15 Şubat 1999’da uluslararası bir komployla Türkiye’ye getirilen ve İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tecrit koşullarında tutulan Sayın Abdullah Öcalan, ülkeyi yöneten derin güçlerin her sıkıştığında gidilen, görüş ve önerisi alınan bir siyasi aktör olageldi. Ancak Sykes/Picot anlaşmasının yüzüncü yılı biterken Ortadoğu’da yaşanan altüst oluş Kürtlere bir statü kazanma ihtimali yarattı. Her fırsatta Kürtler bizim kardeşimizdir dense de AKP-R. Tayyip Erdoğan-D. Bahçeli koalisyonu da dâhil olmak üzere Türkiye’nin derin yönetim güçlerinin en büyük kâbusu Kürtlerin bir statüye sahip olma durumu bu derin güçler tarafından asla kabullenilmedi.
Öteden beri dünyanın hatta evrenin neresinde olursa olsun Kürtlerin elde edeceği bir statüyü Türkiye bir beka meselesi olarak gördü. Dolayısıyla Sayın Öcalan’ın büyük emek ve çabasıyla 40 yıla yakın çatışmalı süreci bitirmeyi, cumhuriyetin demokratikleşmesini ve onurlu bir barışı hedefleyen 2013-2015 arasında yürütülen çözüm sürecinde sorunların konuşularak çözümü için kurulan masa tekmelenerek süreç sonlandırıldı. Türkiye kamuoyu, sürecin kim tarafından baltalandığını manipüle edilmiş bir tartışma süreciyle geçirdi. Hâlbuki o günlerdeki tartışmalar ve kronoloji hatırlanırsa süreci sonlandıran taraf ve nedeni somut olarak anlaşılabilecektir. 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşında El Kaide türevi olan İŞİD çeteleri, kurulduğu 2013 yılının sonlarına doğru oldukça geniş bir alanı kontrol ettikten sonra Türkiye’nin yönlendirmesiyle hızla Kuzeye yönelerek Rojava Kürdistanı bölgesine saldırmaya başladı.
2014 yılı Ekim ayında özellikle o dönem Rojava bölgesinin üçüncü kantonu olan Kobani’ye yönelik saldırılar Kürt gençlerinin olağanüstü direnişiyle karşılaştı ve IŞİD çeteleri ilk kez bir saldırıdan yenilerek geri çekildi. Bu süreçte, bir taraftan çözüm süreci yürüten bir Türkiye’nin diğer taraftan Rojava başta olmak üzere bir Kürt statüsünün oluşumunun engellenemeyeceği algısıyla, Türkiye derin yönetim güçleri sürecin bitirilmesi için psikolojik koşulları hazırlamaya girişti.
2014 yılının ortalarında hazırlandığı ifade edilen Çöktürme Planı 30 Ekim 2014 tarihinde Cumhuriyet döneminin en uzun Milli Güvenlik toplantısında masaya yatırılarak devletin tüm derin kesimlerinin mutabakatıyla kabul edilip gereği hayata geçirilmeye başlandı. Kendi bilgileri dâhilinde İmralı’da hazırlanan ve hasretle beklendiği ifade edilen 10 maddelik Dolmabahçe Mutabakatı’nın 28 Şubat 2015 tarihinde kamuoyu ile paylaşılmasından yaklaşık üç hafta sonra 22 Mart 2015 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kez mutabakatı tanımadığını ve doğru bulmadığını açıklıyordu.
Çöktürme Planı’nın ilk uygulaması olarak 5 Nisan 2015 tarihinden sonra Sayın Öcalan ile yürütülen görüşmeler kesilerek tarihin en katı tecridine alınıyordu. Tecrit kararıyla birlikte Sayın Öcalan’ın ailesi, avukatları ve siyasiler dâhil hiç kimseyle görüşmesine izin verilmedi. O tarihten bu yana Sayın Öcalan’dan tek bir haber alınabilmiş değildir. CPT de maalesef üzerine düşeni hiçbir zaman yerine getirmemiştir. Aynı günlerde Türkiye’nin birçok yerinde (Alanya, Kırşehir, Mudurnu gibi) Kürtlere yönelik saldırılarda artıyordu.
