DBP Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, iktidarın tecrit rejimini değerlendirdi: Sayın Öcalan’ın fikirlerinin üniversitelerde tartışıldığı, eğitim konusu haline getirildiği, yeni dünya düzeninde bir yöntem, bir başlık olarak tartışmalar varken burada Sayın Öcalan’ın kendisi 38 aydır hiçbir iletişimin olmadığı koşullarda tutuluyor
Selman Çiçek
Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, AKP- MHP iktidarının derinleştirdiği savaş ve tecrit politikasını, son dönemde AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bağdat ve Hewlêr ziyaretini ve ulusal birlik konularını gazetemiz için değerlendirdi. Uçar, “Devlet aklı, Kürtlerin kazanımlarının olmaması ve yok olması üzerine kendini var ediyor” dedi. İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik mutlak tecrit rejimini de değerlendiren Uçar, iktidarın savaş politikasını gündemde tuttuğunu ve bunun için de Irak başta olmak üzere birçok ülkeye ziyaretler gerçekleştirdiğini belirtti. KDP’nin ulusal birlik önünde engeller çıkardığını ve bunun Kürtlere nasıl zararlar verdiğini anlatan Uçar, savaş ve tecrit politikasının Türkiye’de yaşayan herkesi etkilediğini söyledi.
Kayyım meselesine karşı Kürt halkının gösterdiği direniş, bunun sonuçlarından biridir. Savaş konseptinin en çok hedeflediği Kürtlerin tasfiyesidir. Sadece Türkiye’de değil dört parça Kurdistan’da yaşayan Kürtlerin değerlerinin, kimliklerinin, kazanımlarının bertaraf edilmesi üzerine kuruluyor. Türkiye’nin çok uzun bir zamandır ekonomi direği savaş üzerine kuruludur. Savaş propagandasını yapanların milyarderler listesine girdiği bir ülkeden bahsediyoruz
- Yerel seçimlerde ağır yenilgi alan AKP-MHP iktidarı, savaş politikasında ısrarı sürdürürken, bu savaşa ortak bulabilmek için Irak ziyaretinde bulundu? İktidarın savaştaki ısrar çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İktidar, mevzu Kürtler olunca savaş politikalarından hiçbir zaman vazgeçmedi. Seçim sürecinde de iktidarın elindeki en büyük aygıt; savaş politikalarıydı. Devlet aklı, Kürtlerin kazanımlarının olmaması ve yok olması üzerine kendini var ediyor. Seçim sonuçlarına dair söylemsel bir kabul durumu var ama içselleştirilmiş bir durum olmadığını söyleyebiliriz. İktidar, savaş kozunu başta Kürtler olmak üzere bütün topluma karşı elinde tutuyor. Kürt sorunu bağlamında, savaş dışında masaya getirilen bir konu olmadı. Yüzyıllık bir Türkiye gerçekliğinin bir muhasebesi yapılması gerekiyor. Bu muhasebenin içerisinde sadece Kürt hareketinin dinamiklerine bakmaktan öte; önceki siyasi iktidarların yürüdüğü yola baktığımızda savaşın bir çözüm olmadığı, savaşla alınabilecek bir yol kalmadığını görüyoruz. Seçim sonuçları bunun en toplumsal sonuçlarından biridir. Kayyım meselesine karşı Kürt halkının gösterdiği direniş, bunun sonuçlarından biridir. Savaş konseptinin en çok hedeflediği Kürtlerin tasfiyesidir. Sadece Türkiye’de değil dört parça Kurdistan’da yaşayan Kürtlerin değerlerinin, kimliklerinin, kazanımlarının bertaraf edilmesi üzerine kuruluyor. Türkiye’nin çok uzun bir zamandır ekonomi direği savaş üzerine kuruludur. Savaş propagandasını yapanların milyarderler listesine girdiği bir ülkeden bahsediyoruz. Onun karşısında çok ciddi bir yoksulluk var. Savaş bağlamında yalnızlaşan bir AKP’den de bahsedebiliriz. AKP iktidarı beka söyleminin, savaş söyleminin kaybettiği bir zaman diliminde bunlarda ısrarını sürdürüyor. Bir yandan da bu savaş politikalarını yürütürken kendisine bir ortak arıyor. Bağdat ve Hewlêr ziyaretinin kendisi veyahut Avrupa’ya yapılan ziyaretlerin kendisi bundan bağımsız değildir. Bu yalnızlığı, elde edemediği başarıyı yeniden nasıl dizayn ederim arayışındadır. Elindeki tek güç Kürtlere karşı savaş, Türkiye toplumu açısından ise savaşın da içinde bulunduğu şiddet politikalarıdır.
- İktidar bu ziyaretlerle neyi amaçlıyor? Gündeme gelen Kalkınma Yolu ile ne amaçlanıyor?
