Güney Kore, başkanlık sistemiyle ülkeyi yönetmek, değişen dünyanın karmaşık sorunları içinde artık mümkün değildir diyerek yeni bir arayışa girmişken, biz, Güney Kore’nin terk etmekte olduğu bu sisteme doğru yelken açıyoruz. İslami cenahın Japonya ve özellikle de Güney Kore örneklerinden çok etkilendiğini biliyoruz. Çünkü bu ülkeler geç modernleşmenin en çarpıcı örnekleri. Gerçekten de, örneğin Güney Kore’de 60’larda 80-90 dolar olan kişi başına milli gelir, 2016’da 36 000 dolar olmuş. Müthiş bir performans değil mi? Hem geleneksel özelliklerini muhafaza etmişler ve hem de Batı ülkelerinin zenginlik düzeyine erişmişler. Böyle bir ülke olmak özellikle muhafazakar kesimler bakımından çok çekici.
Bu yazı çerçevesinde bu tarihi sürecin ayrıntılarına girmemiz mümkün değil. Ancak Güney Kore’nin tarihi gelişme sürecinde benzerliklerimiz olmasına rağmen ayrılıklarımız üzerinde birkaç söz söylemek de gerekli. Bir kere Güney Kore’nin gelişme sürecinde bizimkine benzer iki askeri darbe var. 1960’da ve 1980’de. Bu bakımdan benziyoruz. Benzemeyen yanımız ise Güney Kore’nin, 1987’de çok özgürlükçü bir anayasa ile ülkede ciddi bir demokrasi hamlesi yapmış olmasıdır. Öyle ki, bu anayasa, birçok bakımdan toplumdaki farklılıklarından ötürü mağdur olmuş kesimlerin seslerinin de duyulabildiği yeni bir demokrasinin inşasını mümkün kılmıştır. Bugünlerde ise, yazının girişinde de söz ettiğim gibi Koreliler, küreselleşen ve bundan ötürü de çok daha karmaşık hale gelmiş bir dünyada, Kore’nin tek bir başkan tarafından yönetilemeyeceğini ve yeni bir demokrasi hamlesinin gerekliliğini tartışmakta.
Bizdeki duruma dönecek olursak. Evet, bizim gelişme sürecimizde Kore’deki gibi iki darbe var ama bizler Koreliler gibi özgürlükçü değil aksine baskıcı özellikleri öne çıkan bir anayasa yapmış durumdayız. Bir başka ifadeyle, bugünkü Anayasanın mimarları Güney Kore’den etkilenmişler ama Güney Kore’nin özgürlükçü bir demokrasi tercihini görmemezlikten gelmişler. Örnek mi?
İki gün önce geçen “Bedelli Askerlik” olarak bilinen yasayla ilgili yapılan tartışmalardan biri, bu sürenin 21 gün mü yoksa 28 gün mü olması tartışması idi. Yasa teklifi Komisyondan geçtikten sonra daha henüz Genel Kurul’da tartışılmamışken Cumhurbaşkanı, bir gün önceki AKP Grup toplantısında “kesinlikle 21 gün olacak” diye bir açıklama yaptı. Bir anlamda bu davranışıyla Cumhurbaşkanı kendisinin Meclis’in de üstünde bir iradesi olduğunu ifade etmiş oldu. Zaten aynı günlerde Cumhurbaşkanı’nın Meclis Başkanı Binali Yıldırım’ın makam masasına oturması ve Yıldırım’ın da ayakta durması aynı mesajın bir başka biçimiydi.
Cumhurbaşkanı, hem siyaseti ve hem de ekonomiyi “merkezileştirmektedir”. Merkezileşme ise kaçınılmaz olarak hem siyaseti ve hem de ekonomiyi daha kırılgan hale getirecektir. Siyasetin ve ekonominin kırılganlaşması ise baskıcı politikalara ihtiyaç gösterir. Aksi durumda kırılganlık kırılmaya dönüşür. Rusya’da Putin, Çin’de Şi’nin kalkınma yolu baskıcı bir yoldur. Oysa Güney Kore daha özgürlükçü bir yolu denemiş ve daha hızlı kalkınmıştır. Erdoğan’ın yolu ise geçmişte olduğu gibi önünde açılan şansları ıskalayan ve ülkeyi içinden çıkılamaz bir hale getirecek bir yoldur. İnanmayanlar ise yakında bunu göreceklerdir.