Avukat Mahmut Şakar, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Ortadoğu’ya dair çözüm önerilerini değerlendirdi
Küresel güçlerin izlediği politikalar sonucu Ortadoğu’da çözümsüzlük her geçen gün derinleşirken, çözüm olmak isteyenler ise bu güçler tarafından kendi çıkarları için tehlikeli olarak görülmekte ve sesleri kısılmaya çalışılmakta. Kapitalist Modernite’yi temsil eden bu güçler kendi çıkarları için bölgede yaşayan halklara hayatı cehenneme çevirirken, Kuzey ve Doğu Suriye’de hayata geçirilen sistem ise halklar için büyük umut olmaya devam ediyor. İmralı’da kaldığı zor koşullara rağmen PKK Lideri Abdullah Öcalan tarafından oluşturulan Demokratik Modernite; sadece Suriye’de değil, Ortadoğu’da bulunun tüm halklar için Kapitalist Modernite’nin çözümsüzlük girdabına karşı çözüm önerisi sunuyor. Uzun yıllar Öcalan’ın avukatlığını yapan Mahmut Şakar, Öcalan’ın Ortadoğu’ya dair çözüm önerilerine ilişkin soruları yanıtladı.
PKK Lideri Abdullah Öcalan, Ortadoğu’da yaşanan krizleri ve nedenlerini nasıl yorumluyor ve buna ilişkin çözüm önerileri nelerdir?
Sayın Öcalan’ın politik hayatının başından günümüze kadar Ortadoğu üzerine analizleri ve çözüm önerileri olmuştur. Kürt meselesi merkez alınarak düşünülse bile Ortadoğu bağlamında bir kavrayış ve çözümleyicilik olmadan Kürt halkının yaşadıklarının anlaşılması ve özgürleşmesi olası değil. Demokratik Uygarlık Çözümü genel başlıklı 5 ciltlik savunmasının bir cildini özel olarak Ortadoğu krizine ve çözümüne ayırmış olmasına karşın savunmalarının her yerinde bu tema ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Sayın Öcalan, ele aldığı tüm meseleler gibi Ortadoğu krizini de tarihsel bir bağlam içinde kavrayıp, gelişimini izleyerek güncel görünümünün fotoğrafını çekmiş ve çözümünü de bu tarihsel-toplumsal kavrayışa uygun olarak formüle etmiştir. Bu bağlamda Ortadoğu temalı 4. cildin de başlığını oluşturduğu üzere problemi esas olarak Ortadoğu’da bir Uygarlık Krizi olarak ifadelendirmiştir. Çok özet olarak Öcalan, kapitalist modernleşmenin bölgeye gelişini ve yarattığı sonuçları temel sorun olarak görmektedir. Özellikle Kapitalist Modernite’nin temel sacayaklarından biri olan ulusdevlet formatının bölgeye dayatılması ve toplumsal dokuyu parçalaması ağır sonuçlara yol açmıştır. Öcalan’ın cümleleriyle söylersek: “Binlerce yıldır iç içe yaşanan, yaşanmak için inşa edilmiş kültürü pergelle parçalayıp, içine acentelerini (ulus-devletçi kapitalizmi ve endüstriyalizmi) oturtmaya kalkışmasının sonucu yaşanan ve yaşanacak olan vahşetin gerçek nedenidir.” Çözümü de Ortadoğu’ya dayatılan yabancılaşma, parçalanma ve dağılmanın aşılacağı bütüncül yapılanmalar ve hakikat söylemiyle aşılabileceğini düşünür. Demokratik konfederal model ile hem bu parçalanmanın aşılacağını hem de krizin bir parçası haline gelmiş olan dinsel ve etnik milliyetçiliklere karşın esnek ve kuşatıcı bir çözüm yolunun gelişeceğini düşünür. Öcalan savunmasında ‘Ortadoğu’nun geleceği demokratik konfederalizmdedir’ der.
Öcalan’ın Suriye krizinin çözümüne ilişkin önerileri neler?
