Sözcük kökenine girmeyeceğim. Kürt halkı, direnen dinamikler, kadınlar, farklı halklar ve insanlar bu sözcüğün tanımını en iyi bilen ve yaşayanlardır. Barışın aktörü Sayın Abdullah Öcalan’ın üzerinde uygulanan tecritle bu ülkenin nereden nereye getirildiğini çok ayrıntıya girmeden anlatayım: 21 Mart 2013 Amed Newrozu’na barış öncüsü Öcalan’ın gönderdiği mesaj, milyonların ayakta alkışlamasıyla okundu. Müzakere ve çözüm sürecinin sorumluluğunu üstlendi. Altı ayda Kürt sorununu çözme iradesine sahip olduğunu Kurdistan, Türkiye ve dünya kamuoyuna deklare etti.
23 Nisan 2013 tarihinde ise dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM’de bir konuşma yaptı. Olduğu gibi vereceğim: “Maziyi değiştirme gücüne sahip değiliz ama istikbali değiştirme gücüne sahibiz. Yetim kalmış çocukların babalarını iade edecek bir kudretimiz yok ancak daha fazla çocuğun yetim kalmasını engelleyecek iradeye sahibiz. Bizim yaşadığımızı çocuklarımız da torunlarımız da yaşamasın diye işte bunun tecrübesine, imkanına ziyadesiyle sahibiz. Biz zorluklar içinde büyüdük, çocuklarımız böyle olmasın; çözüm yolunu sorunlarını, çözmüş ya da çözüm yoluna koymuş bir Türkiye emanet etmek boynumuzun borcudur. Biz müdahale anayasalarıyla büyüdük ama çocuklarımıza demokratik katılımcı, özgürlükçü herkesi kucaklayan bir anayasa teslim etmek bizim de, bu meclisin de boynunun borcudur. Biz acılarla büyüdük ama şimdi çocuklarına güvenle yaşayacakları, kardeşçe yaşayacakları, birbirine silah doğrultarak değil, birbiriyle kucaklaşarak yaşayacakları bir vatan teslim etmek hepimizin boynunun borcudur.”
Tüm bu söylenenlerden sonra bugün yaşananlara gelelim: 23 Nisan 2023 tarihinde 11-14 yaşındaki çocuklar bu konuşmaları dinledi. Şimdi o çocuklar 21-24 yaşında ve çatışmalarda yaşamını yitirenlerin çocukları tabut başında medyaya servis ediliyor. Müzakere ve çözüm süreci buzdolabında dondurulduğundan beridir kaç çocuk yetim kaldı? O günün çocukları bugünün kaç Kürt-Türk genci çatışmalarda yaşamdan koptu? Şimdi cinsiyetçi, ırkçı, dini istismar eden, militarist uygulamalarla çatışmalar derinleştiriliyor. Nefret silahları her taraftan doğrultuluyor. Şimdi TMK ile Kürtleri, kadınları, farklı inançları ayıran temel yasa olmasına kim karar verdi? Barışın aktörü Öcalan’ın üzerindeki tecridin insanlığa karşı işlenen suçların düzeyini de aşan uygulamayı kim sürdürüyor? Ağır hasta tutsakların zindanlarda can vermesine kim karar veriyor?
Daha çok geç olmadan, daha fazla Kürt-Türk çocukları yetim kalmadan, bu kanı durdurmak zor değil. Barış aktörü Öcalan’ın fiziki özgürlüğü de dahil tecride son vermek, on milyonların umudu olan müzakere ve çözüm sürecine dönmek hiç zor değil. Daha fazla kin, nefret, düşmanlık hiçbir sorunu çözmemiştir. Savaşın kazananı yoktur. Acilen demokratik kadın hareketleri başta olmak üzere tüm demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü dinamiklerle her kesimi kucaklayacak sivil bir anayasanın hazırlanıp yaşama geçirilmesi hiç zor değil.
Özgürlük mücadelesi verenler vazgeçmeyecek; dünya buna tanıktır. Cumartesi Anneleri on yıllardır çocuklarının kemiklerini aramaktan vazgeçmeyecek. Barış Anneleri toplumsal barış sağlanmadan rahat uyumayacak. Aleviler, Êzidîler ve diğer inananlar, inanç özgürlüğünden vazgeçmeyecek. Kürtler eşit, özgür, ortak vatandan, özgür iradeyle kendini yönetmekten vazgeçmeyecek.
Kadınlar Jin-jiyan-azadî mücadelesini asla terk etmeyecek, eve kapatılmayı kabul etmeyecek, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir yaşamdan vazgeçmeyecek. Türkiye toplumları demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü, inanç özgürlüğü taleplerinden, ortak yaşamdan vazgeçmeyecek. Çünkü bunlar yaşamın temelidir, vazgeçilmezidir.
Bu iç çatışma ve bölünmeye yol açan kör dövüşe son vermek hiç ama hiç zor değil. Türkiye’yi mafya, uyuşturucu, çete, yolsuzluk, ekonomik kriz bataklığından kurtarmak hiç zor değil. Zor olmayanı zorlaştıranlar, bataklıktan beslenenlerdir; ülkeyi tecrit felaketiyle dünyadan tecrit etmektedirler.