İktidarın bu ziyaretlerle Kürt tasfiyesine ortak aradığını söyleyebiliriz. Ortadoğu’nun bu yeni düzlemde bir farkı da var. Siyaseti, dengeleri belirleyen esas şeyin kendisi bir savaş ekonomisi, yani enerji koridorlarıdır. Ortadoğu bu dönemde ekonomik pazar arayışında çok özel bir yerde duruyor. Ortadoğu’dan bahsettiğimizde aslında Kürtlerin varlığı da hazine olarak görülen yerlerde kazanımların, statülerin olduğu bir yer. G20 zirvesi yapıldı Hindistan’da, bu zirvede yeni enerji koridorları tartışmaları yürütüldü. Türkiye, stratejik konumuna rağmen ilk defa bütün bu enerji koridorlarında denklem dışı kaldı. G20 zirvesi ardından hem Dışişleri Bakanı hem de Cumhurbaşkanlığı’nın Türkiye’nin olmadığı hiçbir koridorun hayat bulmayacağı yönünde açıklamaları oldu. Buna alternatif olarak ortaya çıkardıkları şeylerden bir tanesi de Kalkınma Yolu projesidir. Kalkınma projesi tam da Irak hükümeti ile yapmış olduğu anlaşmalarının zeminine de tekabül ediyor. Ne var bunda? Fav limanından Londra’ya kadar gidebilecek bir ulaşım ağından bahsediliyor. Bununla ilgili görüşmelerden birisinin yapıldığını biliyoruz. Diğeri ise; su meselesidir. Hem Irak hem de Suriye için önemli bir başlık, bunun belirleyicisi halen Türkiye’dir. Su meselesi, Irak ile ilişkilerde bir şantaj meselesine dönüştürüldü. Taleplerini karşılamadığı yerde suyun gıdım gıdım kesildiği ve taleplerinin karşılanması için de su meselesinin bir şantaj olarak kullanılması uzun bir zamandır masada duruyor. Tabii; ana odağında ise, Kürtlerin varlığı, kazanımları, statüleri olduğunu söyleyebiliriz. Yine Irak’ı Kürtlere karşı savaşta bir ortak yapma çabası içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Hewlêr ziyaretine gelirsek; Kalkınma Yolu projesi Kurdistan Bölgesel Yönetimi’nin hiçbir kazanım elde edemeyeceği şekilde dizayn edilmiştir. Hem ekonomiden hem de gelirin dışında tutulmuştur. Hewlêr’den de talebi, iktidarın vazgeçmediği savaş politikasında ortak arama çabasıdır. Peki bu tartışmalardan bir sonuç aldı mı? Erdoğan’ın ziyarete giderken çantasında olan konularda çok ciddi bir sonuç almadığını görüyoruz. Bunun ilerleyen süreçlerde neye evirileceği konusunda biraz daha beklemek gerekir. Umduğunu bulan bir iktidardan bahsetmek mümkün değil.
- KDP’nin Türkiye ile kurduğu ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt halkının ulusal mücadelesinde KDP’nin azımsanmayacak bir gücü, değer ve mücadelesi var. Çok ciddi bedeller ödediler. Çok ciddi mücadeleler yürüttüler. Ama o hattan bu hatta nasıl gelindiği meselesi uzun uzun tartışmaya muhtaç meseleler. Sadece Ortadoğu’da değil, dünyada da çok ciddi arayışlar ve ülkelerin, güçlerin ve hakların yeniden dizayn edildiği bir sistem arayışı var. Bu bağlamda zaten dört parçaya bölünmüş ve o dört parçadaki iktidarlar tarafından kimliği, varlığı ve değerleri tanınmayan bir halk gerçekliği var. Bütün bunlara baktığımızda Kürt ulusal birliği, dört parçada ya da herhangi birinde yaşanan bir sorun karşısında Kurdistani bir sorun, Kürt kimliği, varlığı ve değerleri ile ilgili bir sorun karşında diğer üç parçanın bunu gidermek açısından bir pozisyon alması gerekirken, KDP tam da kendi geçmişine ters düşen bir pozisyonda duruyor. Kürtlerin dili, kimliği, varlığı, değerleri ve statüleri gibi arayışlarının her birisinin hayat bulacağı mecralar konusunda sadece Türkiye’nin değil, İran’ın veya Suriye’nin değil en çok da bugün bölgesel yönetimin ihtiyaç duyduğu şeylerden bahsediyoruz. Irak’ta yapılacak olan Kalkınma Yolu projesinin kendisi bu kadar Kurdistan Bölgesel Yönetimi’ni devre dışı bırakması, izole etmesinin kendisi bile ulusal birlik meselesinde ne kadar ihtiyaç olduğunu gösteren durumlardan bir tanesidir.
