Kimsin sen? Adını soyadını sormuyorum, onu biliyoruz, sen kimsin? Ne yaparsın? İşinin adı nedir efendi? Ne üretirsin? Ekmek mi? Su mu? Bu memleketin tek bir çocuğunun boğazından senin sağdığın bir damla süt geçmiş mi? Tek bir ağacın meyvesini toplayıp da pazara götürmüşlüğün, tek bir buğday tanesini öğütüp un etmişliğin, tek bir ipliği dokuyup kumaşa dönüştürmüşlüğün, tek bir deriyi tabaklayıp bir insan evladının ayağına pabuç giydirmişliğin var mı?
Dünyanın neresinde tamamen hekimleri ilgilendiren bir salgın yaşanırken piskoposların, hahamların durup durup laf yumurtladığına, her Allah’ın günü televizyon ekranlarını işgal ettiğine tanık olunmuştur? Sen kimsin ve bir devlet memuru olarak (külliyetli maaşları götürsen de, yine de bir devlet memuru olarak) hangi bilmediğimiz özelliğin sana böyle bir hakkı veriyor? Nasıl oluyor da senin o mübarek suretini, uyku nedir bilmeden 7/24 çalışan, bir tek can kurtulsun diye kendini helak eden hekimlerden, senelerini ameliyathanelerde geçirmiş o eli öpülesi insanlardan daha çok görüyoruz? Durmuş bir tek kalbi çalıştırmamış, bir tek tıkanmış damarı açmamış, bir tek bebeği rahimden çıkarıp anasının kucağına vermemiş olan sen, hangi hakla, hangi sıfatla her gün hayatımızın bir parçası olabiliyorsun?
Bıktık senden, bıktık! Anlıyor musun? Bık-tık.
Canımızla uğraşıyoruz şurada ya! Canımızla! Seni niye çekmek zorundayız? Bir aspirin kadar değerin var mı senin? Yaralı bir parmak gördün de bir şey mi yaptın hayatın boyunca? Bir hayır söyle ki onun kırk yıl kölesi olalım. Allah aşkına, bir hayır söyle, tek bir hayır! Yemin ediyorum, insanlığa kattığın tek bir şey söyle, kapına gelip yüz süreceğim!
Boğazı kesilmiş Emine Bulut’un canını ‘emanet’ saydın bi şey demedik; 9 yaşında çocuklara nikâh düşürdünüz ‘La Havle’ çektik; kerameti kendinden menkul ‘fetva’larınızda babaların öz kızlarına ‘şehvet’ duymasından söz ettiniz, ‘yuh artık’ dedik; Aleviyle evlenmeyi caiz bulmadınız, ‘Tövbe tövbe’ dedik; kaç çocuk yapacağımıza hükmettiniz, ‘kolaysa gel sen yap’ dedik; ‘Kuran kurslarında bir tuğlası olana, cennette ev verilecek’ deyip emlakçılığa soyundunuz, komisyon alırsınız diye hiç bulaşmadık; sol elle şeytanın yemek yediğini yumurtladınız bir yerlerinizden, solak çocuklarımıza daha bir sıkı sarıldık; feministine LGBT’sine ağız dolusu sövdünüz, ‘boş boş konuşuyor işte’ deyip takmadık; depremden zor bela kurtulmuş insanlara ‘ölüme hazır olmak’tan söz ettiniz, madenden çıkan ölülerin başında ‘fıtrat’ masalları okudunuz, ‘fesüphanallah’ dedik; yahu pantolonumuzun bolluğuna darlığına bile karıştınız be, ona bile soktunuz burnunuzu! Yetmedi, üç kuruşluk yılbaşı keyfimiz vardı şunun şurasında, cebimizdeki biletin vergisinden aldığınız maaşı unutup yedi ceddimizi cehennemin derinliklerine gömdünüz ya!
Bütün bunları yapmak için üstelik boğazımızdan kesilen vergilerle eşşek yüküyle maaşlar aldınız. Memleketin 8 tane bakanlığının bütçesini sollayıp geçtiniz, milyonlarca liralık kaynaklar önünüze serildi, cennetle uyutup cehennemle korkuttuğunuz müminlerin hayalinden geçmeyecek araçlara bindiniz de seyrü temaşa eylediniz. Yetmedi, milyonlarca lirayı da vakıflara, derneklere sebil ettiniz.
Bi susmayı öğrenemediniz ama! Bir tek onu öğrenemediniz! Susup haddini bilmeyi, ‘bu iş benim işim değil, varsın hekimler uğraşsın’ demeyi öğrenemediniz.
Canımızla uğraşıyoruz biz, efendi paşa! Canımızla! Yeter! Çoluğumuz çocuğumuz var bizim, evde yaşlı babalarımız nenelerimiz dedelerimiz var, sen gevezelik edesin diye çadır tiyatrosu kurmadık burada. Saraylarda yaşamıyoruz, sivilce çıkarsak alarma geçecek özel hekimlerimiz yok. Basit, sıradan insanlarız biz, halk diyorlar adımıza. Tehlikedeyiz, endişeliyiz, geceleri kötü kötü rüyalar görüyoruz, sabahın köründe haber kanallarını gezip dünyanın öteki köşelerinde rengi başka dili başka kaç insan kardeşimizi daha kaybetmişiz diye bakıyoruz, yeteneksiz yöneticilerin elinde sıra bize ne zaman gelecek diye kurbanlık koyunlar gibi meleşiyoruz. Kolay mı sanıyorsun bunları sen? Aldığımız makarnayla dalga geçiyor sofra soytarıları, eve ekmek nasıl götürülür bilmeyenler evden çıkmayın diye akıllar fikirler püskürtüyor üstümüze her gün. Kolay mı sanıyorsun bunları?
Sus artık yahu! Sus! Mübarek adam sus! Mübarek çeneni kapa ve sus!
Sana uymaz biliyorum ama meyhane duvarlarında yazardı eskiden, “Biliyorsan konuş âlim sansınlar, bilmiyorsan sus da adam sansınlar” diye; bir bunu öğren önce. Binlerce yıl önce senin gibileri sulu dereye götürüp susuz götürecek adamlar, “Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir” demiş; ibret al da bir sus!
Eski Hıristiyanlarda olduğu gibi çile odalarınız filan yok mu sizin ya? Yok mu öyle bir prosedürünüz hakikaten? Şart değil illa da oda filan, Mercedes’in arka koltuğu da olur, gir işte bir yerlere, kilitle bütün kapıları da üstüne, kal orada! Merak etme, her şey olup bitince biz sağ kalanlar sesleniriz sana: Elma dersem çık armut dersem çıkma!
Armut! Armut!
Kıyamete kadar armut!