Tecridin sadece İmralı Ada Hapishanesi’nde olmadığını, toplumun her anına/alanına sirayet etmeye çalışan ve çalıştırılan bir uygulama olduğunu göstermeye çalıştık. Toplumsal ve onursal bir barışın önündeki engellerin başat olanı tecrittir
Muhittin Muğuç
Toplumun bir parçası olarak her fırsatta İmralı Ada Hapishanesi’ndeki tecridin farklı uygulanma biçimlerine dikkat çekmeye çalıştık. Özellikle İmralı Ada Hapishanesi’nde gelişen fiziki ve psikolojik tecridi konuştuk. Acaba TECRİT sadece İmralı Ada Hapishanesi’nde mi var, yoksa toplumun her anında bir şekilde kendini hissettiren bir uygulama mı, ona göz atalım.
- Siyasal alandaki tecrit
Siyasal parti çalışması yürüten birçok partilinin her gün kolluk eli ile hukuk kılıfı kisvesiyle siyasi çalışmaları engellenmektedir. Özellikle siyasi parti çalışması yürüten il ve ilçe yöneticileri soruşturma ve kovuşturmalarla hedef tahtasının tam ortasına alınmaktadır. Siyasal çalışma yürüten vatandaşların sokakta halk ile kuracağı bütün çalışmalarının önü kapatılmakta; halkın toplumsal siyasetle iletişim veya bağ kurması gayri hukuki uygulamalarla engellenmektedir. Hepimizin hafızasına kazınan görüntüler ortaya çıkmaktadır. Mesela Dem milletvekillerinin sokakta yüzlerce defa kolluk tarafından çembere alınarak siyasal propaganda ve çalışması engellenmiştir. Bunu yaparak seçen ve seçilenin arasında gerçekleşen duygu birlikteliği hedef alınmaktadır. Veyahut siyasal partinin gençlik kolu çalışması yürüten birçok genç sokakta işkence edilerek gözaltına alınmaktadır. Seçen ve seçilen arasındaki bağı koparmak için vekil çembere alınıyorsa ya da gençlik çalışması yürüten genç sokak ortasında darp ediliyorsa; işte tam da bu uygulamalarla birlikte İmralı Ada Hapishanesi’ndeki izolasyonu konuşmak gerekir. Bu yaklaşım tam da siyasal alandaki tecridin kendisidir.
2- Sivil toplum kuruluşlarına uygulanan tecrit
Mevcut sistemin uygulamalarına karşı temel hak ve özgürlükler kapsamında çalışma yürüten STK’lar da maalesef tecrit ve baskının hedefi haline gelmiştir. Birçok STK yöneticisi sivil toplum çalışmaları sebebi ile gözaltına alınmakta veya tutuklanmaktadır. Sivil toplumsal çalışma yürüten vatandaş bu şekilde zapt u rapt altına alınarak toplumla kurulacak dayanışma baltalanmakta ve toplumun kendisini yalnız hissetmesi sağlanmaktadır. Bu uygulama sadece Sivil Toplum Kuruluşları’na değil, aynı şekilde yarı resmi yarı özerk olan meslek kuruluşlarına da yapılmaktadır. Mesela Türkiye sınırları içerisinde veya dışında yürütülen savaş sebebi ile kimyasal silah kullanıldığı iddiasının araştırılmasını isteyen Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı hukuksal yaptırımla karşılaşabiliyor. Üstelik bir yerel mahkemenin kararı ile TBB Başkanının kurumsal, mesleksel görevine son verilebiliyor. Veyahut çıkmış olduğu bir canlı yayında PKK hakkındaki ifadelerinden dolayı bir baro başkanı apar topar bir talimatla makam odasında gözaltına alınabiliyor. Hatta öldürülen bir baro başkanının katillerinin ortaya çıkmaması için soruşturmayı sürüncemede bırakıp hukuksal izolasyon uygulandığını gördük. İşte bütün uygulamalarla birlikte tecridin farklı yüzleri ile her gün yüz yüze kalmaktayız.
