ama bunun Türkiye’de bu şekilde yürümediğini söyleyen Uğurlu, “Kentsel dönüşümle erişilmeye çalışılan şey tek tipleştirilmiş, tek tip kimlikler yaratmaktır. Tek tip yapı, cadde ve mağazalar ile inşalar da tek tipleştirilmeye çalışıyor. Çünkü kapitalizm kentlerden böyle bir şey istiyor” diye belirtti.
‘Kültür farklılığı oluşuyor’
Özellikle kentin daha önceden çeşitli nedenlerle imara açılmamış ve gecekondulaşmış sermayenin ve devletin el ele vermesiyle oluştuğunun altını çizen Uğurlu, “Bu insanlar barınabilecek koşullarda olabilselerdi ve bu konutlara erişebilecek maaşları olsaydı derme çatma yapılarda yaşamazlardı. Bu alanlarda özellikle rantı yüksek olan yerler toplumun yine orta sınıfına layık görülürken, oranın yasaklı kullanıcıları dediğimiz gecekondu halkı yerinden ediliyorlar. Ayağı bahçeden eksik olmamış, tek katlı yapılarda yaşamış, altında, üstünde, yanında komşu kavramını yaşamamış insanları siz kulelere zapt etmeye çalışıyorsunuz. Bu çok başka bir yaşam örgüsüdür” dedi.
‘İnsanlar göçe zorlandı’
Urfa ve Adıyaman arasında GAP kapsamında yapılan Atatürk Barajı’nı da hatırlatan Uğurlu, toplam 13 köyle beraber Adıyaman eski Samsat köyü bu barajdan kaynaklı tamamen sular altında kaldı. Yine burada bir köy tamamen yerinden edilmiş ve kimisi Adıyaman Merkez’e kimisini Didim’e gönderildiler. Hiç tanımadıkları ve ne yapacaklarını bilmedikleri bir coğrafyaya gönderdiler. Onun tarlasına karşı portakal bahçesi verdiler. Ancak bu insanlar portakal yetiştirmeyi bilmiyorsa ne olacak? Keza buraya zorunlu göç ettirilen insanlar şu an portakal bahçeleriyle değil inşaat işinde çalışıyor” diye konuştu.
‘Tahribat saymakla bitmez’
Son yıllarda tahribatların sayılamayacak kadar çok olduğuna dikkat çeken Uğurlu, İstanbul üzerinden örnek vererek, “Doğanın kendini yenileyebilme kapasitesi vardır. O kapasitenin üstüne çıktığımız anda o doğayı yok etmeye başlıyoruz. Tüm yerkürede bu kapasiteyi çoktan aştık. İstanbul üzerine gelip bakarsak bir plansızlık, bir inşaat sektörüne ‘yürü ya kulumculuk’ ve bunun ardından tükenen kaynaklar var. İstanbul artık nefes alamıyor. İstanbul’un suyu yok. İstanbul’un ekolojik kaynakları aslında 10 yıl önce bitti. Son yaşam damarları da bitirildi. Havaalanı zaten Kuzey Ormanları’nın sonunu getiren bir adım oldu. İstanbul’u daha nice felaketlerin beklediği, bilim insanların ortak kararıdır” diye konuştu.
‘Felaketlere hazır olmalıyız’
“Ekosistemin kendini yenileyebilme kapasitesi, taşıma kapasitesinin çok üstündeyse orada sorun vardır” diyen Uğurlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Oluşturulan kentlerde yağmurun toprağa gitme şansı yok. Betonlar ve asfaltlar arasında yağmurlarımızı kaybediyoruz. Yağmurlar olduğu gibi kanalizasyonun yağmur suyu şebekesine karışıyor. Yağmur sistemi ayrık sistemle toplanıp denize gidiyor. Kentlerin su ihtiyacını karşılayabilmek için yerüstü sularımız yetmediğinden, yeraltı sularımıza yüklenmeye başladık. Kentlerde istihdam diyerek, sanayiler kuruyoruz ama kurduğumuz sanayilerin kullanacağı su yok. Adres olarak yeraltı sularını gösteriyoruz. Yeraltı suları bir ülkenin madeni gibidir, oluşumu binlerce yıl sürer. Tüketmek an meselesidir.” Uğurlu, “Yeraltı sularının tüketimi ile birlikte İç Anadolu’da obruk denilen büyük devasa çukurlar oluşmaya başladı. Diğer yandan hortumlar ortaya çıktı. Hortumun oluşabilmesi için yoğun su ve kara kütlesinin birleşmesi gerekir. Ama artık hava kütlenin farklılaşmasından İç Anadolu’da hortum görüyoruz. Daha önce Akdeniz’de Antalyalılar, Mersinliler gözlerken artık İç Anadolu’da da bunları görebiliyoruz” diye belirti.
‘Planlı hareket edilmiyor’
Yaşanan ekolojik ve kentsel tahribatlardan kurtulmak için çözüm önerisi de geliştiren Uğurlu, şunları söyledi: “Türkiye Cumhuriyeti olarak ne yazık ki hâlâ planlı hareket edilmiyor. Belki de çözüm gerçek anlamda planlı bir ekonomik ve sosyal programın içerisinde yatıyor. Bunu gerçekleştirirken de belli kesimlerden ‘bilen’ kişilerle değil, toplumun tüm kesimleriyle gerçekten bir araya gelerek. Gerçek katılımın olduğu, tarafların sorunlarını dile getirdiği ve bunların dikkate alındığı bir ortam olmalıdır” diyen Uğurlu, “Ne olacağını, ne yapılacağını hep birlikte karar verildiği ama bu kararlar alınırken de bilimsel verilerden, bilimsel çalışmaların ortaya koyduğu gerçekliklerden yararlanarak üretilecek çalışmalar ve çözümler gerekiyor” şeklinde konuştu.
Sadiye Eser-İstanbul/MA