Hüseyin Bul
Sisyphos’tan bu yana ne çok taş sırtladık, olmadı bağrımıza taş bastık. Düştük yollara, sesimiz taşlaştı. Vardığımız yerde taşlandık, yolumuzu kaybettik, geldiğimiz yollar utandı. Pencerelerini kapattı gördüğümüz yüzler, karanlık çoğaldı. Sesimiz karanlık bir vadide yankılandı, üstüne alınan olmadı, dilimiz paslandı. Bir yanımız bu tarafında kaldı sınırın, sınırı geçen gölgemiz utandı. Göç!
Köyümüzde Petros Amca vardı, sessizliği bilgeliğindeydi. Az konuşurdu, şiir gibi konuşur, zamanı kıymetlendirirdi. Civardaki köyler dâhil bizim köydeki taş evlerin çoğunu Petros Amca yapmıştı zamanında. Çırağının sabrı gölgesi gibi kısaydı, dayımdı. Dayımın elindeki çekicin sesi diğer köylerden duyulmadı. Petros Amca duvara başlamadan taşlarla konuşurdu, dinlerdi. Taşın soğukluğunu içindeki acıya yorar elleriyle okşardı. Adeta acıyı üzerine alır acısını hafifletirdi. Taş yumuşardı. Taşı yontarken, fazlalığı acısıymış, derdi. Taşın kalbi!
Babamla çocukluk arkadaşıymış Petros Amca. Hamidiye Alayları’nın atları tozu dumana katıp köylerine vardıklarında babası dikilen idam direklerinden üç kulaç ötesindeki Bedri Amca’nın evinin duvarının dibinde terini siliyormuş. Kılıçların gölgesi sesinden önce vurunca taş duvara, Bedri Amca Petros Amca’yı köyümüze getirip ağzında sigarası eksik olmayan yedi düvele nam salmış neneme teslim etmiş. Babamla birlikte büyümüşler. Taşa kulak vermeyi o günden miras alır. Ördüğü taş duvarlar çekilen acıları anlatmak istercesine yıllarca ayakta kalır, yıkılmaz. Sıcağa ayrı, soğuğa ayrı kafa tutar, dinletir sözünü. Acıya karşı sözün gücü!
Taş ustalarının iki bin yıl önce Fırat Nehri’nden su taşıyarak inşa ettikleri, Humus çölünden geçenlere ve kadim milletlere alınlarının teriyle miras bıraktıkları “Çölün Gelini” Palmira Antik Kenti nice savaşlardan, kıyımlardan başı dik bu günlere gelmeyi başardı. Göçerlere, kervanlara, deveye hendek atlatanlara su veren, kapısını açıp yatağını seren Palmira, M.S. 2000’li yıllarda barbarların istilasıyla yerle yeksan oldu. Bu yağmayı görüp de durduramayacağını anlayan biri, bari bir kısmını kurtarayım diyerek sekiz büstü, antik kentten çıkarmak ister. Ne tarihi heykelleri ne de kendisini kurtarır; IŞİD’in insanlıktan uzak barbar ordusu, Mezopotamya’nın ortasında tarihe, uygarlığa, insanlığa meydan okuyan nidalar eşliğinde adamın kafasını kesip büstlerin yanında sergiler. Peşinden de büstleri tek tek parçalar. Taşın Yolculuğu!
“Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü.”
Ahmet Telli’nin yıllar önce dört duvar arasına hapsedilenin hâletiruhiyesini dile getirdiği dizeleri Ortadoğu’daki bu karanlığın ilerleyişini de çok güzel betimler. Yukarı Mezopotamya’da 12000 yıllık Hasankeyf ya da kadim halklardan Süryanilerin taşları oyarak yerleştikleri, korundukları ve barındıkları evlerinin, kentlerinin, mabetlerinin karanlığa gömülmesinin seremonisi. Güneşin doğduğu yerde batışının seremonisi. Kadim bir halkın yönünü döndüğü, önünde secdeye durduğu ışığın kayboluşu dünyanın oluşumundaki birinci evre aşılmış, iyilikle kötülüğün savaşında kötülük kazanmıştır. Artık ikinci evresindedir dünya; karanlık!
Aynı göğün altındaki komşu bir halk, güneşin suda boğulduğunu çekirdek çitleyerek izlerken, üç kulaç ötede Göbeklitepe’de arkeologlar boyunlarına taş asarak dikilitaşların üzerindeki toprağı yumuşak uçlu fırçalarla temizliyorlardı, taşların gölgelerine basmamaya dikkat ederek. Taşın, ağacın, tosbağanın, evin, caminin, kilisenin, manastırın, köprünün ve tarihin ve anıların ve geçmişin, geleceğin ve ezcümle insanlığın üzerinin suyla örtülmesinin tek bir anlamı olabilir, onu da yukarıdaki dizelerin sahibi Ahmet Telli şöyle açıklıyor: Su çürüdü!
İnka’lardan miras Peru’daki Machu Picchu’nun içindeki Güneş Tapınağı’nın kıyısında bulunan güneşi yörüngesinde tuttuğuna inanılan İnti Watana Taşı ya da nam-ı diğer Güneş Taşını yerinden söken olmadıysa Hasankeyf’teki güneşi kim batırdı?
Annemin beni ilk kucağına alıp, Munzur’u doğuran dağlara secde ettiği vatanım olan Dersim’de neredeyse düz ova yoktur. Her yer taştır. Tarla yoktur; taşlardan arındırılarak tarlaya çevrilmiş yer vardır. Yüksek dağlardan kopan taşlar yuvarlanarak adeta taş tarlası oluşturmuştur. Zemherinin soğuğundan ve güneşten yüzü kavrulan çalışkan ama bir o kadar da bahtsız yöre insanın taşları patates gibi toplayıp bir yerde üst üste yığmasına Qunç denir. Vaktiyle en küçük sorunlarını bile kendi aralarında çözemeyenlerin çareyi hükümete gitmekte arayanların önüne Pirlerce konulan bir taş duvardır Qunç. Kendi diline, kültürüne, imkânına, emeğine inanmayan, ağaya, paşaya, beye, karakola, kaymakama giderken qunç’un üzerine bir taş koysun diyerek üç beş taştan oluşan duvarın zamanla büyüyüp qunça dönmesidir. Taşın dile gelmesidir, evi işaret etmesidir. Qunç’un zamanla ziyarete dönüşmesinin adıdır inanç. Tereyağlı parxaçın qunçun yüzü suyu hürmetiyle paylaşılmasıdır.