13 Haziran’da Fransa’nın Strasbourg kentinin Avrupa Parlamentosu binasında “Türkiye’de Hak ve Özgürlükler: Hukuk, Cezaevleri ve Kürt Sorunu” başlıklı bir konferans düzenlendi.
Farklı ülkelerden aralarında hukukçuların, insan hakları savunucularının, akademisyenlerin, parlamenterlerin ve siyasetçilerin katılımıyla gerçekleşti.
Konferanstaki sunum ve tartışmaların ağırlıklı bölümü İmralı tecridi, İmralı tecridinin Kürt sorunu ile bağlantısı, İmralı tecridinin, tecrit siyasetinin diğer alanlara; cezaevlerine, ceza infaz uygulamalarına, hak ve özgürlükler alanına, siyaset ve hukuka alanına yönelik yıkıcı etkisi; Ve bu temelde sergilenen hukuksuzluğun, insanlık dışı muamelenin zulüm ve çözümsüzlük siyasetinin yerel ve uluslararası yüzü tartışmaların ve değerlendirmelerin merkezine oturdu.
Türkiye, Sayın Öcalan’a yönelik uygulamalarda, İmralı uygulamalarında ne kendi kanunlarına ne de uluslararası hukuka bağlı kaldı, altında imzası olan sözleşme ve anlaşmaları hiçe sayan bir tutumu günümüze kadar sürdüre geldi.
Bundan dolayı konferansta öne çıkan vurgu İmralı’nın hukuka dayalı bir statünün olmadığıdır: “İmralı’da eğer bir statüden bahsedilecekse o da kanun dışı, hukuk dışı, insanlık dışı uygulamaların statü kazanmasıdır.”
Başta CPT, AİHM ve Avrupa Konseyi ve Konseyi temsilen bakanlar komitesi Sayın Öcalan’a yönelik sorumluluklarını yerine getirmemişlerdir.
Sayın Öcalan’a yönelik kötü muameleye karşı tutumları hayli tutarsız. Türkiye ile kirli pazarlığı çağrıştıran bir yaklaşımın İmralı uygulamalarındaki karşılığı Sayın Öcalan’ın adil olamayan bir yargılamaya maruz kalması. Bir işkence türü olan katı bir izolasyona, mutlak iletişimsizliğe ve sürece yayılmış bir idam uygulamasına maruz kalmasıdır.
CPT’nin, AİHM’in ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin olumsuz tutumları konferans katılımcıları tarafından çeşitli örneklerle ortaya konuldu.
Sayın Öcalan Şubat 1999’dan 17 Kasım 2009 tarihine kadar tam 10 yıl 9 ay tek başına, tek kişilik hücrede yanında başka tek bir tutuklu ve hükümlü olmadan ağır bir tecride maruz bırakıldı. 11 yıl boyunca günde yalnız bir saatliğine tek kişilik havalandırmaya çıktı.
Hukukun açık ihlali ve aynı zamanda bir işkence türü olan bu muameleye yönelik CPT’nin de AİHM’in de ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin de tutumu muameleyi görmezden gelme temelinde oldu.
Diğer bir durum ise AİHM’in Büyük Dairesi, 2005 tarihinde Sayın Öcalan’ın adil yargılanmadığı ve yeniden yargılanması temelinde karara vardı. Konsey büyük dairenin bu kararını hiçe sayarak dosyayı kapattı.
Yine AİHM 2014 yılında, Türkiye’ye Sayın Öcalan’a yönelik ömür boyu hapis cezasında infaz değişikliğine gitme bildiriminde bulundu.
AİHM kararı temelinde Avrupa Konseyi kararın takipçisi olması ve karar temelinde yasal değişikliğinin sağlanması temelinde Türkiye’ye yönelik gerekli uyarı ve icraatlarda bulunması gerekirken, Bakanlar Komitesi tam 7 yıl kararı gündemine almadı.
Bakanlar Komitesi AİHM’in kararını bir nevi rafa kaldırdı. Ta ki İHD, TİHV, TOHAV ve ÖHD’nin girişimiyle 2021’de Ceza İnfaz Yasası yani umut hakkını gündemine aldı. Gündemine almasına aldı ama tutumunun nasıl şekilleneceği bir nevi meçhul. Konsey’in geçmişteki tutumuna bakıldığında endişeli olmamak mümkün değil.
Sayın Öcalan’dan 27 aydır hiçbir haber alınmıyor. Bu ağır ve yıkıcı muameleye tepki göstermesi, tutum ortaya koyması gereken kurumlar suskunluğa bürünmüşler. CPT suskun, Avrupa Konseyi suskun, BM’nin konuyla ilgili kurumu suskun.
Sayın Öcalan sıradan bir insan değil, bir halkın lideridir. Kürt halkının lideridir. Avrupalı kapitalist güçler ile bölge ulus devletlerinin ortak hışmına maruz kalan bir halk, Kürt halkı ve onun lideri.
Konu Kürt sorunu, Kürt halkı, onun lideri ve temsilcileri olunca Avrupa sistemi ve kurumları Türk faşizmiyle ve onun insanlık dışı uygulamalarıyla işbirliğinde bulunma ve destek olmada bir sakıncaları olmuyor.
Evrensel hukukun, insan haklarının, demokratik değerlerin ölçülerini birden düşürüyorlar. Bu çifte standartlı siyasetin ve muamelenin köklü düzeyde sorgulanması gerekir.
Tüm özgürlükçü, demokratik güçlerin, insan hakları savunucularının Sayın Öcalan üzerindeki insanlık dışı muameleye karşı seslerini yükseltmeleri her şeyden önce vicdani bir duruşun ifadesidir.
Sayın Öcalan fikriyatıyla, duruşuyla, demokratik özgürlükçü dinamiklerin ufkudur, sesidir ve daha güçlü sahiplenmek gerekir.