Seydi Fırat
Sayın Öcalan’dan 17 aydır haber alınmıyor, kendisinden ne bir mektup ne de bir telefon alınıyor. Ve ne de aile ve avukatlarının görüşmesine izin veriliyor. Böyle bir muamelenin ne Türkiye hukukunda ne de uluslararası hukukta yeri var.
Tüm haklar ve sözleşmeleri yok hükmünde gören bir uygulama İmralı’da uygulanıyor. Uygulama son derece insanlık dışıdır, aynı zamanda yasa dışıdır.
İşkenceyi önleme komitesi CPT, İmralı uygulamasını, Sayın Öcalan’a yönelik uygulamayı katı bir izolasyon ve bir işkence uygulaması olarak tanımladı. Katı bir izolasyon ve işkence uygulaması tüm yoğunluğuyla devam ediyor.
Ne Mandela Kuralları ne de uluslararası sözleşmelerde yer alan umut hakkı, yeniden yargılama hakkı, CPT’nin işkenceyi önlem tedbiri, AİHM mevzuatı hiçbir dönem İmralı’da işlevsel olmadı. Söz konusu mevzuat ve mevzuattan sorumlu kurumlar İmralı’daki tecritte, İmranlı’daki kötü muameleyle bir biçimde uyumlaştılar. Bu uyumlaşma aynı zamanda uluslararası hukuku, insan haklarını ve evrensel değerleri görmezlikten gelen hatta çürütme üzerinde bir uyumlaşmadır. Uluslararası hukukun İmralı’ya yönelik yüzünü kara çıkaran bir uyumlaşmadır. Sistem Kürtleri, Kürtlerin politik gücünü, iradesini çürüteyim derken, aynı zamanda evrensel hukuk mevzuatını ve sorumluluk merciinde bulunan kurumları da bir biçimde itibarsızlaştırmakta. CPT’nin, AİHM’in ve Avrupa Konseyi’nin İmralı’daki kötü muamele karşısında da tutarsızlıklarına karşı Kürt halkı, demokratik kamuoyu ve insan hakları savunucuları yılardır tepki gösteriyor ve uyarıda bulunuyorlar. Sorumluluklarına sahip çıkmaya davet ediyorlar bu kurumları.
Sayın Öcalan üzerindeki insanlık dışı muameleye, tecrit muamelesine karşı demokratik güçler, insan hakları savunucuları ve Kürt halkı hep bir mücadele içinde oldu. Bu yönlü yürütülen kampanyalar önemli etkiye yol açtı. Kamuoyunun, demokratik çevrelerin, insan hakları savunucularının, entelektüel kesimin tepkisini ve vicdanını harekete geçirdi. Bu yönlü ivmenin büyütülmesine, genişletilmesine ve aktifleştirilmesine her zamankinden daha fazla ihtiyaç var.
AKP-MHP faşizminin bölgesel ve küresel güçlerden aldığı güç ve destekle sürdürdüğü tecrit ve savaş politikasının, Kürt halkı, bölge halkları ve insanlık açısından yıkıcılığının boyutu tahmin edilenden daha ağır ve daha yıkıcı. AKP -MHP iktidarı kaybetmenin verdiği panikle daha saldırgan bir biçimde tecrit uygulamasına, savaşa ve Kürtlere yönelik kırım politikasına endekslenmiş bulunuyor.
İktidarın Madrid, Tahran ve Soçi zirvelerindeki temel arayışı, söz konusu konsepti sürdürme üzerinedir. İktidarın savaş konseptine yönelik kamuoyuna ve muhalefete uyarı mahiyetinde geçen günlerde 308 aydın bir bildiri yayınladı. Bildiride şu önemli uyarıda bulundular: “İktidarın savaş siyasetine karşı sesinizi yükseltmezseniz ülkemize, halkımıza olduğu kadar insanlığa karşı işlenen suçlara, dökülen kanlara ortak olacaksınız. Bu iktidarın hiçbir suçuna, özellikle de savaş suçuna ortak olmayın.”
Tabi iktidarın suç teşkil eden siyasetinin diğer yüzünde de tecrit var. Tecrit suçu da en az savaş suçu kadar hatta ondan çok daha ağır bir suçtur. Tecrit suçuna karşı da daha geniş muhtevada bir toplumsal, demokratik ve entelektüel tepkiye ihtiyaç var.