Sn. Öcalan, tecride karşı tutumunu, ‘Tecride Hayır, Barışa Evet’ olarak sloganlaştırmıştı. Yine tecridi ‘Hukuki ve siyasi seçeneklerin devre dışı bırakılması, askeri seçeneğin esas alınması’ olarak tanımlamıştı. Maalesef, mevcut hükümet ve devlet yetkilileri, Sn. Öcalan’ın İmralı’da yirmi beş yıldır sürdürdüğü demokratik çözüm ve barış çabalarına hep tecrit ve tasfiye ile yanıt verdiler
Emran Emekçi
Sn. Öcalan başından beri ‘Tecride Hayır, Barışa Evet’ diyerek İmralı konumunu, “Türk-Kürt savaşını derinleştirmeyi amaçlayan dış güçlerin komplosunu boşa çıkarma, demokratik çözüm ve barışı sağlama olarak” belirledi. “İmralı adası barış görüşmelerinin yeri olacak, İmralı barış adası olacak. Esas aldığımız Türk-Kürt demokratik ittifakına dayalı onurlu barıştır. Tarihi bin yıllık Türk-Kürt ittifakını-barışını bozan son yüz yıllık zora dayalı inkâr-asimilasyon olmasaydı isyan da olmayacaktı. Tarihi yanlışlıklar yerine tarihi doğrular konularak telafi edilmeli. Ne inkâr ne isyan çözüm demokratik cumhuriyet. Zorla birlik olmaz, anlamlı birlikler özgür eşit gönüllü demokratik birliklerdir. Eğer İmralı’da bu yönlü bir uzlaşma çıkarsa bu halklarımızın özlemle beklediği bir barış bayramı olacaktır. Yıllardır bunun için yaşıyorum, bunun için tecride dayanıyorum” dedi.
Sn. Öcalan’ın demokratik çözüm ve barış çabaları İmralı ile de sınırlı değil, öncesi de vardır. M. Ali Birand ile röportajı (1998) ile başlayan, ’93, ’95 ve 1 Eylül 1998 ateşkes süreçleri boyunca her zaman esas aldığı ‘Demokratik Dönüşüme Evet, Tasfiyeye Hayır’ çizgisiydi. İmralı süreci boyunca da gerek savunmaları gerekse sınırlı da olsa zaman zaman gerçekleşebilen aile ve avukat görüşmelerinde dile getirdikleri de bu çizginin derinleştirilerek sürdürülmesinden başka bir şey değildi. Biliniyor, 1999-2001 sürecinde tek istediği, demokratik cumhuriyete katılım temelinde silahların bırakılması için anlamlı bir yasanın çıkarılmasıydı. Ki Rahşan Affı da bununla bağlantılıydı ama MHP tarafından kapsamı daraltılarak engellendi. Büyük fırsat o dönem bu yüzden heba edildi. Ardından 2002 sonlarında AKP iktidara geldi. Sn. Öcalan onlara da “Demokratik katılım yasası çıkarın, silahları bırakıp demokratik cumhuriyete katılalım” önerisinde bulundu. Ama AKP hükümetinin buna cevabı pişmanlık yasası ve TMK kapsamını, çocukları ve kadınları da içerecek şekilde daha da genişletmek oldu. Bu yaklaşımlar sorunu daha da ağırlaştırarak ertelemekten başka bir anlama gelmiyordu. Ki aracılar üzerinden dönüp tekrar Sn. Öcalan’dan ateşkes talep ettiler.
