Tüm Kürdistan’ın ve Türkiye’nin uyandığı o kara günün üzerinden tam 1 yıl geçti. Beklenen İstanbul depremi de tecridin sürdüğü, toplumun kopuk olduğu, ekonominin sınır dışı operasyonlara akıtıldığı ve hükümetin halkından korktuğu için sahaya inemediği bir atmosferde gerçekleşirse çok büyük bir kayıpla yüz yüze olacağız.
Salihe Aydeniz
6 Şubat 2023…
“Saat 04.17’de Maraş’ın Pazarcık ilçesinde 7,7 büyüklüğünde bir deprem meydana gelirken aynı gün saat 13.24’te ise 7,6 büyüklüğünde başka bir deprem daha meydana geldi. Deprem Antep, Hatay, Osmaniye, Adıyaman, Urfa, Diyarbakır, Malatya ve Adana başta olmak üzere çevre illerde yoğun olarak hissedildi…”
“Resmi açıklamalara göre 6 Şubat depremlerinden 13 milyon kişi doğrudan etkilenirken, 11 ilde en az 50 bin 783 kişi hayatını kaybetti. Deprem Suriye’de de büyük bir yıkıma sebebiyet verdi, bölgede en az 5 bin 800 kişinin yaşamını yitirdiği biliniyor…”
31 Ocak 2024…
“TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliği düşürüldü…”
“Hatay’da depremlerin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen ne yaralar sarıldı ne de verilen sözler tutuldu. Barınma, eğitim ve sağlık sorunları olduğu yerde duruyor…”
Tüm Kürdistan’ın ve Türkiye’nin uyandığı o kara günün üzerinden tam 1 yıl geçti. Ne yazık ki halkın yas tutacak vakti bile olmadı. Bir yıldır barınma ve kayıplar gündemi hala sürüyor. İktidarın rant afetinin yıktığı kentlerde enkazlar yerli yerinde.
Deprem günü ve sonrasındaki süreç, tecridin yansımalarının en açık olduğu süreçlerden birini getirdi. Diyarbakır, örgütlü yapısıyla depremden en az yarayla kurtuldu. Üstelik hem kendi yarasını hem de diğer on ilin yarasını sarabilme pratiğini gerçekleştirdi. Toplumsal refleks burada hızla sorunu hedefledi, çözüm odaklı planlama çıkardı. Ekolojik, demokratik, kadın özgürlükçü paradigma çerçevesinde örgütlü toplum perspektifinin yaşamsallaşmasıyla çok bağlantısı vardı bu durumun. Bu perspektif, yıkıma karşı hızla müdahale planı çıkarıp hayata geçirirken “koca devlet mekanizması” tek adam rejiminin bürokrasisine takılmaktan insanların feryatlarına ulaşamadı. Diyarbakır hızlıca örgütlenirken, iktidar o sırada Pazarcık’taki deprem koordinasyon merkezine kayyum atamakla meşguldü. İşte tecrit, tam olarak bu örnekteki toplumsal inisiyatifi kırmaya yönelik uygulanmaktadır.
Bu kadar büyük bir afette bütün siyasi çıkarlar bir tarafa bırakılmalıyken bin bir hesapla, darbe girişimi korkularıyla yaklaşıldı deprem bölgesine. Sonunda ağızlarından kaçırdıkları üzere en az 130.000 kişi öldü. Henüz akıbeti bilinmeyen ve yılı dolduğunda nüfustan düşecek kayıplardan ve kaçırıldığı iddia edilen insanlardan bahsetmiyorum bile.
Bir toplumu tecritle, kutuplaştırmayla küçük parçalara ayırdılar. Koordinasyonlara engel oldular, kayyumlar atadılar, toplumun bir dayanışma oluşturmasını zorlaştıran ayrıştırıcı dilleri yüzünden deprem bölgesindeki insanlar daha zor durumda kaldı.
Bugün, vekilini gasp ettikleri Hatay’da bir sene boyunca hiçbir şey değişmedi. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, deprem bölgesinde ilan edilen OHAL’in ardından 24 Şubat’ta yerleşme ve yapılaşmaya dair 126 numaralı kararname çıkarmıştı. Kararnameyle kentlerin inşası ile ilgili yetkiler tek bir elde merkezileşti. İnşa sürecinde tek karar verici mekanizma Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı oldu.
Aynı iktidar, birkaç yıl önce Hatay’da “imar affı” ile övünmüştü. Bugün, onbinlere mezar olan binaları yapan müteahhitler ve inşaat şirketleri günah keçisi olarak öne sürülüp asıl sorumlular gizleniyor. Asıl sorumlular ise depremden yalnızca haftalar sonra bölgeyi rant alanına çevirenler.
Özellikle Hatay halkı kentin nasıl inşa edileceğinden emin değil. Süreç şeffaf yürümediği için yıkılan veya ağır hasarlı denilen binalarda evleri olanlar, yeni yapılacak binaların yıkımına karşı dahi dava açmış durumda. Üstelik haksız değiller, 2011 yılında Van’da yaşanan büyük depremden sonra yıkılan bazı binaların yerine hala yenileri dikilmedi. İzmir’de depremden sonra evlerini kaybedenlere yapılan yardım da verilen kredi de ortada. Zorlukla bir ev sahibi olmuş insanların yeniden kredi borcu altına girmesi isteniyor ev sahibi olabilmesi için. 6 Şubat’ta bir kadının sözlerini getiriyor akla bu durum,“Ben bu evi merdiven yıkayarak kazandığım parayla kurdum, bir daha nasıl kuracağım?”
Deprem örneği tecridin nasıl da dört duvardan ibaret olmadığının en açık örneklerinden biri. Yaşamı kurtulduğu için şanslı insanların başındaki çatısı “imar aflarıyla” elinden alınmış, iktidar sınır ötesini o şehirleri on kere yeniden kurabilecek maliyette mühimmatla bombalarken, bu insanlar hala çadırlarda hayata tutunmaya çalışıyor.
İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan’ın komployu yendiği bir gerçek, bu gerçek de Rojava’da yaşam bulmuş halde. Bu coğrafyanın en büyük şanslarından biri olan Rojava sistemi hayatta kalamasın, Sayın Öcalan’ın bir kelimesi bile yaşam bulmasın diye çadırlarda yaşıyor insanlar hala. Tecrit sürdüğü sürece de böyle olacak. Beklenen İstanbul depremi de tecridin sürdüğü, toplumun kopuk olduğu, ekonominin sınır dışı operasyonlara akıtıldığı ve hükümetin halkından korktuğu için sahaya inemediği bir atmosferde gerçekleşirse çok büyük bir kayıpla yüz yüze olacağız. Deprem coğrafyasında afetlere karşı hazırlıklı olmak, rantın ve siyasetin sebep olduğu can kayıplarının önüne geçmek için tecridi hep beraber kırıp her yerde Diyarbakır örgütlülüğünü kurmamız elzemdir. Halklar, bir an önce kendi üzerindeki tecridi kırmak adına sesini yükseltmelidir.