Kürt siyasi çevrelerinde ulusal birlik çalışmaları yapılıyor. Bu platformların ve buluşmaların gündeminde tecride karşı da bir tutumun gündem olması her şeyden önce ahlaki, vicdani bir sorumluluktur. Sayın Öcalan çeyrek yüz yıla yakın bir süredir çok ağır uygulamalara maruz kalmasına rağmen bu uygulamalara karşı insan hakları çerçevesinde dahi şimdiye kadar tek bir kınama, açıklama, söz ve tavır ortaya koyma cesaretini, anlayışını ve gücünü göstermeyen örgütlerin, liderlerin, aydınların, siyasetçilerin Kürtlere yönelik, Kürtlerin geleceğine yönelik tasavvurları, ahlaki ve politik duruşları ne kadar sağlıklı olabilir ki!
Kürt ve Kürdistanlı bir örgüt, kişi veya oluşum düşünsel olarak liberal, demokrat, muhafazakâr, milliyetçi, sol görüşlü veya İslamcı bir bakış açısına sahip olabilir ama eğer Kürt halkının özgürlüğü ve geleceği ile alakalı bir duruşa sahipse tecridi görmezden gelemez; tecride karşı bir duruş ortaya koymaktan kendini alıkoyamaz. Koymamalıdır da!
Tecridi Türkiye’nin Kürtlere yönelik bir savaş ve çözümsüzlük politikası olarak görmeyenler, Kürt meselesi ve Kürtlerin geleceği ile bağını kurmayanlar ya ciddi bir öngörüsüzlük içindedirler ya da farkında oldukları halde tecridi kendilerine sorun yapmıyorlarsa tecrit uygulamasına, sömürgeci siyaset anlayışına açık bir pozisyondadırlar demektir. Bu tür pozisyonların sömürgeci siyaset için, tecrit siyaseti için büyük bir avantaj oluşturduğuna kuşku yok. Devlet, Sayın Öcalan’ın yol açtığı tarihi gelişmeleri hem Kuzey Kürdistan açısından hem diğer Kürdistan parçaları ve Kürt sorununun geneli açısından bir dönüm noktası olarak görüyor. Devletin İmralı’ya yönelik kini, öfkesi ve bakışı bundandır. Devlet, Kürt sorununa çözüm eksenli yaklaşmadığı ve çözümü içine sindiremediği için dönüp dönüp Öcalan’a yöneliyor. Bu yönelim Kürtlerin ortak ve bütünlüklü duruşlarıyla cevap bulmalıdır.
Tecrit insani, ahlaki ve hukuki normları yok hükmünde gören zihniyetin uygulamasıdır. AKP-MHP iktidarı İmralı’ya yönelik, Sayın Öcalan’a yönelik hukuk, yasa diye bir şeyi ortada bırakmamıştır. Bu insanlık dışı muameleye karşı daha güçlü bir mücadele gerekiyor.
Türkiye İmralı’ya, Sayın Öcalan’a yönelik bakışında temel bir değişiklik yapmadığı sürece Kürt sorununda temel bir değişiklik yapmamış demektir.
Türkiye’nin savaş ve tecrit politikası bugün dünyanın her tarafında tepki ve nefretle karşılanmaktadır. Türkiye ırkçı ve saldırgan bir güç olarak tanımlanıyor. Bu konumundan dolayı müttefikleri dahi artık kendisine katlanamaz bir duruma gelmişlerdir. İnsanlık, bölge halkları Türkiye’nin saldırganlığına karşı bir arayış içine girmiş bulunuyor. Kürtlerin arayışıyla insanlığın, demokrasi güçlerinin arayışı ve mücadelesi çakışmış durumda ve bu olumludur. Bu durum AKPMHP iktidarının savaş ve tecrit politikasını boşa çıkarma imkânı sağlıyor. Her parçada Kürt aydınlarının, siyasi partilerinin ve Kürt kamuoyunun tecride karşı ulusal bir tavır ve tutum ortaya koyması ulusal birliğe güç ve güven kazandıracağı gibi Türkiye’nin, AKP-MHP iktidarının Kürtler üzerinde yürüttüğü savaş ve yıkım politikasına karşı daha güçlü bir mücadele zemini elde etmiş ve aynı zamanda da dünya insanlığının, aydınlarının küresel çapta desteğini ve vicdanını arkalarına almış olacaklardır.
Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) İmralı uygulamalarını bir işkence olarak tanımlıyor. İşkence uygulamalarına karşı Kürt halkının ve insanlığın tepkisini örgütlemek, geliştirmek son derece meşru ve yerinde bir durumdur. Kürt kamuoyu, aydınları, siyasi oluşumları, akademisyenleri, sivil toplum örgütleri dünyanın her tarafında bulunuyorlar; bulundukları her alanı tecride karşı bir mücadele platformuna dönüştürme imkânına sahipler. İngiliz İşçi Sendikası tecride karşı tavrını ve Öcalan’ın özgürlüğü için yaklaşımını ‘Vakit Geldi’ şeklinde somutlaştırdı. Bunun Kürt cephesindeki karşılığı, ‘Şimdi değilse ne zaman’ sorusu olarak cevabını arıyor.