Kadınlar örgütlendikçe ekonomik, psikolojik, fiziksel şiddetin önüne set çekiliyor. Kadınlar örgütlendikçe birbirine sokaklarda omuz veriyor. Kadınlar, “Gece karanlıktan korkarsan bu şehri ateşe veririz” diyor.
Salihe Aydeniz
Tarih boyunca kadının toprakla kurduğu bağdan mıdır bilinmez, dünya üzerindeki her coğrafyada savaş önce toprak, sonra kadın bedeni üzerinden yürütülür. Öz savunma ile alakası olmayan, kapitalist modernitenin bitmez tükenmez açlığını giderme amacından başka bir şeye hizmet etmeyen her savaş, en çok kadını etkiler. Her işgal, ilk olarak kadının zihnine ve bedenine yönelir.
Geçtiğimiz haftasonu gerçekleştirilen “Sessizliğin Zinciri” isimli TJA Konferansı bu anlamda iyi bir örnekti. İrlanda’dan, BASK bölgesinden, Filistin’den ve daha birçok yerden tutsaklık deneyimi olan kadınlar bir aradaydı. Gözaltı süreçlerinden tutukluluğa, cezaevlerinin mimarisinden yönetimine kadar nasıl kadın düşmanı olduğuna, kadının nasıl cinsel saldırıya açık hale getirildiğine, kadınların direncinin hangi yollarla kırılmak istendiğine, emeklerinin nasıl cezaevinde ikinci kez “ucuz iş gücü” haline getirildiğine kadar her şey farklı atölyelerde tartışıldı.
Halk oylamasında Xinûs’ta görevli olduğum için katılamadığıma çok üzüldüğüm bu konferansın “Siyasetin misyonu” başlıklı atölyesinin notlarına özellikle bakma şansım oldu. Tutsak kadınların asla mücadelede ikincil konuma düşmediği, mücadelenin aktif öğesi olmaya devam ettiği, kısıtlı imkanlarda dahi mücadeleyi nasıl yeniden hayata geçirdiği konuşulmuştu atölyede. Bu sonuca, bu dirayete gelene kadar yaşatılanların ağırlığını ise hepimiz biliyoruz.
Daha yazıyı bitirmek üzere bilgisayar başına oturduğum bugün, 28 kentte 165 arkadaşımız gözaltına alındı ve İçişleri Bakanı sosyal medyadan önceki bakandan öğrendiği gibi bir “film” yayınladı. Bütün bu olan biteni daha iyi bir kelime tanımlayamazdı. Çünkü birçok arkadaşımızın yanı sıra İstanbul’da özellikle Adalet Nöbeti’ne katılan Barış Anneleri’nin, kadın kurumlarının ve kadın hareketi temsilcilerinin gözaltına alındığı bu operasyonun başka hiçbir açıklaması yok. İktidarın acizliğine, yürütemediği politikalarına, kan siyasetiyle açacağını zannettiği yolların tıkanmasına karşı yapılmış göstermelik bir hamle ve kadınları aktif mücadeleden uzaklaştırmak için bir korkutma aracı.
Ancak hayat ve mücadele birkaç prodüksiyon hilesinden çok daha fazlasıdır. Bu kadınların her birinin kurmak üzere mücadele ettiği ortak yaşam, bir sanal medya platformundan yayınlanan basit bir kurgudan çok daha fazlası.
Peki nedir kadın mücadelesiyle iktidarın, devletin, babanın, kardeşin, erkeğin alıp veremediği?
Nedir 5 Ocak’ta Silopi’de, 9 Ocak’ta ve sonrasında Paris’te kadınları katledenlerin korktuğu?
Nedir kadına yönelik şiddete karşı kurulan kurumları kapattıran, kadınlara yönelik özellikle düşman politikalar kurduran?
Kapitalist modernitenin kurmak istediği her bir dişlinin arasına çomak sokulması, her bir sömürünün önüne geçilmesidir korkulan.