Demokratik konfederal çözümü Sayın Öcalan Ortadoğu’daki her ülke ve sorun için önerir. Bu çözüm toplumun tabandan başlayarak örgütlenmesini, ulusal ve dinsel kimliklerin varlığını özerk bir şekilde koruyarak ortak yaşamını içerir. Bu çözüm aynı zamanda geliştiği ulus-devletin de demokratikleşmesi sonucunu doğurur. HDP heyeti ile İmralı’da yaptığı görüşmelerde Suriye için Demokratik Suriye Konfederasyonu’nu önerdiğini söyler. Küresel güçlerin müdahalesinin yanlışlığına karşın mevcut sistemin de değişiminin zorunluluğunu vurgular. Zaten Suriye’ye müdahaleden çok önce de mevcut rejimin değişmeden kendisini koruyamayacağını vurgulamıştı. Savaşın yarattığı büyük yıkımın son bulması, her şeyin olduğu gibi kalarak bu trajedinin aşılabilmesinin olanağı yoktur. Suriye devleti zaten kendisi sürdüremeyecek durumdadır. Esasında küresel güçlerin de bir projelerinin olmadığı zaman içinde açığa çıkmıştır. Rejimin yerine neyin inşa edileceği belirsizdir. Mevcut haliyle alternatif olarak piyasaya sürülenlerin rejimin çok daha gerisinde oldukları da ortadadır. Aslında Suriye krizine çözüm adı altında söylenebilecek tek ciddi öneri vardır, o da Sayın Öcalan’ın ifade ettiğidir. Bunun dışındakiler sadece gücün, iktidarın, imkânların paylaşım tartışmalarıdır. Halka dair bir gelecek umudu ve önerisini içermemektedir.
“Üçüncü Yol” çizgisini nasıl tanımlayabilirsiniz?
Bu çizginin odaklandığı temel esaslar neler? Sayın Öcalan’ın kullandığı biçimiyle ‘Üçüncü Yol’ yaklaşımını bir yeni siyaset yapma biçimi olarak görüyorum. Bu siyaset biçimi halkları, ezilen sınıfları, ezilen tüm dinsel, etnik ve cinsel kimlikleri kendisine merkez olarak alır ve bunların üzerinde yükselen bir yeni toplum tasavvur eder. Bu çokluğu bir arada tutan temel fikir olarak da demokratik ulusa dayanır. Bu yeni ulus anlayışı olmadan ben yeni bir siyaset biçiminin yaratılabileceğini düşünmüyorum. Dolayısıyla Üçüncü Yol çizgisi demokratik ulusun siyaseti olarak düşünülmelidir. Öcalan da demokratik ulusu savunmalarında, “katı siyasi sınır anlayışı olmayan, aynı mekânlarda ve hatta aynı kentlerde farklı ulusları çeşitli bütünlükler içinde daha üst ulusal topluluklar olarak inşa etmeyi mümkün kılan bir ulus anlayışı” olarak tarifler. Dolayısıyla bu ulus anlayışı geleneksel ulus-devlete karşıt, milliyetçi ve çatışmacı olmayan bir varoluşu temsil eder. Bir zihniyet ve kültür ortaklığı olmasının yanında tüm üyelerini demokratik özerk kurumlarda birleştiren ve yöneten bir ulus anlayışıdır. Bu haliyle zaten ulus-devlet anlayışına ve onun siyaset biçimine alternatiftir. Aynı zamanda da küresel hegemonik güçlerin toplumsal iradeyi hiçe sayan siyasetine karşı, toplum savunucusu, bağımsız ve özgürlükçü bir yaklaşımdır. Kadın özgürlükçü, ekolojist ve komünal bir ekonomi ve ortak yaşamı merkezine alır. Üçüncü Yol; küresel ve yerel iktidar odaklarının dışında halkların, ezilenlerin yoludur.
Bu mücadele hattı mevcut krizlere çözüm olabilir mi?