3- Tecridin diğer yüzü kayyumlar
Türkiye’de meydana gelen 15 Temmuz darbesi ile mevcut iktidar yeni uygulamalarla birlikte birçok sivil ve toplumsal alana darbe yapmıştır. Bu darbelerin en büyüğü Kürt Siyasal Hareketi’nin seçimlerle kazanmış olduğu belediyelere bir idari tasarruf ile kayyum ataması darbesi olmuştur. Yapılan kayyum ataması ne kadar toplumsal bir darbe olsa da özünde Kürt halkının kültürel kazanımlarına ve değerlerine yönelik bir tecrit uygulamasıdır. Gelin hep birlikte bu kayyum uygulamasının nasıl bir kültürel tecride dönüştüğüne bakalım; Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı yerleşkesinde sanatsal ve kültürel faaliyet yürüten Kürtçe tiyatro (Şano) ekibi vardı. Bu ekip belediye bünyesinde çalışmalarını yürütmekteydi. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine atanan kayyumun ilk icraatı bu ekibin çalışmalarını durdurup sanatsal faaliyet yürüten herkesin işine son vermesi olmuştur. Mesela Van Çatak’ta Tahir Elçi adına olan parkın adı kayyum tarafından değiştirildi. Aynı şekilde 90’lı yıllarda hayatını kaybeden gazeteci Hafız Akdemir adına olan parkın isminin Diyarbakır Kayapınar Belediyesi’ne atanan kayyum tarafından değiştirilmesi gibi. Tabii ki kayyum uygulamasının tek pratiği bunlar olmadı. Aynı şekilde Kürtçe alanında belediye bünyesinde çalışma yürüten birçok kurs kapatıldı. Hatta kayyum belediyeleri Kürtçe tabelalarının birçoğunu kaldırıp tek dilli olacak şekilde hazırlatmışlardır. İşte bu uygulamalar ile halk kültürel, sanatsal ve edebi yönlerden mahrum bırakılıp sosyal tecrit uygulanmasına tabi kılınmıştır.
4- Yas, hafıza, gömme ve mezarlıklardaki tecrit
Bizler ”Kişinin Ölümünden İtibaren Dünyevi Tartışmalardan Azade Olduğunu” düşünmekteyiz. Hatta artık bir tartışmanın konusu olamayacağını belirtmek isteriz. Ölünün ve hatırasının dünyevi tartışmaların dışında olduğunu söylemek insani ve vicdani sorumluluğumuzdur. İşte bu hassasiyetle gelin yas sürecindeki tecride hep birlikte bakalım; Maalesef Türkiye’de hayatını kaybeden veya öldürülen politik kimlikli her bireyin ölüsü de taziyesi de devlet için bir savaş alanı veya müdahale etmesi gereken bir konudur. İşte bu sebepten ötürü hayatını kaybeden veya öldürülen her politik kimlikli vatandaşın cenazesinin ailesine teslimi konusunda sorunlar çıkmakta veyahut aileler ya cenazelerini geç almakta ya da hiç alamamaktadırlar. Aile cenazesini alsa bile toplum ile birlikte bir defin işleminin önü alınmaktadır devlet makamları tarafından. Aile bireyleri dışında hiç kimsenin cenaze aracına veya defin işlemine katılmasına izin verilmediği gibi; defin ve gömme ritüelinin gece saatlerine denk getirilecek şekilde yapılması kolluk birimleri tarafından yapılmaktadır. Bunun yanı sıra aileler defin ve cenaze aracı hizmetini belediyelerden alamamaktadır. Kendi imkanları ile cenaze aracını ayarlamak zorunda bırakılmaktadır. Belediyeler ailelere cenaze aracı vermediği için aileler cenazelerini kendi araçları ile taşımaktadır. Peki ölüye ve hatırasına olan tecrit uygulaması ölüm ve defin anı ile mi sınırlı? Hayır; politik kimlikli kişinin ölümünden sonra da mezarlığına saldırı veya hatırasına hakaret şeklinde kendini gösterdi. Türk devleti temsilcilerinin ”Bir gece vakti ansızın geliriz” söyleminin kutsal yerlerden olan mezarlıklar için de nasıl uygulandığını Garzan Mezarlığı’nın bir bütün olarak yıkılması ile gördük. İşte bu uygulamalar da tecridin ölüyü mezarında bile rahat bırakmadığının göstergesidir.
Tecridin sadece İmralı Ada Hapishanesi’nde olmadığını, toplumun her anına/alanına sirayet etmeye çalışan ve çalıştırılan bir uygulama olduğunu göstermeye çalıştık. Toplumsal ve onursal bir barışın önündeki engellerin başat olanı tecrittir.
*Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Üyesi