7 Haziran seçimlerinde AKP’nin tek başına iktidarı kaybetmesi sonrasında, bir hükümetin kurulmasının engellenmesi ve 1 Kasım için erken seçim kararı alınmasıyla fiili Türkiye’nin batı yakasında başlatılan saldırı süreci pratik olarak Kürdistan’a taşındı. Türkiye’de iç barış tamamen bozulmuş, birçok yerde HDP ililçe binalarına saldırılar gerçekleştirilmeye başlanmış hatta miting alanlarında canlı bombalar patlatılıyordu.
Suruç, Ankara Gar meydanı kana bulanıyor, yüzlerce insanımız katlediliyordu. Cizre, Sur, Şırnak, Nusaybin ve Gever başta olmak üzere birçok şehir ve ilçe merkezi yerle bir edilirken, Cemile Çağırga’nın annesi 10 yaşındaki çocuğunun cesedi bozulmasın diye buzdolabında saklamak zorunda kalıyor, 55 yaşında olan 10 çocuk annesi Taybet İnan’ın cenazesi bir hafta vurulduğu yerden kaldırılamıyor, 3 aylık Miray bebek annesinin kucağında kurşunlara hedef oluyordu. Yüzlerce genç bodrumlarda diri diri yakılıyordu. Tarihi ve kültürel birçok değerle birlikte maalesef insanlık da yerle bir ediliyordu.
Sayın Öcalan’ın çözüm sürecinde hızlı davranılmaması durumunda darbe mekaniğinin çalışacağı uyarılarına rağmen önlem almayan yetkililer tüm bu yapılanların sorumluları olanlara dokunulmazlık zırhının kazandırıldığı günün ertesinde 15 Temmuz 2016 tarihinde ülkeyi ölümcül bir darbe girişimine maruz bırakıyorlardı. Darbeyi Allah’ın bir lütfu olarak görenler ülkede demokratik siyaset alanını tamamen yok ederken, yüzbinlerce insanın işiyle-aşıyla oynamakta bir beis görmüyorlardı.
Tüm medya ele geçirilmiş, halkın binbir zorlukla kazandığı belediyelere kayyım atanmış, belediye başkanları tutuklanarak rehin alınmıştır. Darbenin sorumluları orta yerden dururken tek adam rejimini inşa etmek isteyenlere muhalefet eden HDP’nin eş başkanları Sayın Selahattin Demirtaş ve Sayın Figen Yüksekdağ başta olmak üzere onlarca milletvekili ve onbinlerce siyasetçi cezaevlerine gönderilmiştir. Ülke, 5 Nisan 2015 tarihinde Sayın Öcalan’a uygulanan eşi görülmemiş tecritle birlikte neredeyse içerde ve dışarıda ilan edilmemiş bir savaş içerisine sürüklenmiştir. Tüm bunların sonucunda ülke demokratik değerlerini yitirmiş ve büyük bir ekonomik ve sosyal çöküşün ortasına düşürülmüştür.
Taraflı tarafsız herkes bu yaşanan kaostan çıkışın adresinin Sayın Öcalan olduğunu bilmektedir. Sayın Öcalan, sadece Kürtler üzerinde etkisi olan bir şahsiyet değil aynı zamanda Ortadoğu halkları üzerinde etkili olduğu ve en sıkışık dönemlerde öngörüleriyle, önermeleriyle yol açabilen, her kesimin görüşlerini önemsediği bir kişiliktir.
Ortadoğu’da barışın ve çoğulcu yaşamın anahtarının bir Koster kadar yakın olduğunu bu ülkeyi yönetenlerde iyi bilmektedir. Ancak, gözünü kör etmiş bu Kürt fobisi aşılırsa hem ülkede hem de Ortadoğu’da kapitalist moderniteye karşı demokratik modernitenin inşası ve böylece barışın tesisi mümkün olacaktır. Tüm bunların biricik anahtarı, Sayın Öcalan üzerinde yürütülen ağırlaştırılmış mutlak tecritten vazgeçmek ve derhal onun toplumla bağını kurmaktır. Bunda ısrar barışta ısrardır. Aksi ise savaşta ısrar olduğu açıktır. Savaşta; yıkım, gözyaşı ve ölümde ısrardır. Nasıl ki, çözüm sürecinin bozulması ve çatışmalı sürece geçişin atılan ilk adımı mutlak tecrit uygulamakla başladıysa bugün bu çatışmalı süreçten ve kaostan çıkışın ilk adımının İmralı’da Sayın Öcalan’a uygulanan mutlak tecridin kırılması olduğu akıldan uzak tutulmamalıdır.