“Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa demokratik çözüm” direnişiyle Türk ulus devleti mahkemelerde kararları kendi yüzüne okurken; Sincan direniş alanında 15 Mayıs’ı 16 Mayıs’a bağlayan gece Kürt Dil Bayramı’nı stranlar, dilanlar ve tilililerle kutluyorduk.
Mamik (Kürt bilmeceleri) yarışması, menzel menzel (oda oda) tura çıkmıştı. Zeynep Ölbeci birinci oldu. Zeynep Karaman mamiklerin kökleriyle uğraşıyordu. Komşularımız Meryem, Perwin, Ayşe mamik heyecanına eksik katılıyor olmaya hayıflanıyordu. Sevgili Nuriye bize 30 yıllık deneyimlerini aktarıyordu.
Daha bayram yorgunluğunu atlatamamış iken 16 Mayıs sabahı Aynur (Aşan) noterwandı (Zindan geleneğinde sırayla üstlenilen günün sorumlusu). Sabahın çayını demlemiş. Rojbaş ile kahvaltıyı bayram havasında yaptık. Gardiyan vazifesi gereği mahkemenin başlayacağını haber vermeye geldi.
Çeteci savcının hazırladığı iddianameyle üç buçuk yıla yakın bir süredir yargıladığı TC ulus devlet mahkemesinin sonuna gelinmişti. Katılması gereken de şahsın devletiydi. Alınacak karar da onun yüzüne okunması gerekiyordu doğal olarak.
Nitekim Erdoğan da kararın arifesinde “Geç gelen adalet, adalet değildir” diye veryansın etmişti. Şahsının devleti “geç gelen adaletsizlik, adaletsizlik değildir” der gibiydi. DAİŞ, Taliban, Siyonizm ve işbirlikçileriyle yarışta birinci olmaya çok acelesi vardı. Katliamcı zorun normalleştirilmesi hamlesine çarçabuk ulaşma heyecanı her yanını ele geçirmişti. Yargı pazara çıkarılmış (AKP ve MHP arasında) bir adaletsizlik bana, bir adaletsizlik sana…
Zindan direnişçileri olarak, adaletin önüne kimyasallar, tanklar, topların döşendiği şahsın ve boğazında büyüdüğü küçük ortağının Türk ulus devletine adalet öğretme çabasını elden bırakmadan Kurdistan’a döşenen adaleti örnek gösteriyorlardı.
Nuriye Adet (Nedime Xavlat, Şermin Demirdağ, Hicran Binici, Gülşen Adet ile birlikte) aynı gün 30 yıllık zulme karşı direnişi zindanda devirmiş biri olarak uyduruk İdare ve Gözlem Kurulu’nun kendini yargıladığı mahkemenin yine kararını kendi yüzüne okumasına izin verdi. Onlara yapacağı tek iyilik buydu. Önce kendini yargılayamayanların kimseyi yargılayamayacağını, kendini savunamayanların kimseyi savunamayacağı hakikatini onlara öğretme sorumluluğunu üstlenmeyi elden bırakmama erdemliğindeydi.
Altına imza atılacak karar
Asıl yargılanması gereken tek dil, tek millet olan ulus devlet faşizmidir; ulus devlet bir Gladyo örgütüdür; siyasi-militarist savaş yapılanmasıdır; ulus devlet katil yapılanmasıdır; tek dil, tek ulusun ki, o tekin içinde olmayanları soykırımla yok eden katildir; tüm zor aygıtlarını ele geçiren ulus devlet tüm farklılıkları ulus devlet terörü ile soykırıma uğratır. Bunu ters yüz ederek Kürt, Kurdistan, kadın, farklı dil ve kültürlerin kendi bireysel ve kolektif örgütlenmeleri, demokratik hakları için mücadele edenleri ‘terör’ olarak göstermektedir. Hatta ulus devletin kendi “milli ve yerli” terör yöntemlerini geliştirmekle övünecek kadar alçalmıştır. Gizleme gereği dahi duymaz.
Nitekim bir kağıt hurdasında “milli ve yerli” terör belgelerine ulaşabilirsiniz (yakılan, yıkılan binlerce köy, mahalle, ilçe ve faili belli cinayetler). Bundan daha utanç verici bir yapılanma olabilir mi? Tek adam diktatörlüğünün ulus devlet faşizmine karşı ortak direnişten başka kimsenin demokratik-eşit-özgür cumhuriyette yaşama ulaşma yolu kalmamıştır. Biz de sevgili Figen ve Dilek’le, sevgili Meryem, Ayla, Ayşe, Sebahat ve Gültan’ı jin jiyan azadîlerle uğurladık. Elbette sevgili Alp, Ali, Nazmi, Selahattin, İsmail, Bülent, Günay ve tüm direnişçiler de uğurlamaya katıldı.
Nerede olursak olalım, faşizme karşı serhildan tûriklerimizi omuzlarımızdan indiremeyecekler. Bijî berxwedana zindanan. Onurlu yarınlar bizimdir. Bu yarınlara erken ulaşmanın yolu mutlaka ama mutlaka Kobanê’de olduğu gibi ortak mücadeleden geçer. DAİŞ, Taliban, Siyonizm işbirlikçilerine karşı herkesi ortak onura katılmaya davet ediyoruz…