Ateşkes sonrası Oslo görüşmeleri
2006 Eylül ayında Sn. Öcalan, demokratik çözüm ve barış için PKK’den dördüncü kez tek taraflı ateşkes ilan etmesini istedi. Ne yazık ki bunun da bir oyun olduğu ortaya çıktı. Bir yandan ateşkes talep ederken diğer yandan hücre cezaları ve imha operasyonlarıyla karşılık vererek süreci sabote ettiler. Bunun üzerine Sn. Öcalan, “Artık dolaylı diyalog ve tek taraflı ateşkes dönemi sona ermiştir. Bundan sonra olacaksa iki taraflı çatışmasızlık ve doğrudan müzakere süreci olacak” dedi. Ki 2009-11 Oslo süreci doğrudan müzakere temelinde gelişti. O süreçte Sn. Öcalan, devlet heyetiyle müzakerelerle kararlaştırdığı iki protokole dayalı pratik adımların atılmasını beklerken, hükümetin buna yanaşmaması, tersine İran ile gizli anlaşma temelinde Kandil’e operasyon ile boşa çıkarıldı. Fakat sonuçsuz kalınca tekrar Öcalan’ın kapısını çaldılar. Bunun üzerine, 2013-15 ‘Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa’ sürecini başlattı. Bu süreç de Dolmabahçe Mutabakatı temelinde pratik adımlar aşamasındayken Erdoğan’ın, “Dolmabahçe mutabakatını tanımıyorum” açıklamalarıyla sona erdirildi. Zaten öncesinde (30 Ekim 2014) MGK, çöktürme planını kararlaştırmıştı. Sonrası günümüze kadar gelen mutlak tecrit ve haber alamama, kayyım atamaları ve bitmeyen sınır ötesi operasyonlar oldu.
Leyla Güven ve açlık grevi
2018 yılı sonlarında Leyla Güven’in öncülüğünde başlayan açlık grevlerinin etkisiyle 2019 yılında sınırlı da olsa beş avukat görüşmesi gerçekleşebildi. O zaman da yedi maddelik bir çözüm perspektifi sundu. Orada toplumsal uzlaşı/Türk-Kürt uzlaşması, demokratik müzakere yöntemi, anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi, İmralı duruşu/pozisyonu ile onurlu barış ve demokratik siyaset çözümü gibi konulara bir kez daha açıklık getirdi. Bu temelde 7 Ağustos 2019 tarihli son avukat görüşmesinde, devlet aklı gereğini yaparsa çözüme hazır olduğunu, bir hafta içinde çözümü sağlayabileceğini deklare etmesine rağmen, verilen yanıt, avukat görüşmelerinin kesilmesi, mutlak tecrit ile askeri-siyasi operasyonların devamı, Kürt-Türk savaşının daha da derinleştirilmesi oldu. Sonuç, Türkiye’nin daha da geriye gitmesi ve çoklu krizlere sürüklenmesi oldu
Uluslararası komploya dayalı İmralı tecrit sistemine alındığı günden beri Sn. Öcalan, tecride karşı tutumunu, ‘Tecride Hayır, Barışa Evet’ olarak sloganlaştırmıştı. Yine tecridi “Hukuki ve siyasi seçeneklerin devre dışı bırakılması, askeri seçeneğin esas alınması” olarak tanımlamıştı. Maalesef, mevcut hükümet ve devlet yetkilileri, Sn. Öcalan’ın İmralı’da yirmi beş yıldır sürdürdüğü demokratik çözüm ve barış çabalarına hep tecrit ve tasfiye ile yanıt verdiler. Nihayetinde 25 Mart 2021 tarihinden itibaren mutlak iletişimsizlik ve haber alamama uygulamasına dönüştürülen tecrit durumu, Türkiye’ye büyük kaybettirdi. Hukuki ve siyasi seçenekten vazgeçme, askeri seçeneği esas alma anlamına gelen tecrit, çıplak zor ve güvenlikçi siyasete teslim olmakla, hem içeride hem dışarıda aslında kendi kendilerini tecrit ettirdiler. Sn. Öcalan’a yönelik mutlak tecrit politikası son tahlilde Hükümetin de içeride ve dışarıda tecridi ile sonuçlandı. Şimdi bu durumdan çıkışın arayışı içindeler ama bunun yolu da İmralı tecridini kaldırmaktan geçiyor. Ancak 23 Ekim 2024 tarihinde Adalet Bakanlığı izniyle gerçekleşebilen aile görüşmesi, tecridin kaldırıldığı anlamına gelmiyor. Zira Sn. Öcalan bu görüşmede, “Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” mesajını kamuoyuna iletti. Tecrit kaldırılıp koşullar oluşturulursa çözüme hazır olduğunu bir kez daha deklare etti.