KDP de AKP gibi beka söylemleri ile kendi iktidarını korumaya çalışıyor. KDP’nin bugün durduğu yer birlikte mücadele ettiği güçlerle demokrasi zemini yaratma yerine kendi aile iktidarını nasıl korurum anlayışı içerisindedir. Yolsuzluk ve yoksulluğun bu kadar tartışıldığı, iç tartışmaların bu kadar yoğun olduğu yerde KDP’nin iktidar olarak çıkma şansı hiç yok
- KDP’nin tutumu ulusal birliğe ne gibi zararlar veriyor?
KDP uzun zamandır bir kriz içerisindedir. Memurların maaşları ödenmiyor, seçimlerin ertelenmesi gibi ciddi ekonomik ve siyasi kriz içerisindeler. KDP’nin, bölgesel yönetim içerisinde bulunan Kurdistani partiler ile kurduğu ilişkiler de çok önemlidir. YNK ile aldığı pozisyonun kendisi, kendi çıkarları ile değil orada yaşan bütün halklara göre kendisini dizayn etmesini tartışmalıyız. Seçimlerin ertelenmesini talep ederek bir aile iktidarına kilitlenmiş bir KDP gerçekliği ile karşı karşıyayız. Bu sadece KDP’nin kendisine zarar vermiyor. Statüsü olan bir yer, Kurdistan’ın dört parçasının gözlemlediği, baktığı bir yer. Ama KDP’nin bugünkü tutumu özellikle Türkiye ile kurmuş olduğu ilişkinin kendisi Kürt ulusal birliğine en çok zarar veren pozisyonlardan birisidir. Bundan vazgeçer mi, vazgeçmesi gerekiyor. Kendi geçmiş mücadelesi açısından baktığımızda Kürt halkının özgürlük mücadelesi ve talepleri bağlamında baktığımızda hem bölgesel yönetimin korunması hem de ona emek veren siyasi aklın, iradenin korunması konusunda en önemli olan ulusal birliğin korunmasında KDP’nin öncü olması gerekirdi. Ama son ziyaretler, bölgesel yönetimin kendi içerisindeki tartışmaya baktığımızda henüz bu noktada olmayan bir KDP gerçekliği var. Zaman ve tarihin kendisi de ulusal birliğin kurulmasını zorunlu kılıyor. Dört parçadaki her bir halk, başlarında olan iktidar karşısında ezilen, sömürülen durumdan çıkamadılar. Buradan yapacağımız şey; güçlü bir ulusal birlik çağrısı yapmak ve mücadelesini yürütmektir.
Seçimi erteleme talebi de bu kaygıdan geliyor. Bugüne kadar seçimlerde iktidar olan KDP, iktidar olarak çıkamayacağını düşündüğü için seçimleri ertelemek istiyor. AKP ile birbirlerine çok benziyor. KDP de AKP gibi beka söylemleri ile kendi iktidarını korumaya çalışıyor. KDP’nin bugün durduğu yer birlikte mücadele ettiği güçlerle demokrasi zemini yaratma yerine kendi aile iktidarını nasıl korurum anlayışı içerisindedir. Yolsuzluk ve yoksulluğun bu kadar tartışıldığı, iç tartışmaların bu kadar yoğun olduğu yerde KDP’nin iktidar olarak çıkma şansı hiç yok.
- İktidar bir yandan savaşı derinleştirirken, diğer yandan da tecridi ağırlaştırıyor. Türkiye’de barışın tesisinde Abdullah Öcalan neden önemli ve iktidarın tecritteki ısrarı nedendir?
Tecrit 25 yıldır devam ediyor. Son dönemlerde ise Türkiye tarafından bir rejim haline getirildi. Kürtlük ve Kürt halkı, bu ülkedeki en değerli gerçekliklerden birisidir. Bugüne kadar yürütülen savaş politikalarında geldiğimiz nokta, yine Kurdistan coğrafyasında kazanan Kürtler, Kürtlerin demokrasi ve özgürlük mücadelesinin etkilediği bir Türkiye alanı ve yine dayatılan savaş. Şimdi savaştan sonuç alınamayacağına dair birçok söz kuruldu. Sorunu çözmeyenin çözüldüğü bir gerçeklik var. Bunun muhasebesini iktidarın yapması lazım. Ama tecrit iktidarın bir tercihidir. 2013-2015 yıllarında Türkiye’de bütün halkların varlığından haberdar olduğu bir Kürt sorunu ile karşılaştık. Yüzyıldır ‘Kürt sorunu yoktur’ anlayışı ile hareket eden bir devlet aklı vardı. 2013-2015 yılında Sayın Öcalan’ın sesinin, sözünün ve perspektifinin Türkiye toplumuna ulaştığı en nadir dönemlerden birini yaşadık. Ve bu perspektifin kendisi bir karşılık buldu. Bu karşılık neydi; Türkiye’de bir Kürt gerçekliği var, eşit-özgür yurttaşlık temelinde Kürt halkının haklı taleplerinin karşılanması, Kürt sorununun demokratik yol ve yöntemlerle yol alınabileceğiydi. Ekonomik veriler de bunu söylüyor. 2013-2015 yılında savaşa ayrılan bütçenin azlığı sebebi ile bu ülke en yüksek refah düzeyini yaşamış oldu. İktidar yine savaşı gündemine alırken bunun en önemli uygulaması da tecrit oluyor.
