Erdoğan’ın imzasıyla takviye hazır kuvvet müdürlüğü kuruldu. HDP Milletvekili Züleyha Gülüm ve Diyarbakır Barosu Başkanı Cihan Aydın, müdürlüğün tek adama bağlandığını ve hukuk dışı olduğunu söyledi
Yadigar Aygün/İstanbul
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Ankara’nın ardından İstanbul’da da doğrudan merkeze bağlı takviye hazır kuvvet müdürlüğü kuruldu. Neden böyle bir yapı kurulduğuna dair birçok yorum yapıldı. Polis, jandarma, bekçi varken yeni bir yapının kurulmasına ilişkin gazetemize konuşan HDP Milletvekili Züleyha Gülüm ve Diyarbakır Barosu Başkanı Avukat Cihan Aydın, Türkiye’nin tek adam rejimiyle yönetildiğine dikkat çekerek toplumsal baskının artacağını söyledi.
Tek adam keyfiliği
HDP Milletvekili Züleyha Gülüm, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Ankara’nın ardından İstanbul’da da doğrudan merkeze bağlı takviye hazır kuvvet müdürlüğü kurulmasının Saray için yeni bir mekanizma oluşturulduğuna dikkat çekti. Bu yeni uygulamanın toplumdaki baskıyı ve hak ihlallerini arttıracağının altını çizen Gülüm, Cumhurbaşkanı’nın keyfiliğinde alınan bir karar olduğunu söyledi. Gülüm, “Öncelikle yöntem olarak tartışmak gerekiyor. Artık ülkede her şey Cumhurbaşkanlığı kararları ya da kararnameleri ile yürütülmeye başlandı. Meclis, kurumlar, diğer mekanizmalar devre dışı bırakılmış durumda. Yetki yönünden bir yetki aşımı söz konusu. Cumhurbaşkanı kendi başına karar verebileceği bir durum değildir. İkincisi bir gerekçe yazılmış değil. Neye ilişkindir, ne görev yapacak, hangi ihtiyaçtan kaynaklı böyle bir kuvvet kuruluyor? Sorumluluk ve yetkileri nedir, görevleri nedir buna dair hiçbir açıklama yok. Keyfiliğin önünü açan yeni bir mekanizma kuruluyor. Burada hukuki sınırlar korunacak mı? Hak ihlalleri konusunda durum ne olacak? gibi bir çok soruyu beraberinde getiren bir düzenlemedir. Diğer açıdan baktığımızda aslında ülkede genel olarak bir polis devletine, güvenlik devletine doğru giden bir süreç var.
Her şeyin güvenlik olarak algılandığı temel hak ve hürriyetlerin, özgürlüklerin, basın özgürlüğünün, toplantı ve yürüyüş özgürlüğünün, demokrasinin gereksinimleri olan bütün özgürlüklerin daraltıldığı bütün bunların polis gücüyle devlet gücüyle bastırılmak, toplumun susturulmasının istendiği bir süreçten geçiyoruz. Her şeyin yasak olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Toplantı yapmak istediğinizde yasak, basın açıklaması yapmak istediğinizde yasak, miting yapmak istediğinizde yasak. 2018 yılında Ankara’da kurulmuştu. Yeni bir durum değil. Şimdi İstanbul için ve arkasından diğer büyük şehirlerde de takviye ekipleri ve hazır kuvvetlerinin oluşturulacağı söyleniyor. Aslında bu polis devletinin güçlendirilmesinin mekanizması oluşturulmak için devreye yeni güçler sokuluyor. Bu gücün şöyle bir farkı var emniyet birimleri ya da kuruldukları ildeki valiliklere bağlı olmaksızın direk saraya bağlı olan bir yeni bir polis gücü yaratılıyor. Son süreçlerde yaşadığımız her şeyin saraydan yönetildiği her şeyin tek adam rejimi üzerinden yürüdüğü mekanizmaya bir yenisi daha ekleniyor. Direk saray tarafından yürütülecek ve yönlendirilecek. Bu aslında toplum üzerinde baskı oluşturmanın sessizleştirmenin susturmanın aracı olarak örgütleniyor. Açıklamalara baktığımızda toplumsal olaylara müdahale edecek, mitinglerde görev alacak diye sıralamalar yapılmış. Genel pratikten biliyoruz ki bu tür mekanizmalar hak arama talebinde bulunan insanlara karşı, sesini çıkardığında iktidarın siyasetine politikalarına sözlerine karşı muhalefet edenlere karşı kullanıldığını çok iyi biliyoruz. Hukuksuzlukların önünü açacak denetiminin çok daha zorlaştığı yasalarla kendini bağlı hissetmeyecek bir düzenleme getirmiş oldular” dedi.