‘Tecrit devam ediyor’
Hükümetten beklenen, tecridi kaldırması ve Sn. Öcalan’ın demokratik çözüm ve barış rolünü oynaması için gerekli koşulları sağlamasıydı, ama ‘TECRİT DEVAM EDİYOR’. Bunun anlamı şudur. İki yılda bir veya dört yılda bir aile görüşmesine izin verilmesi, tecridin ortadan kaldırıldığı anlamına gelmez. Zaten hemen ardından yeni disiplin cezasıyla aile görüş yasağı sürdürüldü, hakeza telefon ve avukat yasakları da olduğu gibi devam ediyor. Bu gerçeklik karşısında söylenecek her şeyin demagoji, yalan, hile, aldatma, tehdit ve tek taraflı dayatmadan öte bir anlamı yoktur. Son tahlilde tecrit devam ettiğine göre, henüz hukuki ve siyasi seçeneğin devreye konulduğu bir süreçten de söz edilemez. Ancak Sn. Öcalan ile tüm yasal görüşme ve iletişim kanallarının açılması, demokratik çözüm ve barış için rolünü oynayabileceği özgürlük, güvenlik ve sağlık koşulları oluşturulduğunda bir süreçten bahsedilebilir. Her süreç de öncelikle bir çatışmasızlık haliyle başlar ki, hâlihazırda böyle bir durumdan da söz edilemez. Zaten açıkça “mütareke yok, müzakere yok, süreç yok” diyorlar. O zaman geriye tek taraflı algı operasyonlarına dayalı demagoji, yalan, hile, aldatma, tehditlerle herkesi kendi mantalitelerine göre hizaya çekme zorbalığı kalıyor.
Sonuç olarak tek taraflı dayatmalarla, algı operasyonları, hile-aldatma, tehdit veya zorla barış olmaz. Barış iki taraflı olur. Ki Sn. Öcalan başından beri İmralı konumunu, “demokratik çözüm ve barışı sağlama” olarak belirledi. “Eğer hükümet ve devlet irade gösterirse ben buna hazırım. Benim burada yaşadığım devletle ya birbirimizi boğazlarız ya da demokratik çözüm ve barışı sağlarızdır. İmralı’daki duruşum budur, böyle anlaşılmalıdır” dedi. Bu temelde yirmi beş yıllık demokratik çözüm ve barış çabaları ortadadır ve bunlar devlet arşivinde de kayıtlıdır. Son aile görüşmesi mesajında da hala aynı konumda olduğuna işaret etti. Geriye devlet ve hükümetin buna doğru yaklaşım göstermesi, tek taraflı dayatmalardan, tasfiye ve çözümsüzlük politikalarından vazgeçmesi kalıyor. Bu da Sn. Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, özgürlük, güvenlik sağlık koşulları oluşturularak sorunu hukuki ve siyasi zeminde çözme rolüne işlerlik kazandırılmasını gerektirir ki bu herkesin, hatta hükümetin ve devletin de yararınadır. Kendi deyimiyle: “İmralı konumum stratejik barış, kardeşlik ve özgür birlikteliği esas alıyor. Türkiye halkı ve devletiyle onurlu bir barış temel amacımızdır. Bu çizgiyi ‘93’ten beri devletle dolaylı ilişkilerle, 2008 sonrası da müzakere temelinde hep geliştirmek istedik ve halen de bu çizgiyi sürdürüyorum. Ben burada ne yaptıysam demokratik çözüm ve barış için yaptım. Bu korktuğumuzdan, teslim olduğumuzdan değil, doğru bulduğumuzdandı. Bunu böyle anlamaz, onursuzluk ve teslimiyet dayatılırsa bunu da kesinlikle kabul etmeyiz. Esas aldığımız demokratik müzakere, sonucu da demokratik çözüm ve onurlu barıştır. Yıllardır bu amaç için yaşıyor ve tecrit koşullarına dayanıyorum. Umarım İmralı süreci demokratik çözüm ve onurlu barışla sonuçlanır. Bu gelişmezse yüzyılın kaybı olacaktır.”