- Tecrit ve savaş politikaları toplumu nasıl etkiliyor?
AKP şunu denedi; 100 yıldır bu ülkede Kürtlere uygulanan hangi şiddet ve savaş politikası varsa; 2014 yılından 2024 yılına kadar 10 yıllık süreçte savaşı daha çok derinleştirdi. Kendisine verilen görevlerden birisi de buydu. Çünkü Kürtlerin varlığı Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi kuruluş dönemi ile yüzleşmesini zorlayan bir dinamik olarak görüyor. Kürtlerin özgürlük talebinin kendisi bu ülkeyi yeniden kendisini kurgularken yapmış olduğu katliamlar, ulus devleti korumak için ara ara başvurmuş olduğu katliamlarla yüzleşmesini gerektiren bir pozisyonla karşı karşıya bıraktı. Ulus devleti korumak isteyen, kendi iktidarını korumak isteyen AKP iktidarı tecridi çözüm müzakeresinin yerine konumlandırdı ve tecridi savaşın meşrulaştırılmasında bir araç haline getirdi. Tecrit Türkiyelileştirilmiştir, savaş artık Türkiye’de herkesin ciddi bir şekilde hissettiği bir pozisyon almıştır ki; 31 Mart’ta verilen cevaplardan birisi de bunun kendisidir. Savaş Kurdistan’da özel savaş politikaları, birebir savaş politikaları biçiminde yürütülüyor ama artık hiç kimse bundan azade değil. Herkes bu savaşın bütün olumsuzluklarını iliklerine kadar hisseden pozisyonda. 31 Mart’ta çıkan tabloya kayyım ve savaş dedik ama en çok Sayın Abdullah Öcalan’ın 25 yıllık tecritte irade olarak açığa çıkardığı barış politikasının hala Türkiye toplumunda bir karşılığının olduğunun da göstergesidir. Bununla ilgili Avrupa’da yürütülen bir kampanya var. Sayın Öcalan’ın fikirlerinin üniversitelerde tartışıldığı, eğitim konusu haline getirildiği, yeni dünya düzeninde bir yöntem, bir başlık olarak tartışmalar varken burada Sayın Öcalan’ın kendisi 38 aydır hiçbir iletişimin olmadığı koşullarda tutuluyor. Bu AKP’nin ihtiyaç duyduğu bir rejim. Çünkü varlığını ve bekasını bunun üzerinden koruyabiliyor. Ama tam tersine beka söylemi, savaş söylemi, ölüm söyleminin kendisi de sadece Kürt halkı değil, Türkiye halklarının da ‘hayır’ dediği bir dönemdir. O yüzden bu dönem Sayın Öcalan’ın tecrit koşullarının bitirilmesi hem Türkiye’de kalıcı, onurlu bir barışın sağlanması için de sesini, sözünü etkin olarak Türkiye’nin duyabileceği koşulların sağlanması gerekiyor. Türkiye’de milletvekillerinin, kurumların öncülük ettiği bir kampanya var, özgürlük yürüyüşü gerçekleşti. Avukatların ve bizlerin İmralı’ya gitme başvuruları oldu. Ülkede Kürt sorunu demokratik yöntemlerle çözülür. Bu noktada hem proje hem de güçlü irade sahibi olan tek muhatap Sayın Öcalan’ın kendisidir.
- Adalet Bakanlığı’nın ‘Abdullah Öcalan haklarından yararlanıyor’ açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Adalet Bakanlığı’nın DEM Parti ve DBP milletvekillerinin İmralı’da yaşanan tecridin oradan kaldırılması ve görüşün sağlanması için yaptığı başvuruda bize verilen cevapta bir hukuksuzluk ve adaletsizliğin olmadığı, tecridin uygulanmadığı üzerineydi. Bunu kabul etmek mümkün değil. Çünkü çok aleni şekilde ortada. Cezaevinde açlık grevleri vardı, şimdi ise telefona çıkmama, aile ve telefon görüşüne çıkmamak gibi cezaevlerinde eylemler devam ediyor. Orada anlatılmak istenen devletin ısrarla yok dediği tecridi göstermek. Binlerce aile İmralı’dan haber alamıyor. İmralı’da yaşatılan İmralı’da hayata geçirilen tecrit rejiminin ülkenin bütününe adım adım yayıldığını söyleyebiliriz.