PEN International Başkanı yazar Burhan Sönmez ile son romanı Franz K. Âşıkları hakkında konuştuk
Yazarlık serüveni ya da yazı serüveni belirsizliklerle doludur. Bazıları hep yolda kalır, bazıları yolda kalır, bazıları yol açar. Elbette bu yazılanların zamanla imtihanıdır. Bazen yazı yazarı sınar, bazen de yazar yazdıklarını sınar. Diyebiliriz ki yazının keşfinden beri böyledir ya da sözün evveliyatı böylesi bir sınamaya mahkum edilmiştir.
Yazarların kaderi ve kederi var diye düşünüyorum. Burhan Sönmez de hem kaderi hem kederi yazdıklarıyla dünyaya duyurmuş bir yazar. Sönmez’in kitapları 40’tan fazla dile çevrildi ve halihazırda PEN International Başkanı yani Uluslararası Yazarlar Kulübü Başkanı. Kendisi Kürdistan sürgünü bir Haymanalı. Yanlış bilmiyorsam PEN’in ilk Kürt Başkanı.
Romanları ve öyküleriyle kıymetli bir okur kitlesi edinen Burhan Sönmez, ‘Franz K. Âşıkları’ ile okurun karşısına çıktı. Kendini yenileyen her yazar zamana ve her şeye rağmen gençtir. Sönmez de bu son romanıyla farklı bir yol izledi. Birçok Kürt yazar gibi Türkçe edebiyata girip bu son romanı ile iki dilde bir roman yazdı. Beckett misali çok dilli olmayı edebiyatın edebi olarak görüyor.
Bir romanı yazmak elbette ki kolay değil ama aynı romanı iki farklı dilde, hem biri yasaklı Kürtçe hem de Türkçe yazdı. Nihayetinde bir yazar istediği dilde yazabilir. Burhan Sönmez’e genelde ‘neden Kürtçe’ diye soranlar olmuş. Oysa bir yazarın anadilinde yazmasından daha doğal bir şey yok. O yüzden bunları bir tarafa bırakıp son romanı hakkında söyleştik.
Bunu söylemeden edemeyeceğim; Burhan Sönmez’in yazarlık serüveni başlı başlına bir olay ve bunu devam ettirip, sürekli kendini yenilemesi ve kendini ‘denemesi’ ayrıca incelenmesi gerekir. Devletin zoruyla yazıya daha da asılan Sönmez son romanı Franz K. Âşıkları romanını iki dilde yazdı. Türkçesi İletişim Yayınları’ndan, Kürtçesi Evîndarên Franz K. adıyla Lîs Yayınları’ndan çıkan bu romanı vesilesiyle söyleşi yaptık.
Burhan Sönmez’in bir kitabını okuyan başka kitaplarını merak eder. Edebiyatını böyle inşa etmiş bir yazar, yeniden bir inşaya girişiyor. Yazmak yıkmaktan ve yapmaktan muzdariptir, Sönmez de bu yolu anlatıyor. İyi okumalar.
- Öncelikle kitabınız için tebrik ederim. Merak edilen soruyla başlamak istiyorum. Kitabınızı hem Kürtçe hem de Türkçe yazdınız. İlk önce hangi dilde başladınız ve en son hangi dilde bitirdiniz?
Bunları tam ayırabileceğimi söyleyemem. Karışık yazdım demek daha doğru olur. Kürtçede ilk kez yazmak başlı başına bir zorluktu, çünkü konuşma diline benzemiyordu. Kürtçeyi farklı biçimlerde deneye deneye genel bir anlatı dili yakalamaya çalıştım, özellikle kendi lehçem dışında yazmanın başlı başına bir zorluk olduğunu belirtmeliyim.
- Burhan Sönmez neden Kürtçe yazdı diye bir soru sormayacağım. Zira bunu sormaya hakkım yok diye düşünüyorum. Kürtçe roman yazmayı ne zaman düşündünüz ve Kürtçe ile mesainiz nasıl gidiyor?
