Özgür Müftüoğlu
Çin’den yayılmaya başlayan Covid-19, 2020 Mart ayının ilk günlerinde kapı komşumuz İran’ı ve Yunanistan’ı sarmıştı. Tehlikenin büyüklüğünü fark edenler Türkiye’ye “Bir an önce önlem alın!” uyarıları yapılmasına rağmen hükümet, uyarılara kulak tıkıyor ve hiçbir şey yokmuş gibi yaşam devam ediyordu.
Sağlık Bakanı 8 Mart’ta, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 104 ülkede virüs vakasının görüldüğünü “Türkiye’nin sıkı önlemlerle bu listeye girmemeyi başardığını” gururla ifade ediyor; “Komşularımız ve Avrupa önlemlerde yavaş kaldı” diye eklemeyi de ihmal etmiyordu, bıyık altından gülerek. Salgının Türkiye’de olabileceğini iddia etmek bir yana imâ etmek bile hükümet karşıtlığıyla, vatan hainliğiyle ithâm edilmek için yetiyordu. Emniyet Müdürlüğü, “virüsün Türkiye’de görüldüğüyle ilgili haber paylaşanlar” hakkında işlem başlatılacağını duyurmuştu bile.
Ardı ardına pandemi nedeniyle ölüm haberleri gelmeye başlayınca, “mızrak çuvala sığmadı” ve 11 Mart gece yarısı Sağlık Bakanı’nın “Bir koronavirüs vakası görüldü!” açıklamasının ardından kimi önlemlerin alınacağı duyuruldu. Sayın Bakan, bu açıklamayı yaparken daha üç gün önce pandemi vakası görülen ülkelere yönelik alaycı üslubu için utanma, sıkılma gibi bir duygu hali yaşamış mıydı, bilemiyoruz!
Bakan, Covid-19’un memleket sınırları içine girdiğini kabul edince millet, Cumhurbaşkanı’ndan gelecek açıklamaya kulak kesilmişti ki fazla beklemek gerekmedi. Erdoğan, “Hiçbir virüs bizim tedbirlerimizden güçlü değildir!!” açıklamasıyla pandemi karşısındaki “milli duruşumuz”u dünya aleme duyurmuş oldu; milletin de yüreğine su serpildi!
Peki gerçekten tedbirler virüsten “güçlü” müydü? Lafı uzatmaya gerek yok; önce rakamlar üzerinden sorunun yanıtını arayalım: Cumhurbaşkanının bu talihsiz açıklamasının üzerinden geçen bir yılda Sağlık Bakanlığı verilerine göre Covid-19 teşhisi konulanlar 2 milyon 850 bin kişiye, virüs nedeniyle yaşamını yitirenler ise 29 bin 350 kişiye ulaştı. Bu rakamları verirken, TTB ve sağlık meslek örgütlerinin Bakanlığın verileri çarpıtarak vaka ve ölü sayısını düşük göstermeye çalıştığına yönelik iddiaları ile pandemi nedeniyle sağlık hizmetlerindeki eksiklik ve aksaklıklar sonucunda tedavi edilebileceği halde yaşamını kaybedenleri de unutmayalım.
Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde doğrudan veya dolaylı olarak virüs nedeniyle yaşamını yitirenlerin Bakanlığın açıkladığı rakamın 2-3 kat üzerinde olduğunu söylemek de abartılı olmayacaktır.Ölüm sayısının bu kadar yüksek olması tek başına tedbirlerin yetersizliği anlamına gelmez elbette. Mesele virüsün yarattığı tehdidin ülkeyi yönetenlerce doğru algılanıp bunu bertaraf edecek tedbirlerin alınıp alınmamış olmasıdır. Bulaşın Türkiye’de varlığını kabul etmekte dahi zorlanan bir siyasi iktidarın alacağı tedbirlerin ne kadar etkili olabileceğini ise tahmin etmek zor olmasa gerek!
Hükümetin salgının başından bu yana aldığı kararlar, bilimsel temellere dayanmıyordu. Tamamen göstermelik olarak kurulan bilim kurulunun hükümetin kararlarını meşrulaştırmak dışında bir işlevi olmadı. Zira AKP’nin virüsle mücadelede önceliği toplum sağlığı değil, sermayenin ve kendi iktidarının bekâsıydı. Bu nedenle pandemiyle mücadelede temel kural “fiziksel mesafe” olmasına rağmen kapitalizmin çarkları dönsün, sermayenin kârı sürsün diye işçiler fabrikalarda, atölyelerde, bankalarda, marketlerde çalışmak zorunda bırakıldı. İş yerini kapatan yüz binlerce esnafı, işsiz kalan milyonlarca emekçiyi açlıkla, yoksullukla baş başa bırakan devlet, bir avuç sermaye sahibine oluk oluk kaynak aktardı.
Diğer taraftan 65 yaşından büyükler aylarca eve hapsedilirken, AKP kongreleri lebalep dolduruldu, gururla da teşhir edildi. Erdoğan, pandeminin birinci yılı vesilesiyle yaptığı açıklamada “Sağlık ordumuzun fedakârlığıyla, sürekli yenilerini hizmete aldığımız, kapasitelerini arttırdığımız hastanelerimizle ve güçlü altyapımızla sağlık alanında destan yazdık” demiş. Sağlık emekçilerinin pandemiye karşı yaşamlarını fedâ etmek pahasına bir mücadele verdikleri doğrudur elbette. Ama sağlıkçıların en yaşamsal taleplerini dahi karşılamayan ve bilim dışı kararlarla sağlıkçıların iş yükünü daha da arttıran AKP’ye rağmen bu mücadelenin yürütüldüğünün altını kalın kalın çizmek gerekir.
Sorumuzu tekrarlayalım: “Tedbirler gerçekten virüsten ‘güçlü’ müydü?”Geçen bir yılın sonunda Erdoğan’ın “Destan yazdık!” sözü AKP’nin, patronları ve kendi iktidarını korumaya dönük tedbirlerin destanı olarak okunmalıdır. Bu açıdan bakıldığında tedbirlerin virüsten çok daha güçlü olduğuna kuşku yoktur.
Ancak virüsün -patronlar ve saraya yakın AKP aristokrasisi dışında kalan- toplumun çok geniş kesimini kırıp geçirdiğini söyleyebiliriz. Bu durumda başta Covid-19 nedeniyle yaşamını yitiren 29 bin 350 kişinin olmak üzere, bu süreçte işini kaybedip intihara sürüklenenlerin ve virüs tehdidi karşısında görmezden gelinen, yaşam hakları ihlal edilenlerden hesabının sorulması, tarihin üzerimize yüklediği bir görevdir!