Polis devletine gidiliyor
Gülüm, bu uygulamayla birlikte Türkiye’nin polis devletine bir adım daha yaklaştığını vurguladı. AKP’nin toplumu sindirmek ve baskı altına almak için güvenlik güçlerine takviyeler yaptığını belirten Gülüm, halkın gerçekten böyle bir uygulamaya ihtiyacı olmadığını söyledi. Gülüm, “Bugüne kadarda aslında çoğu kez güvenlik güçlerinin hukuka aykırı eylemlerine karşı yaptırım zaten çok zordu ama bugün direk saraya bağlı bir kuvvete karşı hukuka aykırı eylemlerine ilişkin yaptırım uygulanmayacağı açık aslında. Polis devletine gidildiği bir süreç. Bir ihtiyaç olduğu söylenmişti emniyet İçişleri Bakanlığı’nın açıklamalarına baktığımızda emniyet gücünün yeterli olduğu söylenmişti. Bekçi sayısını arttırdılar bekçilere özel yetkiler verdiler. Bunun dışında özel birimler oluşturdular. Gerçekten çok yüksek sayılarda güvenlik gücü aldılar. Bütün bunların sonucunda yeterli olduğunu söylüyorlardı ama bugün geldiğimiz noktada bir ihtiyaç olduğunu söylüyorlar. Birbiriyle çelişen açıklamalar yapıyorlar ama bunun toplamında ne açıklarsa açıklasınlar şunu çok iyi biliyoruz ki muhalefetten korkuyorlar. Toplumsal muhalefetin, halkın kendi politikalarına karşı bir tepkisi olduğunu buna onay vermediğini kendi AKP iktidarına oy verenlerin dahi aslında buna tepki gösterdiğini iktidarı kaybetmeye doğru gittiklerini ve bu kaybetme pozisyonu kabul etmek istemedikleri için toplumu sessizleştirecek susturacak ses çıkardığında müdahale edecek mekanizmalar üretiyorlar. Anlaşılan kendi içlerinde de birbirlerine güvenmedikleri için direk saraya bağlı birlik oluşturuluyor” dedi.
Bütçe savaşa ayrılıyor
Gülüm, AKP’nin savaş politikalarına ve güvenliğe ayırdığı bütçenin her geçen yıl arttığına dikkat çekti. Gülüm, halka asıl yapılması gereken yatırımlar yerine güvenliğe ayrılan bütçenin AKP’nin kendisini ve yandaşlarını korumak için kullandığının altını çizdi. Halkın ekonomik kriz ve yoksullukla boğuştuğu bir dönemde AKP’nin derdinin halkın sorunları değil kendi iktidarını korumak olduğunu söyledi. Gülüm, “Savaşa güvenliğe yapılan yatırımın kendisi aslında halka yapılması gereken bütçeyi buralara harcıyor. Çok ciddi bir yoksulluk, işsizlik, ekonomik krizle karşı karşıyayız. Halkın hayat koşulları çok zorlaşmış bir durumda. Açlık sınırın altında hiçbir ücreti olmadan, geliri olmadan yaşamak zorunda olan binlerce insan var. Her geçen yılda bu sayı artıyor. 19 yıldır uyguladıkları politikaların sonucu olarak gelinen nokta bu. Buna rağmen hala savaşa ve güvenlik güçlerine yatırım yapılıyor. Oysa ki savaşa, güvenliğe değil ülkenin halkları için, yoksulları için, emekçileri için, kadınları için bu yatırımlar yapılsa bugün yaşanan yoksulluğun, işsizliğin sorunları çözülmüş olur. Sermaye iktidarı sadece kendine ve yandaşlarına çalışıyor. Bütün devlet mekanizmalarındaki parayı da kendi iktidarını ve sermayeyi korumak için savaşı ve güvenliği ön plana çıkarıyor. Bununla kalıcı olmaya çalışıyor. AKP’nin derdi halk değil derdi yoksullar değil, derdi bu ülkenin geleceği değil. B u ülkede insanlar nasıl özgür, eşit koşullarda yaşayacağını düşünmüyor. Özgürlüğü, adaleti, eşitliği sahiplenmedikleri için bunu topluma yerleştirmedikleri için bu sefer tersi olan şeye yöneliyor. Toplum adalet talep ediyor. Yoksulluktan kurtulma talep ediyor. Bir yandan milliyetçi dalgayı gündeme getirerek bir yandan Kürt sorununu demokratik yöntemlerle barış yoluyla çözülmesi önünde engel oluşturarak buna karşı savaş politikalarını geliştirerek buradan bir lehçe yükselterek kendine onay almaya çalışıyor ama toplumda bu dalgaya onay yok. Toplum barış, adalet, özgürlük istiyor. Halkın bütçesini halka harcanmasını istiyor. Sağlığa, eğitime para aktarılmadığını sürekli güvenliğe ve sermayeye aktarıldığını görüyoruz. Örtülü ödenek adı altında nereye ne harcandığını bilmediğimiz şeffaflığın olmadığı bir ekonomi işleyişi var. Halkın parasını harcıyorsunuz ama nereye harcandığını söylemiyorsunuz. Güvenliğe harcadıklarını söylüyorlar sorulduğunda da güvenlik gerekçesiyle gizlidir diyorlar. Böyle bir gerekçe öne sürülemez. Halkın onay vermediği açıklamayı da yapamazsınız. Bu iktidar denetlenebilirliği ortadan kaldırdı ve bunlarında cevaplarını da vermiyor” diye konuştu.
