Yönetmen Tarsem Singh’in ‘Düşüş’ filmi, hikâye içinde hikâye barındırır ve her hikâyesi de yaşamak ve tepki görmek ister
Film, 1915 yılı Los Angeles’ında dört yaşındaki Alexandria’nın (Catinca Untaru) dublör olarak çalışan Roy (Lee Pace) ile tesadüf sonucu tanışmasıyla başlar. Alexandria, ailesiyle beraber meyve toplarken portakal ağacından düşerek kolunu kırdığı için hastanedeyken, dublör olarak çalışan Roy sette yaralanarak hastaneye kaldırılmıştır. Üstüne üstlük aşık olduğu kadını kaybetmiştir. Yönetmenin Bulgaristan yapımı “Yo ho ho” filminden esinlenerek çektiği film, Roy’un küçük kız kullanmak amacıyla anlattığı hikâyeyle devam eder. Hikâye, Roy ve arkadaşlarını konu alır: Eski bir köle Otto Benga, bir savaşçı olan Hintli, patlayıcı uzmanı Luigi, Wallace adında maymunuyla gezen Charles Darwin, karnında kuşlar besleyen Mystic ve düşmanları Vali Odious. Yönetmenin 18 ülke ve 26 gerçek mekanda çektiği filmde, Roy’un dilinden dökülen hikâyeye Alexandria’nın büyülü bir şekilde resmedişiyle tanıklık ederiz. Roy mükemmel bir hikâye anlatıcısı, Alexandria ise harika bir dinleyicidir ve beraber görsel bir şölenin sunulduğu bir dünya inşa ederler. Aşağıda okuyacağınız söyleşide ise yönetmen Tarsem Singh, filmin yapım sürecine değiniyor ve Alexandria rolüyle dikkat çeken Catinca Untaru’yla ilgili açıklamalarda bulunuyor.
Filmde bilgisayar efekti kullanıldı mı?
Hiçbir bilgisayar efekti yok. Olduğundan fazlası görünen reklamlarda yaptığıma benzer görsel şeyler sadece. Son 17 yılda çekim yaptığım tüm yerlerde insanlara bunun ücretli bir iş olduğunu, reklam olduğunu, ancak bir gün geri döneceğimi ve yeri büyülü hale getireceğimi söyledim. “Baba” filminden bir replik kullanırsak; o bir iyilik yapıyor ve bir gün -ki ‘o gün asla gelmeyebilir’- karşılığında iyilik görecektir. 17 yılın ardından o gün geldi ve ben ortaya çıktım, bazı iyiliklerin karşılığını aldım, bazılarınınkini alamadım.
Filmi çekerken reklam işlerinize devam ettiniz. Filmde, reklam işlerinizde kullandığınız aynı ekip ve ekipmanı mı kullandınız
? Evet, evet, evet, evet. Aslında ilk filmimi üniversiteden profesörüm yaptı ve beraber birçok reklam çektik. Ancak son dakika değiştirmem ve asistanımı kameraman yapmam gerekti. Kızın neler olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Yalnızca bir belgesel çektiğimizi düşünüyordu. Nedense cast direktörü öyle bir bilgi vermiş. Kız Lee’nin Christopher Reeve gibi olduğunu, gerçekten de engelli olduğunu düşünüyordu. Aklıma bir fikir geldi ve erkek kardeşime şöyle dedim: “Bunu stüdyoda yapamayız. Gerçek bir mekanda yapılması gerekiyor.” Güney Afrika’da çekimi yaptığımız hastaneyi buldum ve ana ekibimden kurtulmak zorundaydım, çünkü 23 yıllık olay örgümü biliyorlardı. Kamera asistanımı kameranlığa terfi ettirdim. Daha önce hiçbir şey çekmemişti ancak onu 13 yıldır tanıyordum. Filmin ne hakkında olacağına ilişkin hiçbir fikri olmayan bir ekip bir araya getirdim. Senaryoyu Lee’nin başrolde olmayacağı, Romanyalı kızın babasının başrolde olacağı şekilde değiştirdik ve herkese “Lee yürüyemiyor” dedik. Herkese Lee’nin kaza geçirmiş ve felç kalan New York’tan bir tiyatro oyuncusu olduğunu söyledik.
Neden engelli bir karakteri oynayan birinin felçli numarası yapılması zahmetine girildi? Sonunda daha çok gerçeklik kattı mı?
Her şey bu şekilde gerçekleşmeliydi çünkü küçük kızın sihri gerekliydi. Ve kimsenin Lee’nin yatağına gideceği ve engelli şakaları yapacağı bir duruma gelinsin istemedim. Beden dili olarak bile kıza aksettirileceğini biliyordum. O yüzden kimse Lee’nin yürüyebildiğini bilmiyordu. Sonunda birçok insan “Bana güvenebilirdin” dedi. Ben de insanlara şöyle dedim: “Bunun güven ile alakası yok. Bu, 12 hafta için ihtiyacım olan atmosferle ilgisi var.” Kızı bulduğumda birkaç hafta içerisinde Lee’nin yerine başka birini bulmam gerektiğini biliyordum, çünkü dört ay içerisinde kızın farklı biri olacağını anlamıştım. İlk olarak kızın 4 yaşında olması gerektiğini söyledim. O yaştan sonra çocuk oyuncular Küçük Prenses’e dönüşüyor. Ancak İngilizce konuşamadığını öğrendiğimde 6 yaşında olmasıyla ilgili artık sorunum yoktu. Çünkü iletişimsizlik, onun bir dili anlamaya çabalıyor oluşu, onu daha doğal yaptı. Ancak öngöremediğim şey, bu kadar hızlı İngilizce öğrenmesiydi. 10 gün içerisinde Hint aksanıyla İngilizce konuşuyordu, çünkü benimle çok zaman geçirmişti. O yüzden Rumenleri getirtmek ve onlar aracılığıyla konuşmak zorunda kaldım. Bu onu biraz daha bilgisiz duruma soktu ki böyle olması daha iyiydi.