AKP iktidarının hazırlığını yaptığı Tarım Kanunu’na göre, çiftçiler bakanlıktan izin almadan hiçbir üretim yapamayacak. ‘Sözleşmeli üretim zorunluluğu’ getirilmek istenirken, gıda egemenliğinin tüm aşamaları ise şirketlerin eline verilmiş olacak
Yusuf Gürsucu
Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi geçtiğimiz ağutos ayında yaptığı açıklamada, AKP yönetiminin hazırlığını yaptığı bir sunumdan söz etmişti. Yapılan sunumda üretim planlaması için üretimden önce izin alınacağı ve sözleşmeli üretimin artırılması hedeflenerek, çay, toprak koruma ve arazi kullanımı, su ve mera kanunlarında değişikliğe gidileceğinin aktarıldığını belirtmişti. Tarımsal üretimin izne tabi tutulması, cezai yaptırımlar, ekilmeyen arazilere el konulmasını içeren ‘sözleşmeli üretim zorunluluğu’, tarım tekellerinin çiftçileri kiralık işçi ve maraba haline getirmesine yol açacak.
İzin alma zorunluluğu
Geçtiğimiz günlerde Bakanlıkta medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle bir araya gelen Kirişci, şu an herkesin tarlasına istediği ürünü ekebildiğini ve bu durumun yanlış olduğunu vurgulayarak, “Bu kabul edilebilecek bir şey değil. İzin alma zorunluluğu getireceğiz. İnat etti, izin almadı, bizim yapacağımız şey, mesela tarımsal desteklerden mahrum edeceğiz, planlı üretime zorlayacağız. Yapılması gereken yegane iş budur. Stratejik ürünlerde mutlak suretle sözleşmeli üretim zorunluluğu olması gerekiyor” değerlendirmesinde bulundu. Ayrıca tarımla ilgili bir “torba yasa” hazırlığı içinde olduklarını belirten Kirişci, bu çerçevede sözleşmeli üretim ve atıl tarım arazilerinin kiraya verilmesi konularında çalışmalar yaptıklarını söyledi.
Çiftçiyi koruyan madde yok
Tarım ve Orman Bakanlığı’nda taslak haline getirilen Tarım Kanunu’nun 13’üncü maddesinin (b) bendinde, “Salgın hastalıklar, tarım ürünleri ticaretinde yaşanan gelişmeler karşısında arz güvenliğinin sağlanması, tarımsal üretimin iç veya dış talebe uygun olarak ayarlanması veya bitki ve hayvan sağlığının korunması amacıyla, ihtiyaç halinde Bakanlık tarafından belirlenen ürün veya ürün grupları bu madde kapsamında sözleşmeli olarak üretilir” ifadesine yer veriliyor. Sözleşmelerin şirketlerle çiftçiler arasında yapılacak bir üretimde şirketler talepleri alırken azami kâr elde etmek isteyeceği muhakkak. Düzenlemede tarımsal üretimde ürünün ekim sürecinde belirlenen fiyatını şirketler oluşturup avansla (ayni yani tohum vd.) işe başlatılan çiftçi hasat döneminde ürün değerinin düşmesi halinde çiftçiyi koruyan bir madde yok.
Çiftçi kiralık işçi olacak
Türkiye’de tüccarların ve şirketlerin uzun yıllardır kurduğu tezgahla çiftçiler üretimin az olduğu dönemde o ürünü ekenlerin yüksek gelir elde etmesi karşısında izleyen diğer yıl o ürüne geçerek arz fazlası üretim sonucu zarar eder. Bu durum çiftçilerin adeta kaderi olurken, değişmeyen tek şey tüccarların ve şirketlerin her koşulda kazanıyor olmalarıdır. Bu sarmal düzen her yıl tekrarlanırken yönetenler bu duruma müdahale etmez ve sadece seyrederek çifçiyi köleleştiren durumu destekler. Bu durumu değiştirecek tek yol ise planlı üretime geçilmesi. İktidar planlı üretime geçiyoruz iddiasıyla giriştiği sözleşmeli tarım süreci ise çiftçiyi asgari ücretli kiralık işçiye dönüştürme sürecinden başka bir şey değil.
İktidarın planlı üretime geçiyoruz iddiasıyla giriştiği sözleşmeli tarım, çiftçiyi asgari ücretli kiralık işçiye dönüştürecek. Tarım Kanunu’nda yer alan, ‘Üretim kotasını Cumhurbaşkanı belirleyecek’ maddesi ise tarımda da tek adam modeline işaret ediyor
Piyasa mı, ihtiyaç mı?
Ayrıca taslakta belirtildiği gibi ‘dış talebe’ uygunluk iddiası da şirketlerin çıkarları için yapılmış bir vurgu. Tarım üretimlerinde ihtiyaç duyulan girdilerin başında tohum ve gübre gelmektedir. Bunun yanında tarımsal zehirlerin ve elektriğin tamamen şirketlerin kontrolünde olması iç ya da dış talebin şirketler tarafından oluşturulabileceğini göstermektedir. Çiftçinin elleri kolları bağlı bir düzen kurulmak istenmekte. Şirketlerin değil kamusal üretimlerin planladığı üretim süreçlerinde talep değil ihtiyaçlar temel alınır. Arz ve talep olarak nitelenen şey, rekabet halindeki piyasada ürünlerin fiyatlarını ve satışlarını açıklamak için kullanılan bir yaklaşımdır ve sadece sermayenin çıkarlarını içerir.