Kürtçe roman yazma isteğim her zaman vardı ama kendimi hazır hissetmiyordum. Labirent romanımı yazdıktan sonra Kürtçe okumalarıma ağırlık verdim. Özellikle genç yazarların kitaplarını merakla okudum ve pek çok şey öğrendim. Ben Kürdistan kökenli biri değilim. Yüzlerce yıl önce aşiretlerimiz Kürdistan’dan çıkıp Orta Anadolu dediğimiz topraklara gelmiş. Dilimiz de bundan etkilenmiştir diye düşünüyorum. Kürtçe konuşmamın yani aksanımın insanlara farklı geldiğinin farkındayım. Ama bize de diğer bölgelerdeki aksanlar tuhaf geliyor. Rahmetli annem Kürt televizyonlarını izlediğinde, “Bunlar niye böyle tuhaf konuşuyor?” derdi. Benim Kürtçe pratiğim de uzun yıllardır sınırlı. Bir tek annemle, o da telefonda Kürtçe konuşuyordum, artık o da gitti, şimdi sadece Kürtçe kitap okumak kaldı bana.
- Kitaplarınızda İstanbul hep geçiyor, ki zaten bir İstanbul romanınız var hem de ‘İstanbul İstanbul’. Kitaplarınızı okurken sizin İstanbul’a dair özel bir sevginizi gördüm. En çok da Tarihi Yarımada, Beyazıd-Yedikule hattı sizde özel bir yer ediniyor sanki, ne söylemek istersiniz?
Elbette bu hayatımın yani tecrübelerimin kimlik haline gelmesindendir. Kürt köyünde doğup büyüdüm, sonra kasabaya taşındık. Üniversitede okumak için İstanbul’a gittiğimde daha on yedi yaşındaydım. İnsanın kişiliğinin biçimlendiği çağlar. Orada üniversiteye gittim, yaşadım ve kent hakkında okuyarak onunla hem duygusal hem de düşünsel bağ geliştirdim, daha doğrusu geliştirdiğimi ben de sonradan fark ettim. Şu anda Britanya’da, Cambridge’te yaşıyorum ve en çok da devasa büyüklükteki İstanbul’u ve bir ovanın ortasındaki küçük köyümü özlüyorum.
- Franz Kafka ve Max Brod ilişkisi genel anlamda okurlar nezdinde bir “olmak ya da olmamak” meselesi olarak görülüyor. Siz hem okur hem de yazar olarak Brod’u mu haklı görüyorsunuz Kafka’yı mı?
Bu soruya evet-hayır diye cevap vermek hem kolay değil, hem doğru da değil. Onun yerine, meselenin farklı yanlarını göz önüne almak, onlar üzerine düşünüp tartışmak ve farklı sonuçlar çıkarmak gerek. Ben bu yüzden bu romanı yazdım, yani onların dostluklarını, umutlarını ve birbirlerine sahip çıkmalarını, ki sahip çıkma biçimleri değişebiliyor, anlamak istedim.
- Romanda tarihi olaylara çok sık değiniyorsunuz. Aynı zamanda polisiye bir roman. Her şekilde Burhan Sönmez için yeni bir serüven gibi geliyor okurlarınıza. Devamı gelecek mi?
Şu anda yeni romanımı çalışıyorum, izninizle onu kendime saklayayım, çünkü son ana kadar her şey değişebilir içinde. Polisiye türde yazmanın farklı formları var. Umberto Eco’nun Gülün Adı romanı, Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı’sı veya Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanı da en geniş anlamda polisiye öğeler taşır. Benim sevdiğim bir tarz bu, ki ilk romanım Kuzey’de de bir ölümün izlerini sürmüştüm.
- Türkiye’deki pogroma değiniyorsunuz ve aynı zamanda romanda baskın da gelen Nazi dönemini anlatıyorsunuz. Roman sayfa sayısı açısından kısa gibi ama geniş bir zamana değiniyorsunuz. Bununla ilgili olarak romanı yazma mesainizi anlatabilirsiniz?
