Dünyanın birçok ülkesinde uzun yıllardır devrede olan bir uygulama olsa da tecrit denince akla hemen İmralı Ada Hapishanesi’nde tutulan Abdullah Öcalan geliyor. Elbette ki tecrit politikaları ilk olarak onunla başlamadı. Nelson Mandela ve Antonio Gramsci’ye yönelik de tecrit politikaları yürütüldü ama günümüzde en sert biçimde uygulanan kişinin Öcalan olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.
Savaş politikaları ile ayakta kalmaya çalışan AKP/MHP iktidarı İmralı adasında tutulan Öcalan’a karşı tecrit ve izolasyon politikalarını her geçen gün daha da derinleştirmektedir. Neredeyse iki yıldır kendisinden hiçbir haber alınamamaktadır. Bu da sağlığına dönük endişeleri artırmaktadır.
Bunun üzerine Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilleri 21 Aralık 2022 tarihinde Öcalan’a karşı uygulanan tecridin son bulması, ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmesi ve spekülatif haberlerin önüne geçilebilmesi için önce Adalet Bakanlığı’na yürüdü ve hemen ardından Adalet Nöbeti başlattı. Başlatılan nöbet bugün de devam ediyor.
HDP milletvekilleri sonuç alınıncaya kadar Adalet Nöbeti eylemini sürdüreceklerini her fırsatta dile getiriyorlar. Milletvekillerin öncülük ettiği bu eylem başka bir ülkede yapılsaydı yer yerinden oynar, kıyamet kopardı ama ülke Türkiye olunca ölü taklidi yapılıyor.
Tecridin Anayasaya, uluslararası sözleşmelere ve hukuka aykırı olduğunu ifade etmeye gerek yok zira bunun son derece bilinçli bir şekilde uygulanan bir devlet politikası olduğu görülüyor.
AKP’nin kalemşorluğunu yapan Abdulkadir Selvi, tecrit ve izolasyonun bir devlet politikası olduğunu şu sözleriyle itiraf etmişti: “Öcalan yaklaşık 2 yıldır yakınlarıyla görüştürülmüyor. Kulislerden edindiğim izlenime göre Öcalan’ın yakında bir yakınıyla görüşmesine izin verilecek.” Selvi’nin yazısındaki “görüştürülmüyor” ve “izin verilecek” sözcükleri tecridin bir devlet politikası olmasından başka ne anlamı olabilirdi ki? Görüştürmeyen de işine geldiğinde izin verecek olan da devlettir. Hal böyle olunca hukuki gerekçeler aramanın anlamı yok.
Öcalan 15 Şubat 1999 yılından bu yana keyfi uygulamalarla İmralı Ada Hapishanesi’nde tek başına ağır tecrit ve izolasyon politikaları altında tutuluyor. 23 yıl boyunca tecride kılıf yöntemi olarak daima “hava muhalefeti, koster bozuk” gibi uyduruk gerekçeler öne sürüldü.
Oysa istendiğinde yağmur, kar, boran, fırtına demeden her türlü hava koşulunda İmralı Adası’na gidilebildiğini bütün dünya “Çözüm Süreci” döneminde izleyip gördü.
Son zamanlarda gerekçe değişti ve Öcalan disiplin cezası olduğu öne sürülerek avukat ve ailesiyle görüştürülmüyor. Disiplin cezası hapishanelerdeki tutsaklara karşı demoklesin kılıcı gibi uygulanan bir aparat ama tek başına daracık bir hücrede tutulan Öcalan’ın bugüne kadar slogan atma, kapılara vurma, açlık grevine girme gibi yöntemlere başvurmadığı da bilinen bir gerçek.
Hapishanelerde mahpuslara karşı hazırlanan yönetmenliğe göre ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezasını gerektiren eylemlerden birkaçını sıralayalım: Sayım yapılmasına karşı çıkmak, aramaya karşı çıkmak, sevke, nakle veya bunlarla ilgili olarak alınacak tedbirlere karşı çıkmak.
Öcalan hücresinde tek başına tutulduğu için mazgaldan bakılarak sayım alınabiliniyor. 24 saat kameralarla izlendiğine göre sayıma karşı çıkması imkânsız. Dışarıyla hiçbir bağ bulunmadığı için arama yapılmasını gerektirecek bir durum da yok. Sevk ve nakil olmadığı için buna karşı çıkmak mümkün değil.
Farz edelim ki uyduruk bir gerekçe ile “Ziyaretçi Kabulünden Yoksun Bırakma Cezası”ndan dolayı üç ay disiplin cezası aldı. Üç ay değil yıllardır ailesi ile görüştürülmemesi, kararın hukuki değil siyasi olduğunu gösterir.
AKP/MHP devleti için konu Abdullah Öcalan olunca “Umut Hakkı” tanınmıyor, avukatlar ve ailenin adaya gidişleri engelleniyor. Üç kişilik görüş hakkı ve dördüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ve vasisi ile telefonla görüşme diye de bir şey yok. Başka hapishanelerden gönderilen mektuplar kendisine verilmiyor. Mektup gönderemiyor. Bu başlıklar diğer hapishanelerde uygulanıyor mu? Üç aşağı beş yukarı uygulanıyor. Demek ki İmralı Ada Hapishanesi özel yasalarla yönetiliyor. Kürtler ise bu özel yasaların uygulanmasına TECRİT ve İZOLASYON diyor ve bir an önce kaldırılmasını istiyor.
Tecrit ederek Öcalan’ın kişiliğini yok etmek, onu duygusuzlaştırmak, teslim almak, gerçekle hayal arasında mahkûm etmek, hafızasızlaştırmak, kim olduğunu unutturmak mümkün değil. Yıllardır bu denendi ama başarıya ulaşılmadı.
Kürt sorununun çözülmesindeki en büyük ve önemli aktörün Öcalan olduğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçek. Çözüm ve kalıcı barış ancak muhataplarıyla görüşülerek gerçekleştirilebilir. Bu muhatabın kim olduğuysa herkesin malumu.