Tek adam karar verici!
Hazırlığı yapılan Tarım Kanunu’nda yer alan, “Lif, tohum ve sap üretimi ile tıbbi amaçlı kenevir yetiştiriciliği, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın iznine tabi olacak. Üretim kotasını Cumhurbaşkanı belirleyecek” maddesi ise çok ilginç. Bakanlığın elinden alınan üretim kotasının tek adam olarak nitelen Cumhurbaşkanı’na bırakılması bu noktada ciddi bir rantın olduğuna işaret ederken, rantın içeriği ise tartışmaya açık.
Gıda güvenliği yok edilecek
Sözleşmeli üretim modeli dünyada 1800’lü yılların sonlarından beri uygulanıyor. Sözleşmeli tarım üretimini ilk kez Japonlar Taiwan’da şeker üretimi için kullanırlarken, 1900’lü yıllarına başında Orta Amerika’da muz üretimlerinde uygulandı. Türkiye’de 1965 yılında Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) tarafından hububat tohumluğu üretiminde ve Türkiye Şeker Fabrikaları tarafından da şeker pancarı üretiminde uygulandı. Türkiye’de özel sektörün ilk sözleşmeli üretime geçişi ise 1970’li yıllarda salçalık domates üretimi ile uygulamaya kondu.
Tütünde sözleşmeli üretim
Herhangi bir tarımsal ürün çeşidinin tümünün sözleşme ile üretilmesi ise AKP’li yılların başladığı 2002’de tütün üretimini yok etmek için çıkartılan ‘Tütün Yasası’ ile yürürlüğe kondu. Sözleşme ile şirketlere bağlanan köylü, artık bilinen anlamda köylü değil, işvereni tüccarlar ve tarım tekelleri olan, maraba haline dönüştürülürken, tütün ithalata bağlanıp ekim alanları adeta ortadan kaldırıldı. Dünya tarım tekelleri sanayi bitkileri, ticari süreçler ve sözleşmeli çiftçilik uygulamasıyla tarım üretiminin her aşamasını kontrol etmekte. Türiye’de ise neo liberal politikaların hayata geçirilmesiyle birlikte tarım üretimlerindeki tüm süreçler tarım tekellerinin planlarına eklenerek, halkların gıda ihtiyacı ithalat yoluyla karşılanmaya başlandı.
Torba içinde her şey var!
Tarımda küçük ölçekli üretim sermaye birikiminin önünde bir engel olarak kabul edilmekte. Sözleşmeli tarım modeli ile üretim sürecindeki kontrol tümüyle sermayeye geçerken, sürekli zarar eden küçük çiftçi sözleşmeli tarıma razı ediliyor. Böylece tekelleşme pratik yolla sağlanmış oluyor. Şirketler çiftçi ile bir ürün için sözleşme yaparak, üreticiyi kendi uzmanlarıyla denetleyip, başlangıçta belirlenen fiyat üzerinden ürünü satın alacak. Çiftçiye üretimden önce ve sonra olmak üzere iki bölümde ödeme yapılacak. Ekim öncesi yapılacak ödeme ise ayni olacak ve bakanlık veya şirket istediği tohumu, gübreyi üreticiye destek adı altında verecek. Üretim sonunda ise nakti verilecek olan ödemeden ayni olarak verilen her neyse (tohum vd.) onun parası kesilecek. Yasa meclise torba içinde sunularak, aynı zamanda çay, toprak koruma ve ‘arazi kullanımı’ ile su ve mera kanununlarında da değişikliğe gidilecek.
Hedef şirketlerin egemenliği
Üretim sürecinde çiftçinin bakanlıktan onay alarak ne ekeceğinin belirlenecek olması, bakanlığın şirketlerin kolaylaştırıcılığı rolü ile çiftçileri sözleşmeli tarıma doğru bir zorunluluk içine itecek. Bakanlık bu uygulamayla gıda güvenliğini sağlama iddiasında bulunurken bu iddia halkın gıda ihtiyacını garanti altına almayı içermiyor. Buğday üretimi hiç yapılmayan Venezüella’da buğday üretme ve meyve ile sebze yetiştirileceği iddia edilen Sudan’da arazi kiralama yoluna giden iktidarın gıda güvenliğinden anladığı şey insanlığın, ulusların, halkların gıda egemenliğini tamamen yok ederek, egemenliği şirketlerin eline vermek.
