Abdullah Öcalan tüm bu siyasi belirsizlik, halkın ve siyasilerin öngörüsüzlüğü döneminde beşinci savunmasını yayınladı. Hafızam beni yanıltmıyorsa kitap 2010 Kasım ayında bitmişti ama hükümet kitabın dışarı çıkmasını geciktirdi
Ziya Güler
Günübirlik davranışlara bakarak bir insan, bir kurum ya da herhangi bir canlı organizmayı tahlil etmek, karakter analizinde bulunmak zordur. Yeni tanıştığınız birini daha iyi tanıyabilmek için ona sık sık geçmişinden sorular sorarsınız. Öyle ya, nereden geldiğini bilmek, ne yapacağını anlamak içindir. Tarih (geçmiş) bugünkü pratiğin zeminidir. Belli bir rotada ilerleyen her pratiğin belli bir hedefe gitmesi beklenir (determinizmin tuzağına düşmemeye özen göstererek). Köklü dönüşümler tarihte az rastlanır örneklerdir. Örneğin bugünkü Avrupa’dan bir Afganistan olmasını beklemek tarihsel akışına terstir. Bu yüzdendir ki tarihini bilmediğimiz bir oluşumun geleceğini bilemeyiz. Veya nasıl bir tepki ile karşılaşacağımızı bilmediğimiz pratikler için “sağı solu belli olmaz “deriz. Goethe “üç bin yıllık tarihini bilmeyen günü birlik yaşar” derken geleceği görmek için tarihi bilmemizi önerir.
Peki bizler, ülkeyi yirmi yıldır yöneten AKP’yi acaba ne kadar tanıyoruz? Komedyenin de dediği gibi “Karanlıklar içinden bir uzun adam geldi.” Solcuların bile bir dönem ‘acaba bu mu’ dediği uzun adam ilk yıllar yönünü tamamen Avrupa Birliği’ne (AB) çevirmiş, önceki hükümetlerin yanından geçemediği yasal değişikler yapmış ve yapacaklarının vaadi ile demokrat bir görünüm bırakmıştı. Dönemin ana muhalefet (ve meclisteki tek muhalefet) partisi CHP lideri Deniz Baykal, neredeyse iki yıl sessiz kalmış, muhalefet edebilecek bir malzeme bulamamıştı. AKP, AB uyum paketleri çıkarıyor (sanırım sekiz adetti), yönünü Avrupa’ya verdiğini söylüyor, milli gömleği kırıştırıp bir kenara atıyordu. Bireysel özgürlükler, kültüre saygı, kişi hak ve özgürlükleri, solcuların bile cesaret edemeyeceği hukuksal düzenlemeler yapılacağının teminatı veriliyor ve genel gündem bununla paralel ilerliyordu. Ekonomide iyileşmeler başlamış, dolar ve euro yerinde saymaya başlamış, Millet Ecevit’e ve ortaklarına beddua etmeye başlamıştı.
Amed’de Kürt sorunu diyor, Avrupa’da ekoloji, Türkiye’de ekonomi ile tüm kesimlerin aradığı adam görüntüsü veriyordu. Gazetecilerin iki yıl sonra soru sorduğu Deniz Baykal “şimdilik takip ediyoruz” diyerek kendi tabanına müsterih olun mesajı veriyordu. PKK ateşkes ilan etmiş, ordu kışlasından çıkmaz olmuş, meydan AKP’ye bırakılmıştı.
Tüm kesimler Türkiye’deki siyasi istikrarsızlığa bir şans vermek istemişti. Türkiye doksanlı yılların karanlığından yeni çıkmış, Türklerin de zarar gördüğü JİTEM’li yıllar esnafı ve iş insanlarını bulandırmış, çiçeği burnunda ekonomik krizden gına gelmişti. AKP Türkiye’deki dengeleri iyi saptamış ve deyim yerindeyse, elindeki kaşık ile tüm kesimlere bal dağıtmaktaydı. Türkiye’deki siyasi güçlerin hemen hepsi (biri hariç) iyi şeylerin olabileceğine inanmış, inandırılmıştı.