Bugün İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan üzerinde yürütülen tecrit, Kürdistan’da kadınlara yönelik bir “tecavüz kültürü” olarak uygulanıyor. Sadece cinsel saldırıdan bahsetmiyorum bu tanımı kullanırken. Gözaltılarda örneğini çok net gördüğümüz haneye tecavüz, haklara tecavüz ve daha birçok hak ihlaliyle yaşamdan soyutlama hali bir yönetim şekline dönüştürülüyor. Ve bu yönetim şekli medya, adliye, kolluk eliyle güçlendiriliyor. Bu durumun somut ve en yeni örneklerden biri yandaş medyanın son operasyonla gözaltına alınan kadınlara yönelik hedef gösteren yazısıydı. Kamuoyunun bilgilendirilme hakkı için kurulmuş olması gereken kanallar, korkunç bir propagandanın malzemesi haline getiriliyor.
Kadınları yaşamın dışına itmeye çalışan bu zihniyet, yargısıyla da utanç verici kararlara imza atıyor. Cezasızlıkla, iyi hal indirimleriyle bu yönetim şeklini sağlamlaştırmaya çalışıyor. Faşizmin sac ayaklarına dönüşmüş tüm bu alanlar bir bütün halinde, aynı hedef ve kültüre hizmet ediyor.
2023’ün sonunda Meclis’te yaptığım konuşmamda özel savaş için bir çerçeve çizmiştim. Bu çizilen çerçeveyi anlamak, özellikle “muhalefet” partilerinden birinin liderinin yaptığı “Oteli olan polis müdürleri var. Fuhuş için kimsesiz yurt kızlarını çalıştırıyorlar” açıklamasından sonra daha da önemliydi.
Ümitcan Uygun ismini birçoğumuz biliriz, Ankara’da birden fazla kadının ölümünde şüpheli olduğu iddia edildi, ancak tatmin edici hiçbir bilgi kamuoyuna yansımadı. O gün de dediğim gibi, Aleyna Çakır cinayetiyle gündeme gelen bu konunun altı kazındığında en vahim sonuçlar eminim Kürdistan’dan çıkacaktı.
Kürdistan’dan birkaç örneğe beraber bakalım:
- Mardin Dêrik’te uyuşturucuya alıştırılan gençler, satıcı olan kişilerin bazı polis ve bekçilerle birlikte çalıştığına işaret ederek, ilk başta bedava verilen uyuşturucuyla hırsızlığa zorlandıklarını ve sistematik tecavüze maruz bırakıldıklarını söylediler.
- 2021’de Hakkari ve Şırnak’ta içerisinde asker ve korucuların bulunduğu bir çetenin kadınları şantaj yoluyla sistematik tecavüze maruz bıraktıkları iddia edildi, araştırılmadı.
- Musa Orhan, İpek Er’e tecavüz ettikten sonra “Bana bir şey olmaz” derken devletin sırtındaki elini hissederek söylüyordu bunu. Kadın mücadelesi yürüten arkadaşlarımız her hafta karakollara imza atmaya gitmek zorunda bırakılırken, Gülistan Doku’nun kaybedilmesinde baş şüpheli olan Zaynal Abarakov’dan 6 ay imza bile alınmadı.
- Mardin Dêrik’te hakimlik, bir kadına sistematik tecavüzde bulundukları için gözaltına alınan biri korucu olan fail üç erkeği serbest bırakırken, “adli kontrol” hükümlerinin uygulanmasını “ağır olacağı” gerekçesiyle reddetti.
- Nusaybin’de 4 çocuğu istismar ettiği gerekçesiyle yargılanan Eyüp K. isimli uzman çavuş için avukatının yaptığı savunmada “Komutanları tarafından sevilen sayılan bir insan” ve “Müvekkilin asker oluşu, kimliği, sabıkası dikkate alınarak tahliye edilmesi gerektiği” ibareleri geçti, Eyüp K. adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Sadece sokaklar değil tabii, cezaevleri, evler, her yer kadınlar için bubi tuzaklarıyla doldurulmuş durumda adeta. Bu tuzakların içinden sarsılmadan geçip örgütlülüğünü güçlendirmek de kadın mücadelesinin kudretinin göstergesi.