Bunun dışındaki yolların başarı şansı nedir? Bu yaklaşım dışında halihazırda ana siyaset eğilimi kapitalist modernist siyaset biçimidir. Zaten önceki sorularda da Öcalan’ın yaşadığımız tüm krizlerin temel nedeni olarak bu zihniyeti ve siyasetini gördüğünü ifade etmiştik. Bu küresel hegemonik siyaset ile zaman zaman uzlaşan veya çatışan ulus-devlet gerçeğinin de Irak’ta, Suriye’de, İran ve Türkiye’de nelere yol açtığını yaşayarak görüyoruz. Diğer alanlar için de aynı şeyi söylemek mümkün. Reel sosyalizm veya sosyal demokrasi pratiğinin de Kapitalist Modernite yaklaşımını aşamadığı, hatta onun birer ‘mezhebi’ne dönüştüğü Sayın Öcalan tarafından da ifade edilmiştir. Denenmeyen esasında halkları esas alan demokratik siyaset yoludur.
Bu yol Kuzey ve Doğu Suriye’nin bugünlere gelmesinde nasıl bir rol oynadı?
Çok açık bir biçimde Sayın Öcalan’ın demokratik ulus teorisi ve bunun siyaset yapma biçimi olarak Üçüncü Yol tarzı olmasaydı, bugün Rojava Devrimi’nden de Kuzey ve Doğu Suriye’den de bahsetmemiz mümkün olmazdı. Bu denli belirleyici olduğunu düşünüyorum. Bir fikrin, projenin, stratejinin maddi hayatta ne kadar etkili olabileceğinin bir örneğidir bu. Esasında Suriye krizi başladığında ne yapması gerektiğini bilen tek güç vardı. Rejimin kendini koruma, küresel güçlerin de yıkım dışında bir yaklaşımları yoktu. Sadece Kürtlük üzerinden de gidilecek bir yol olmadığı açıktı. Çünkü hem nüfus olarak hem de yerleşim olarak salt Kürtlük üzerinden bir yere varmak mümkün değildi, en fazla bazı küçük Kürt gruplarının da yaptığı gibi yıkım projesinin bir parçası olunabilirdi. Milliyetçi, ayrıştırmacı ve retçi olmayan, esnek, kapsayıcı ve toplumu birleştirebilecek bir projeksiyon yaşam bulabilirdi ancak. Bu nedenle hem parçalanmış bir siyasal ve toplumsal manzara içinde bütünlük kurabilecek kapasite ortaya konulabildi hem de DAİŞ ve diğer çetelerin saldırılarına karşı muazzam bir direniş gerçekleştirilebildi. DAİŞ’i bitiren de zaten bu yeni siyaset ve dinamik oldu. Devletlerin bile önünde duramadığı DAİŞ nasıl yenildi? Eğer yeni bir yaşam umudu ve daha iyi bir gelecek projeksiyonu olmasaydı, bunca güç dengesizliği içinde zafere ulaşılamazdı. Ayrıca bu yol, sadece Kuzey ve Doğu Suriye’nin doğumunu sağlamadı aynı zamanda onun varlığını koruyacak temel bir yoldur.
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nde vücut bulan Üçüncü Yol’a dönük bugün ne tür saldırılar söz konusu?
DAİŞ’in yaklaşımı açıktır. Gerçekte bu siyaset biçimine yönelik saldırı sadece DAİŞ ve bölgesel güçlerden gelmiyor. Bence başta ABD olmak üzere hakim küresel güçler de bu düşünceden rahatsızlar. Rusya’nın Efrîn sürecindeki tavrıyla ABD’nin Serêkaniyê sürecindeki tavırlarının ardında bunun yattığını düşünüyorum. Her iki dinamik açısından da halka dayalı, öz savunması olan, kadın özgürlükçü ve komünal bir proje ciddi bir tehdit olarak görülüyor. Bu küresel güçlerin, belki başkaca bir dinamik olmadığı için boğma çabası olmasa da onu ilerici özünden arındırma çabası olduğunu düşünüyorum. Bölge güçleri açısından başta Türkiye olmak üzere koşulları oluştuğunda saldırma, hatta boğma niyeti ve tehdidinin devam ettiğini düşünüyorum.
Demokratik Modernite ve Üçüncü Yol çizgisi küresel ve bölgesel güçler tarafından nasıl görülüyor? Halkların yaklaşımı nasıl? Bu çizgi kime kazandırıyor, kime kaybettiriyor?