Çay kanun taslağı
AKP iktidarının hazırladığı Çay Kanunu mecliste yeni hazırlanan torba içinde gelmeyi bekliyor. Hazırlanan Çay Kanunu’na göre çay sektöründe faaliyet gösteren işletmeler A, B ve C grubu işletmeler olarak gruplandırılarak çay üretiminin her aşamasının tekellerin kontrolüne verileceği kanunda gizlenmiyor. Sunulan teklifte, A veya B lisanslı işletmeler, ihtiyaç duydukları yaş çayı ‘sözleşmeli üretim ile temin edecekler’, her pazarlama yılı için sözleşmeli olarak temin edilmesi gereken ‘asgari yaş çay miktarı’ Bakanlık tarafından belirlenecek ve ayrıca ‘çay yetiştirilecek alanları’ ise Tarım ve Orman Bakanlığı tespit edecek.
Her şey şirketler için!
Tarımsal ürünleri işleme, ticaret, lojistik, tarımsal girdi (tohum, gübre, ilaç vd.), tarım makinalarını ve işlenmiş gıda üretim ve satışını tamamen ele geçiren tekeller, küçük çiftçiliği bitirme veya çiftçiyi kiralık işçi konuma sürüklemekte. Dünyada tarımın her noktası bir avuç tekelcinin elinde ve halkların gıda egemenliğini yok ederek tüm insanlığı köleleştirme peşindeler. Tarımsal üretimler üzerinden elde edilmek istenen sermaye birikim süreçlerinde en temel ihtiyaçlardan biri ise geniş bütünleşik tarım arazileridir. Bu bütünleştirme ya da toplulaştırma, yıkım politikaları ve çıkarılan yasalarla yasal zorunluluk haline getirilmişti.
Arazi kullanımı
Avrupa’da 1960’larda uygulanan Mansholt Planı ile tarım topraklarının tekellerin elinde toplanması sağlanmış ve bugün Avrupa’da tüm tarımsal destekler tarım şirketlerine verilirken, küçük üreticiler neredeyse ortadan kaldırıldı. Türkiye’de ve Avrupa’da verilen tarım destekleri karşılaştırılırken desteklerin kimlere ve ne amaçla verildiğinin tartışma dışı tutulması dikkat çekici. Küçük çiftçiliğin kökü kazınıp şirketlerin at koşturması planlanırken, tarımda bütünleşik arazilerin oluşturulmasıyla birlikte ve arazi kullanımı yasasında değişikliğe gidilecek. Bu adımlarla mono kültürel yani sadece şirketlerce belirlenmiş bir iki ürünün ekimine yol açılarak, halkların ihtiyaç duyduğu gıda ürününe ancak farklı bölgelerde ve ülkelerde üretilen ürünü şirketlerin kapısını çalarak elde edebileceği bir düzenin kaldırım taşları döşeniyor.
‘Şirket köyler oluşacak’
Eski Tarım Bakanı Mehdi Eker 2015 yılında, tarımsal üretimde 2013 yılında 17 milyar dolar kayıp yaşandığını ifade ederek, tarım arazilerinin toplulaştırılması kanununa bu yaklaşımın temel oluşturduğunu söylüyordu. Bakan, “Ya şirket köyler oluşacak ve toprak sahipleri şirketlere ortak olacak ya da toprak sahipleri toprağı bir bilene devredecek” diyordu. 2014 yılında çıkan 5403 sayılı ‘Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununu ve uygulama yönetmelikleri’ gereğince miras kalan tarla paylaşımında; mirasa konu tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazilerin mülkiyetinin tamamının devredilmesi hedeflenirken, sözleşmeli tarımla bu sürecin hızlanacağını görmemiz gerekiyor.
Miras hukuku değişti
Miras hukukunda yapılan değişiklik ile 10 dekardan küçük bahçeler üretim alanı olmaktan çıkarılıp (Çaylıklar, zeytinlikler vd.), tarımsal desteklerden faydalanmalarının önünün kesilmeye hazırlanıldığı günümüzde, çay bahçelerinde ve zeytinliklerde bu nedenle üretim yapılamaz hale gelecek ya da ‘toplulaştırma’ ile araziler belli ellerde toplanacak. Öncelikli olarak çay, fındık ve zeytin bahçe toplulaştırılıp küçük çiftçilik bertaraf edilerek bu alanların gerektiğinde farklı amaçla kullanımı da yasal anlamda sağlanmış olacak. Diğer taraftan 3 dekardan küçük sera üretimleri de desteklerden yararlanamayacak.
Araziler ölçeklendirildi
Tüm il ve ilçelerde değişiklik gösteren ölçeklerde tarım arazilerinin kaç dekardan küçük olamayacakları net rakamlarla belirlenerek dört kategoriye ayrıldı. Sulak arazi, susuz arazi, dikili arazi ve seralar. Ortalama sulak arazi için 90 dekar, susuz arazi için 200 dekar, bahçeler için 10 dekar ve seralar için 3 dekar ölçeklerden küçük ölçekli olanların desteklerden yararlanamayacağı bir koşul haline getirildi. Bir yurttaşın örneğin sulak olmayan 350 dekar arazisi var ve bu araziyi 2 çocuğu arasında pay etmek istiyorsa bu gerçekleşemeyecek. Çünkü 175 dekar arazi belirlenen 200 dekar araziden daha küçük! Bu durumda arazi üzerinde anlaşma yapılıp bir kişinin üretime devam etme koşulu oluşmazsa araziyi Valilikler veya Kaymakamlıklar satışa çıkarabilecek.