Peki özel savaş politikaları yalnızca kolluk eliyle ve sokaklarda mı hayata geçiriliyor? Elbette hayır. Özellikle Kürdistan’da kayyımlardan kolluğa, mahkemelere bütün yapı özel savaş politikalarına hizmet eder halde.
Kayyımların ilk icraatlarından bazılarına bakalım;
- Kadın Daire Başkanı’nı görevden alıp memurluktan men etmek,
- Kadın ve Gençlik Daire Başkanlığı’na bir erkek müdür atamak,
- Alo Şiddet Hattı’nı kapatmak,
- Kadın Semt Pazarı’nın kurulması için yapılan çalışmaları durdurmak,
- Kadınlara mesleki beceri kazandıracak kurslar yerine dikiş-nakış-yemek kursları vermek,
- Evlilik okulları açmak.
Neden mi yapılıyor tüm bunlar? Çünkü iktidar da, erkek egemen her zihniyet de biliyor ki bir kadın uyanırsa, peşine bir ardıl bırakırsa sokaktaki uyuşturucunun, kurulan cinsel istismar çetelerinin esamesi okunmayacak. Aşk adı altında kimse düşürülemeyecek, kadınlar mobeselerle dolu şehirde kaybedilemeyecek, toplum hafızası sekteye uğramadan aktarılabilecek.
Kadınlar örgütlendikçe ekonomik, psikolojik, fiziksel şiddetin önüne set çekiliyor. Kadınlar örgütlendikçe birbirine sokaklarda omuz veriyor. Kadınlar, “Gece karanlıktan korkarsan bu şehri ateşe veririz” diyor. Bütün baskı ve zora rağmen her 25 Kasım’da, her 8 Mart’ta “Jin, jiyan, azadî” ruhuyla alanları dolduruyor.
İşte bu yüzden İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan üzerinde yürütülen ve önce cezaevlerine, sonra topluma yayılan bu tecrit en çok da kadınları hedef alıyor. Bu yüzden Kürt kadın hareketinin öncü isimlerinden Meral Danış Beştaş’ın avukatlığını yaptığı Nahide Opuz davasının emsal gösterildiği İstanbul Sözleşmesi iptal ediliyor; işte bu yüzden 6284’ü adliyede uygulatabilmek şöyle dursun, karakollarda dahi kolluk keyfi davranıyor. Tecrit sürdüğü sürece kadınların mücadelesi ve iradesinin kırılması için her yol denenecek. Bu yüzden bu tecridin kırılması için ilk başta mücadele etmesi gereken kesimlerin başında biz kadınlar varız. Özgürlüğün anlam ve önemini en çok biz biliyoruz. Bu kavganın hakkını en çok biz veririz.
Tecridin kırılması için verilecek mücadele aynı zamanda tarihi bir fırsattır, bir dönüm noktasıdır bizler için. Kaderine terk edilmiş ve savaş coğrafyasına dönüşmüş Ortadoğu’da kadın özgürlükçü paradigmanın yaratacağı fark ortada. Bunun yakın örneği şu an yine bu iktidar tarafından bombalanarak yok edilmeye çalışılıyor. Rojava’ya, Rojhilat’a, Başur’a, Bakur’a, Türkiye’ye, dünyaya yüzümüzü dönmek, “Jin, jiyan, azadî”den ortak bir devrim çıkarmak hiç bu kadar yakın olmamıştı. Sara’ların, Jîna’ların, Rosa’ların, Mirabellerin mücadelesinde daha çok ve daha büyük ortaklaşmanın tek yolu tecridi kırmaktır.