Küresel ve bölgesel güçlerin yaklaşımları kısmen ifade edildi. Birbirini besleyen bu iki yaklaşımın birleştikleri nokta iktidarcı, hegemonik ve halk karşıtı olmalarıdır. Çatışmaları güç ve imkânların paylaşımına dayanır. Bu nedenle Demokratik Modernite çözümüne karşıtlıkta da birleşmektedirler. Fakat aslolan halkların yaklaşımıdır. Bu proje onlara hitap ediyor çünkü. Rojava Devrimi saldırıya uğradığında açığa çıkan fotoğraf aslında bu projenin niteliğini de ortaya koymuştur. Dünyanın her yanında, emperyal metropoller de dahil halkların tepkisi, gençlerin, kadınların, alternatif politik grupların eylemleri küresel demokratik birlikteliğin gücünü ve çapını ortaya koymuştur. Öyle ki, yönetimler bile sahte de olsa bu sahiplenmenin yanında yer aldıklarını ifade etmek durumunda kalmışlardır. Kürdistan’ın mücadele geleneği içinde ilk kez bu kadar yaygın ve geniş bir coğrafyada halklarla bir buluşma yaşanmıştır. Bunun niteliksel ve tarihi bir gelişme olduğu açıktır. Ayrıca halkların öz gücüne dayalı bir siyasetin de küresel bir düzlemde var olabileceğinin kanıtlanmıştır. Gezegenimizin her tarafında, yeni bir dünya arayışında olan herkes için, kapitalist hegemonyanın mutlak zaferini ilan ettiği reel sosyalizmin yıkılışından sonra ilk kez kendilerini içinde gördükleri bir proje ve devrim dinamiği açığa çıkmıştır. Demokratik Modernite paradigması, 21. yüzyılım devrimci dinamiğini temsil etmektedir. Elbette daha işin başındayız ancak şu ana kadar ki pratik, bu paradigmayla kadınların, yoksulların, halkların, ayrımcılığa, asimilasyona, baskıya, soykırıma uğrayanların kazanacağı bir yolun olduğunu, buradan hep birlikte yürüyebileceğimizi ortaya koymuştur.
DAİŞ: Ortadoğu’nun JİTEM’i
Öcalan ile yapılan bir görüşmede DAİŞ için “Ortadoğu’nun JİTEM’i” belirlemesi yapmıştı… Evet. Bence burada kastedilen DAİŞ’in Ortadoğu halklarına karşı yok edici bir paramiliter güç olarak kullanılması gerçeğidir. Halkların özgürlük istemlerine karşı başta Türkiye olmak üzere bazı güçlerin tetikçisi olarak işlev görmesidir. Ortadoğu’nun tüm farklılıklarını yok etmede kullanılan bir aparat olmasıdır. DAİŞ’in geride bıraktığı miras onun misyonunu da ortaya koymaktadır. Êzidî halkına karşı uygulanan soykırım, Kobanê’de oluşturulan yeni yaşam alanlarına saldırı, yine Şii Türkmenler, Kakailer gibi diğer kimliklerin yaşadığı ağır yıkım ortadadır. Kim bunları tehdit olarak görmektedir? Bugün adı geçen yerlerin Türk devletinin tehdidi altında olmaları veya bu yerler üzerinde bir hesaplarının olması da ilginçtir. DAİŞ önemli ölçüde zayıflatılmıştır. Ancak DAİŞ’in üstlendiği misyonu diğer cihadist-selefi grupların üstlendiğini görmemiz gerekir. Yani DAİŞ bitmedi, dönüştü. Birbirinden farklı tüm bu grupları bir arada tutan ve onları bir proje kapsamında yeniden JİTEM’vari işleten de Türkiye’dir. DAİŞ ile örtülü yapılan, benzerleriyle açık yapılmaktadır artık. Dahası Ortadoğu’nun JİTEM’i artık TSK’nin bir parçası ve yayılmacıkolonyalist Türk siyasetinin vurucu gücüdür. Türkiye bu gücü Avrupa siyasetine karşı tehdit aracı olarak kullandığı gibi, taraf olduğu her çatışmada da en önde kullanmaktadır. Libya ve Ermenistan bunun son örnekleridir.
İdris Sayılğan-Ferhat Çelik/İstanbul-MA