AKP-MHP barolarda “azınlıkta”…
Mimar-mühendis odalarında, doktorların odalarında, daha başka odalarda “azınlıkta”…
“Azınlıkta” olduğu için bu meslek odalarına sözü geçmiyor.
Kendini “mağdur” hissediyor.
“Benim de bu odalarda söz hakkım olmalı” diyor.
“Ben de karar süreçlerine katılmalıyım” diye haykırıyor.
“Azınlık odalarda ‘ötekileştiriliyor’, yönetime katılma hakkı çiğneniyor” diye şikayet ediyor.
Bağır, haykır, ağla, inle, hiçbir şey değişmiyor. AKP odalarda çoğunluğa geçemiyor.
Siz olsanız ne yaparsınız?
Azınlıktasınız. Çoğunluk sizi takmıyor, ciddiye almıyor, didiniyorsunuz, tepiniyorsunuz olmuyor. Odalarda seçimlere katılıyorsunuz, herkesin başına gelebileceği gibi “azınlıkta” kalıyorsunuz. Kaldığınızla kalıyorsunuz.
Yönetime sayınız oranında bile giremiyorsunuz.
Bu durumda siz olsanız ne yaparsınız?
“Bölme” hakkınızı kullanırsınız.
AKP/MHP de “bölme” hakkını kullanıyor işte.
İtirazınız mı var?
Benim yok.
Bence, çoğunluk eğer azınlığa iktidara ortak olma, kararlara katılma, konuşma, eyleme geçme hakkı tanımıyorsa, o çoğunluk nerenin çoğunluğu ise, tıpkı Erdoğan-Bahçeli gibi orayı bölme hakkımız olmalı.
Barolar mı?
Tamam.
Madem biz azınlıktayız, azınlıkta olmak ayıp da değil, madem azınlığın çoğunluk haline gelme ihtimali yok edilmiş, o halde baroları bölebilmeliyiz. Herkesin barosu kendine. O baro senin, bu baro benim.
Özetle “bölünmez, bölünmesi teklif bile edilemez” sayılan şu “odalardaki tekçiliğe” isyan etmek en temel insan hakkı değil midir? Madem azınlıkta olan beni tanımıyorsun, ben de seni tanımam, öküz ölür, ortaklık ayrılır, sen o baroda yaşarsın, ben bu baroda. Bir tür “kendi kaderini tayin hakkı” gibi bir hak yani. Benim kimliğim AKP, senin kimliğin CHP… “Bir arada yaşamak” mümkün olmuyorsa, atarsın nikah yüzüğünü, alır başını gidersin. Kime ne?
Ben şahsen Erdoğan’a bu konuda katılıyorum. Onun “bölücülüğünü” destekliyorum. Neden avukatlar “tekçi” bir örgüte mahkum olsun ki? Ben şahsım adına konuşacak olursam, Mustafa Kemal’in pek beğendiğim ifadesiyle şöyle derin: Bendeniz avukatın çoklu olanını severim.
Şu hale baksanıza: Tekli avukat, tekli doktor, tekli mimar, tekli mühendis.
Kahrolsun teklikler. Yaşasın “çokluklar”…
Hem sonra “tek” olan şey paylaşılmaz. Ekmeği fırıncı amcadan “tek” olarak almışsınız. Sofraya oturunca ne yapacaksınız?
Ekmeği “çoklu” hale getireceksiniz. Bir dilim sana, bir dilim bana, bir dilim ona… Ama sofranın başına cübbesiyle bir zındık imam çökmüş olsun. Başlasın duaya. “Rab tek, ekmek tek, Rabbena hep bana” diyerek somunu bir kerede yutsun. Olur mu?
Ona demeliyiz ki, “Allah tealadan başka ‘tek’ olan hiçbir şey yoktur…”
Ben bir ara evde hükümdarlığımı ilan etmeye kalkmıştım. “Söz tek, Allah tek, baba da tek…” filan demiştim. Tam işe gideceğim. O da ne? Pabucumun teki yok. Ara tara nafile. Yan odadan bir cayırtı kopmaz mı? Allah size de versin kızlı oğlanlı on iki evladım hep bir ağızdan bağrışmakta: Uç baba torik uç, iki ayağa tek pabuç… Birbirlerine pabucumun tekini atıp, havada yakalayarak oynuyorlar. O gün bugündür “tek” lafına karşıyım. Erdoğancıyım.
“Kahrolsun tek oda, çok oda çok oda” demekteyim.
Tam o sırada telefonumun ekranında Quto’nun sureti belirdi.
“Veysi abe kendine gel, yerin kulağı, telefonun kamerası var, agzından çıkanı kulagın duymiy, böyle gidersen Allah çarpmasa da Recep çarpar, seni ben bile kurtaramam…”
“Sen kendine bak, diye bağırdım, ben Recepçi olmuşum, neden beni çarpsın ki?”
“Öyle bir çarpar ki, Cemaatçiden beter olursun” dedi.
“Tek baro yok, çoklu baro var” lafına güvenmemem, buradan hareketle “bütün azınlıkların, tıpkı azınlıkta kalan Erdoğan gibi azınlıkta kaldıkları her yeri bölme hakkına sahip olduğunu iddia etmeye kalkışmamam gerektiğini tavsiye etti.