Tek imza, tek karar
Diyarbakır Barosu Başkanı Avukat Cihan Aydın, Cumhurbaşkanı talimatıyla verilen bir karar olduğunun altını çizerek, bu uygulamayla Türkiye’nin bir polis devleti olma yolunda bir adım daha ilerlediğini söyledi. Aydın, “Bu kararın kendisi hukuki değerlendirme gerektirmeyecek kadar yanlış ve hatalı. Çünkü bir gerekçe yok ortada üzerinde tartışabileceğimiz. Cumhurbaşkanı kararının ya da kararnamesinin hukuki gerekçesi ortada olmuş olsaydı biz buna hukuksal olarak elbette bir değerlendirme yapabilirdik. Anayasaya uygunluğunu, yasalara uygunluğunu, memleketin ihtiyaçlarına uygun olup olmadığını değerlendirebilirdik ancak bu yasada hiçbir yazılmış bir gerekçe yok. Tek bir cümlelik bir kararname var. Sadece bir kişi tarafından Cumhurbaşkanlığı tarafından verilen bir karar var ortada. Hayatımızın birçok noktasına aslında olumsuz yönde etki etme ihtimali olan bir karar. Son derece tartışmalı ve uygulamadır. Kolluk teşkilatı temel hak ve özgürlükler konusunda maalesef sorun çözmek yerine sorun üreten bir mekanizmaya dönüşmüş durumda. Bu kolluk mekanizmasının büyük bir bölümü bu şekilde. Şuanda sokakta polis yurttaşın eylem ve gösteri hakkını engelliyor. Sokakta işkence yapıyor. Hayatın her alanında kolluk güçleri müdahale ediyor. Takviye hazır kuvvet müdürlüğünün polisten çok farklı davranacaklarını düşünmüyorum. Burada asıl tartışılması gereken mesele bu mekanizmanın sorumluluğu kimde? Nasıl bir hiyerarşiye tabi olacaklar? Soruşturma ve kovuşturmaları nasıl olacak? Bunların özlük hakları nasıl yürütülecek? Bunlar kimden talimat alacak? Kime karşı sorumlu olacaklar? Asıl tartışılması gerekenler bunlar. Can sıkan ve yasal anlamda büyük sorunlar teşkil eden kısım bu çünkü kolluk hiyerarşisi içerisinde bir işkence ve kötü muamale iddiasına ilişkin olarak etkin bir soruşturma yapılmıyor. Cezasızlık politikası had safhada ama en azından şuan hiyerarşik olarak kimlerden sorumluluk alabileceğini şeklinde olsa görme şansımız ve tespit etme şansımız var ama bu düzenleme içerisinde buna dair tek bir açıklama yok. Tek cümleden oluşan bir karardan bahsediyoruz. Neden bu birliklere ihtiyaç duyuldu? Bunun cevabının yurttaşlara açık ve şeffaf bir şekilde verilmesi lazım. Türkiye’de yasa ve anayasayla konulmuş kolluk sistemleri zaten var. Ankara’da ve İstanbul’da kolluk aynı olaylarda eksik kaldı da bu takviye birlikler kuruluyor? Bir hukuk devleti içerisinde gerçi bir hukuk devleti kalmadı. Neden kanunu oluşturulmadı. Kanuna bağlansa buna göre eleştiriler olur. Bir kanuna bağlamadan soruların cevabını vermeden yapılan bu düzenlemenin hukuka aykırı olduğu net bir şekilde ortada. Türkiye’de insan hakları giderek kötüye gidiyor. Otoriterleşmeyi de aşan hatta totaliterliğe varan uygulamalar var. Cezasızlık politikası çok yaygın bir şekilde kullanılıyor. Türkiye bir polis devleti olma yolunda bir adım daha ilerlediğini görüyoruz” diye konuştu.