Gazeteci ve sanatçılar, PKK lideri Öcalan’a yönelik tecride karşı başlayan açlık grevini değerlendirdi
Yadigar Aygün-Hüseyin Kalkan/İstanbul
Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecride ve cezaevlerindeki hak ihlallerine karşı başlattığı açlık grevi ikinci ayına girdi. Buna rağmen konunun muhatabı olan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül sessizliğini koruyor. Açlık grevleri zaman zaman telafisi mümkün olmayan zararlar meydana getiren bir eylem biçimi, bu nedenle kamuoyu hassas ve bu konuda adım atılması beklentisi içinde. Tecrit ve açlık grevleri ile ilgili gazetemize konuşan sanatçı, gazeteci ve hukukçular, herkesin tecride karşı çıkması gerektiğini kaydetti.
‘Üç maymun oynanıyor’
Hukukçu ve yazar Serhat Bucak, “Türkiye cezaevlerindeki hak ihlalleri bugüne kadar şiddetini artırarak devam ediyor. Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülere çıplak bedenlerini açlığa, ölüme yatırmaktan başka hiçbir alternatif kalmıyor. Bir hukukçu olarak ‘yaşam hakkı’nı en kutsal hak olarak kabul etmeme, açlık grevlerine karşı olmama karşın cezaevlerindeki uygulamalar karşısında siyasal tutuklu ve hükümlülere direnmekten başka hiçbir alternatif gösterilmemektedir. Uluslararası infaz prensiplerinin ayaklar altına alınmasına karşın uluslararası kamuoyu da görmedim, duymadım, işitmedim gibi üç maymunu oynamaktadır” diyor.
Sorumluluk dışarıda
Gazeteci Cahit Mervan da süren açlık grevleri ile ilgili şu tespitlerde bulunuyor: “Açlık grevleri tipik bir sivil itaatsizlik eylemi. Yani bu eylemi ‘yuvarlak bir boru içinde dört köşe bir çivi olma’ becerisi olarak da görebiliriz. İnsanlar kendilerinden fedakârlık yaparak ve hiç kimseye zarar vermeden hak talebinde bulunuyorlar. Rejimi bu eylem karşısında çaresiz kılan da bu oluyor zaten. Yakın geçmişte Kürtler bu eyleme hem cezaevlerinde hem de dışarıda başvurdular. Aslında çoğu kez de sonuç aldılar. Örneğin İmralı’daki Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan ağır tecridi birkaç kez kırdılar. Dahası küresel çapta sorunun anlaşılması bakımından bir hayli mesafe alındı. İçerideki açlık grevlerinin daha kısa zamanda sonuç alması için dışarıdaki dayanışma tartışmasız çok önemli. Bu ikisini birleştirmek ve hızla sonuca gitmek gerekiyor.”
‘Tecrit çöktürmedir’
Gazeteci ve yazar Günay Aslan, PKK Lideri Öcalan’a uygulanan tecridin bir süreden beri yürürlükte olan “Kürtleri çökertme’’ stratejisinden bağımsız olarak ele almanın mümkün olmadığını belirterek, şunların altını çiziyor: “Aynı şekilde Kürdistan bölgesindeki operasyonlar, Rojava’ya dönük saldırılar, HDP’ye artan baskılar ve Kürt siyasetçilere yönelik kitlesel tutuklamalar da bu stratejinin bir parçasıdır. Türk devleti küresel ve bölgesel konjonktürdeki değişimleri ‘Kürtleri darbeleme’ fırsatına çevirmiş ve bu yolda bütün imkânlarını kullanarak ilerlemektedir. Ne yazık ki Kürt siyaseti yeni duruma uygun bir alternatif üretememiştir. Bir bütün olarak Kürt siyaseti kendini tekrar etmekten, eskinin yol ve yöntemleriyle yeni süreci karşılaşamaya çalışmaktan öteye gidememiş, dönemin ve nesnel gerçekliğin gerektirdiği politikaları geliştirememiştir. Böyle bir konjonktürde cezaevindeki tutsaklar da bir kez daha kendi bedenlerini feda etme yolunu seçmiş ve tecride karşı açlık grevi eylemi başlatmışlardır.”
Son eylem
Gazeteci Faruk Sakık ise PKK Lideri Öcalan’ın geliştirdiği siyasetlere dikkat çekerek, “Açlık grevlerinin tarihsel sürecine baktığımızda zaman zaman kendi istemleri için bazen de toplumsal istemler için başvurulan bir eylem tarzıdır. Haksızlığa karşı başvurulacak en son eylemdir. Bunun dışında yapacağı bir eylem kalmayınca açlık grevi ile bedenini ölüme yatırıyorlar. Son yüzyılda en çok cezaevlerinde tutukluların başvurduğu bir hak arama eylemidir. Açlık grevi eylemi gibi birçok boyutu olmakla birlikte, hem vicdan ve duygulara hem insan psikolojisine ve hem de talebi yerine getirmesi gereken gücü pazarlık masasına çekme kuvvetine sahip bir özelliktedir. İmralı’da tecrit uygulanırken Öcalan’ın fikir ve görüşlerinin zamanla yok olması hedeflenmektedir. Onun siyasi görüşleri ve çözümlere dair perspektifleri iktidardakileri korkutmaktadır. Bu vesileyle kendilerine dönük bu tehlikeyi tecrit ile bertaraf etmek istiyorlar” diyor.