Bu tarzı seviyorum, yani kısa metin içinde çok şey anlatmayı. Bunu ikinci romanım Masumlar’da da denemiştim. Orada, mesela on yıllık süreci bir paragrafta anlatmış, sonra başka bir bölümde, bir günün akışını on sayfaya yaymıştım. Bu ikisi arasındaki zaman akışı farklılığını bir gerilim öğesi olarak kullanmıştım. Şimdi Franz K. Âşıkları romanında da öyle yaptım. Mesela on sayfa boyunca bir mahkeme duruşmasını anlatırken, geçmişi tasvir eden yerlerde iki sayfaya yirmi yılı sığdırdım. Romanda iki zıt unsuru bir arada vermek, özellikle karakter kullanımında çok başvurulan bir yol. Mesela Don Kişot’un romandaki dostu Sanço Panza karakter ve zihin olarak onun zıddıdır, ama biz onları bir arada okuyup kıyaslayarak bir roman dengesi kurarız. Sherlock Holmes’ın en yakın arkadaşı Doktor Watson, Holmes’ın aksine daha düz bir mantığa sahiptir, ama yazar bu iki kişiyi yani iki ayrı zihin ve karakteri vererek bize kıyaslama yoluyla metne dahil olma imkanı verir. Ben bu ikili bir arada oluşu, karakterlerden ziyade, iki farklı zaman yoğunluğunda kullandım.
- Romanınız neredeyse diyaloglar üzerine kurulmuş. Elbette zorluğu var ama siz bunu hakkıyla başarmışsınız. Benim merak ettiğim şu; diyalog üzerine romanı kurma fikri Kürtçeden mi geldi Türkçeden mi? Yoksa tamamen farklı bir etki mi var?
Dil dışında bir etkiydi bu, edebi metinlerin etkisi. Kafka üzerine incelemelerimi yaparken Ariel Dorfman ve Max Frisch gibi yazarları okuyordum. Onlar sadece diyaloglardan oluşan kısa romanlar yazmışlardı. Bu tarzı çok sevdim ama onu birebir almak yerine, aralara geçmiş dönem olayları dahil ederek, iki ayrı zamanı ve dolayısıyla iki ayrı anlatım biçimini iç içe geçirdim.
- Anadilde roman yazmanın muhakkak ki bir duygusu vardır. Bu duyguyu tarif edin desem?
Her anadil aynı değildir. Yani özgür bir dilden uzaklaşıp sonra ona dönmek değil bizimki. İngilizce yazıp da sonra Almancaya veya İtalyancaya dönen bir yazarın durumundan farklı. Çünkü dil bizim için konuşulan bir şey değil konuşulamayan, konuşulduğunda öğretmenden dayak yenen, poliste işkence görülen, televizyonda aşağılanan bir şeydi. Küçüklüğümüzde, köye jandarma geldiğinde, büyüklerin çocuklara “Jandarmanın yanında Kürtçe konuşmayın” demesine anlam veremezdik. O anlamsızlık bir yaradır. Neden? Bizim dilimizin nesi vardı ki? Babam ve annem son birkaç yıl içinde vefat ettiler. Onların da bu kitabı görmesini isterdim. Çocukluğa, o uzaktaki köyüme döndüğümü hissediyorum anadilimle. Hem ferahlamış, hem de bir parça melankolik hissediyorum.
- Bundan sonra hangi kitaplarla göreceğiz sizi?
Yakında İngilizce yazdığım ilk kitap çıkacak, roman değil, üniversitede verdiğim seminerlerden hareketle hazırladığım, edebiyat felsefesi üzerine bir kitap.
- Kürtçeye dönmeyi herkese önerir misiniz?
Kürtçeye dönmeye niyet eden veya dönmelerini umut ettiğimiz yazarlara okurlar olarak sahip çıkmalıyız. Onlara çeşitli sorularla bir sınav hazırlayabiliriz, bana yapıldığı gibi, ama anlamlı ve ihtiyacımız olan şey, Kürtçeyi bir edebiyat dili olarak kullanmayı yaygınlaştırmaktır. Hem kendi toplumumuzda yaygınlaştırmalı hem de uluslararası platformlarda Kürtçenin edebi yaratıcılığını görünür kılmalıyız. Ben buna çabalıyorum. Bu birincil ve asli olandır. Onun dışındaki her şey ikincildir ve yazarın kendi özgürlük alanındadır. Bir sonraki romanımı da hem Kürtçe hem Türkçe yazıp yazmayacağımı soranlar oluyor. Aynı kitabı iki dilde yazan pek çok yazar oldu, mesela Beckett gibi. Ben şimdi üç dilde yazmaya teşebbüs ediyorum. Eğer başarabilirsem, yani metinler içime sinerse, sonraki romanımın Kürtçesi, Türkçesi ve İngilizcesi benim kalemimden çıkacak.