AKP etrafında kenetlenen Müslümanlar Erdoğan’ın başarısını normal karşılıyor, sabrettik kazandık diyorlardı. AKP dışında kalanlar bu başarıyı seksen yıldır ezilen Müslümanların isyanı olarak görüyordu. Beyaz Türkler irtica korkularını canlı tutuyor, ancak ülkedeki ekonomik refah ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye olumlu yaklaşımları irtica korkusunu boşa çıkarıyordu. 2007 cumhurbaşkanlığı krizi AKP’yi mağdur pozisyonuna düşürünce halkın önüne iki seçenek çıkmıştı. Ya eski askeri vesayet altındaki Türkiye ve koalisyonlar dönemi ya da AKP…
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasından sonra halk artık “tamam, işte o adam” demeye başladı. PKK ise bu döneme kadar sık sık ateşkesler ilan etmiş ve bu durum ülke ekonomisine büyük katkılar sağlamıştı. Ekonomik refah ve irtica kaygısının olmaması halk ve siyasetçiler tarafından olumlu karşılanmış, Türkiye eski karanlık ve sefil durumundan kurtulmuş görünüyordu. Biri dışında herkes, her şeyin iyi olacağına inanmıştı.
Abdullah Öcalan tüm bu siyasi belirsizlik, halkın ve siyasilerin öngörüsüzlüğü döneminde beşinci savunmasını yayınladı. Hafızam beni yanıltmıyorsa kitap 2010 Kasım ayında bitmişti ama hükümet kitabın dışarı çıkmasını geciktirdi. 2011’in üç ya da dördüncü ayında kitap dışarı çıktı. Kitabın neden bu kadar geciktirildiğini o zaman anlayamadık. Kitabı okuyunca neden geciktirildiğini ve arkasından gelen 27 Temmuz 2011 tecridini daha iyi anlamış olduk.
Beşinci savunma AKP ve siyasal İslamın tarihini gözler önüne sermişti. Okuyan herkes hem Türkiye tarihini hem de AKP’nin bu yapılanmadaki rolünü şüpheye yer bırakmayacak şekilde anlamıştı.
Özetle AKP’nin maskesi düşmüş, kel görünmüştü…
Kitapta neler yazıldığını tek tek yazmayacağım (bu kitabı yazmak olur) ama bazı satır başlarını vereyim. Ama öncesinde şunu belirtmekte yarar var. Kitap öncesi hemen herkes Erdoğan’ı “İstanbul belediye başkanlığı yapmış, Kasımpaşalıdır ve haksız yere cezaevine atılmış” der ve tüm bilgisi bundan ibaretti. Erdoğan’ın kişisel tarihi böyle olabilir. Ancak siyasal İslam ve onun ardılı olan AKP bir ideolojidir. Uluslararası hedefleri olan bir yapılanmadır.
Kitabı okursanız, AKP’nin ilk temelinin 1980’lerde atıldığını ve gerçek misyonunun ne olduğunu anlayabilirsiniz. NATO, İngiltere ve ABD’nin Türkiye siyasetindeki belirleyici gücü ve AKP’nin kimlere alternatif getirildiğini anlarsınız. Tarikat ve cemaatlerin AKP ile ilişkisini herkes biliyor ama AKP’nin bunlarla nasıl bir ilişki kurduğunu ve neyi hedeflediğini öğrenebilirsiniz. Sanırım bu üç başlık tek başına AKP’yi anlamaya yeter. Sadece birinci başlığın deşifre olması bile AKP’nin Abdullah Öcalan üzerinde tecrit uygulaması için kızdırmaya yetecekken, diğer başlıklarla birlikte kral tamamen çıplak kaldı…