‘Güçlü destek verilmeli’
Günay Aslan, politik tutsakların bu çıkışının elbette sahiplenilmesi ve desteklenmesi gerektiğini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Tutsakların İmralı’daki tecridin sona ermesi talebinin karşılanması için sadece cezaevlerinden değil; Türkiye, Kürdistan ve diasporadan da güçlü tepkilerin verilmesi gerekmektedir.”
‘Cesaret faşizmin panzehiri’
Sanatçı Pınar Aydınlar, cezaevlerindeki tecrit uygulamasının bir an önce sonlandırılması gerektiğinin altını çizerek tüm toplumu açlık grevlerine sahip çıkma çağrısı yaptı. Aydınlar, “Bugün hapishanelerde keyfi bir şekilde tutsaklar üzerinde baskı, otorite ve zulmü büyüterek açlık grevleri sönümlendirilmeye çalışılıyor. Açlık grevindeki tutuklulara su, şeker verilmemesi tamamıyla keyfi ve faşizan bir uygulamadır. Kürt halkının önder gördüğü Öcalan’ın tecrit koşulları ve binlerce siyasi tutsağın tecrit koşulları tüm dünyada yankı bulmuştur. Salgın döneminde siyasi tutsakların yaşam hakları ellerinden alınarak ölüme terk ediliyor. Hapishanedeki devrimci tutukluların hiçbir şekilde toplu idamlarına tanık olmamak için sesimizi daha da yükseltmemiz gerekiyor. Selahattin başkanın da dediği gibi cesaret faşizmin panzeri olduğunu unutmadan bugün meşru haklılığımızı, bilincimizi ortaklaşarak açlık grevleri için sesimizi daha da gür çıkarmalıyız” dedi.
‘Yalnız bırakmamak’
Günay Aslan ise Kürt kamuoyuna şu dikkat çekici çağrıda bulunuyor: “Mahpusların yalnız bırakılmaması hayati önemdedir. Dolayısıyla iç ve dış kamuoyunun harekete geçirilmesi, bunun için de eldeki imkânların verimli ve iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Çökertme Planı’nın ve onun bir parçası olan tecridin aşılması için herkesin kendini gözden geçirmesi ve tarihi sorumluluğun gerektirdiği gerçekçi ve sonuç alıcı bir tutumun sahibi olması gerekiyor.”
Tarihsel olarak açlık grevleri
Açlık grevlerinin tarihsel geçmişine uzanan Serhat Bucak, ilginç notlara yer veriyor: “Açlık grevleri, ölüm oruçları politik tutukluların kendilerine uygulanan hukuk ve insanlık dışı uygulamaları kamuoyuna duyurmak için yaptıkları şiddet içermeyen bir eylem biçimidir. Tarihte ilk açlık grevi eylemi Roma İmparatorluğu döneminde avukat ve aynı zamanda İmparator Tiberius’un dostu olan Nerva’nın yapılan işkence ve cinayetleri protesto etmek için başlattığı ve yaşamını yitirdiği eylemdir. Hıristiyanlık öncesi dönemlerde açlık grevleri İrlanda’da yapılıyordu. Hakları gasp edilen İrlandalılar, haklarını gasp eden kişinin evinin önünde açlık grevine gidiyorlardı. Böyle bir durum ise başkasının hakkını gasp eden kişi için utanç verici bir durum oluyordu. 1900’lerde yine İngiltere’de kadınlar oy hakkı için açlık grevine gitmişlerdi. 20. yüzyılda sömürgeciliğe, emperyalizme, ırk ayrımına, karşı Mahatma Gandhi, Nelson Mandela ve Zapatistler başta olmak üzere birçok siyasetçi açlık grevi eylemine girmiştir.”
Kısaca Türkiye’deki açlık grevleri tarihine değinen Bucak, şunların altını çiziyor: “Türkiye’de ilk açlık grevi eylemini yapan kişi Nâzım Hikmet’tir. 12 Mart döneminde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edilmeden önce 12 gün açlık grevi eyleminde bulunmuşlardı. 12 Eylül’de ise Diyarbakır ve İstanbul Metris Cezaevi’nde PKK’li, Devrimci Sol’cu ve TİKB’li mahpuslar taleplerinin yerine getirilmesi için açlık grevine girmişler; bu açlık grevi ve ölüm oruçlarının sonucunda Diyarbakır Cezaevi’nde M. Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek, Akif Yılmaz, M. Emin Yavuz; İstanbul Metris Cezaevi’nde ise TİKB’li Mehmet Fatih Öktülmüş, Devrimci Sol’dan Haydar Başbağ, Abdullah Meral, Hasan Telci yaşamlarını yitirmişlerdir. 1990’lardan günümüze kadar açlık grevleri ve ölüm oruçları cezaevlerinde devam etmiş, bu eylemlerde aralarında avukat ve sanatkârların bulunduğu onlarca mahpus yaşamını yitirmiştir.”