Türkiye, 1980’lerin başından beri IMF ve Dünya Bankası’nın öncülüğünde, uluslararası sermayenin çıkarlarına göre biçimlendiriliyor. Bu sürecin en somut örneği 24 Ocak 1980 kararlarıdır. Bu kararlar, 1970’li yıllarda belirginleşen neoliberal politikaların IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla azgelişmiş ülkelere dayattığı istikrar ve yapısal uyum programlarının bir ürünüydü.
Türkiye’de neoliberalizm 12 Eylül darbesinin 24 Ocak kararlarını koruması altına almasıyla başladı. Tarıma yönelik politikalar, istikrar programlarına bu süreçte girdi. 1980’li yıllardan bu yana tarımda uygulanan politikalarla bir dizi değişim ve dönüşüm süreci yaşandı. Devletin 1950-1980 yılları arasındaki tarımı destekleyen tavrı değişti; destekleme alımları, girdi ve kredi sübvansiyonlarından oluşan rolü küçültüldü.
2000’li yılların en kapsamlı yapısal dönüştürme programı Dünya Bankası aracılığıyla tarımda uygulandı. Bankanın hazırladığı Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP) tarımdaki tüm fiyat, girdi ve kredi desteklerinin kaldırılarak, üretimle bağlantısı olmayan doğrudan gelir desteği (DGD) sistemine geçilmesini, tarım birliklerinin işlevsizleştirilmesini, bazı ürünlerde kota uygulamasını, bazılarında ise üretim alanlarının daraltılmasını içeriyordu. Projenin uygulamadaki etkileri tarım sektörü için yıkıcı sonuçlara yol açtı. Bunlar; tarımda hızlı çözülme, mülksüzleşme, işçileşme, kırdan kente göç, tarımdaki dağıtım, pazarlama ve ar-ge etkinliklerinin yerli ve yabancı tekellere devri olarak sayılabilir.
Kırı tasfiye süreci
►AKP döneminde bir değişim söz konusu mu, IMF’ye her fırsatta meydan okurken tarımda IMF programı uygulanmaya devam mı edildi?
2000’li yılların başından bu yana uygulamaya konulan ve bölüşüm ilişkilerini sermaye lehine biçimlendirmeyi hedefleyen politikalar değiştirilmeksizin AKP tarafından da uygulandı. Küçük ve orta ölçekli tarım işletmeleriyle yapılan aile çiftçiliğinin, büyük ölçekli işletmeler ve şirket tarımıyla ikame edilerek bitirilmesini amaçlayan politikalar izlendi. Hayvancılıkta da büyük işletmeleri önceleyen, koruyan ve kollayan bir destekleme sistemi uygulandı. Bu süreçte tarımı piyasalaştırma ve kırı tasfiye süreci hız kazandı.
►Neden gıda sorunu yaşıyoruz, üretim mi azalıyor?
1980’li yıllardan başlayarak uygulanan politikalarla devlet-köylü ilişkisinin yerini sermaye-köylü ilişkisi almaya başladı. IMF-Dünya Bankası patentli programlar küçük üreticiliğin çözülme sürecini hızlandırdı. Küçük ölçekli çiftçiler üretimden çekilirken, yerini tarım şirketlerine dayalı bir yapı almaya başladı. Oysa küçük çiftçi tarımı gıda egemenliğinin güvencesini oluşturmaktadır.
2000’li yıllar küçük üreticilerin yoksullaştığı, mülksüzleştiği ve işsizleştiği bir dönem oldu. Üretiminden para kazanamayan küçük ölçekli işletmeler için tarım, geçimlerini sağlayacak bir ekonomik faaliyet olmaktan çıktı. Günümüzde tarımla uğraşan nüfusun üçte ikisinden fazlasının yıllık geliri 2 bin doları bile bulmuyor. Yoksullaşan çiftçiler tarımdan koptu, tarlalar ve meralar boş kaldı. Bu dönemde çiftçilerin yüzde 20’si tarımdan vazgeçti, 3.2 milyon hektar arazi boş kaldı. Tarımın istihdamdaki payı yüzde 35’den yüzde 19’a geriledi.
►Peki iktidarın ‘tarımı destekleme’ konusunda iddiaları var. Üreticiye verdikleri desteklerden söz ediliyor. Bunlar gerçek dışı mı?
Kırda tutunabilen çiftçiler için uygulanan popülist politikaların yanı sıra bu uygulamaların yandaş medya aracılığıyla sürekli ve abartılı bir şekilde propagandası yapıldı. Tarımsal destekler giderek daha fazla başlık altında ödenerek, tarım daha fazla destekleniyor havası yaratıldı. Buna karşılık, çiftçiye verilen nakit desteğin -2018 yılında- 5 katı faiz ödemeleri olarak yerli ve yabancı rantiyeye ödendiği halde, bu gerçek halktan gizlendi.
Tarımda koruma ve müdahale bir zorunluluktur. Aksi halde çiftçiler girdi satın alırken ve/veya ürünlerini satarken, piyasa koşullarından dolayı çift yönlü sömürüye açıktırlar.
2006 yılında yürürlüğe giren Tarım Kanunu’nun 21. maddesine göre, milli gelirin en az yüzde 1’inin tarımsal desteklemeye ayrılması gerekmekte iken, bu rakam yüzde 0.5- 0.6 civarında gerçekleşti. Tarım Kanunu’na göre 2007-2018 yılları arasında tarıma 224 milyar lira destekleme ödemesi yapılması gerekiyordu. Şu ana kadar ödenen destekleme miktarı 103 milyar liradır. Yani devletin destekleme ödemelerinden dolayı çiftçiye 121 milyar lira borcu bulunmaktadır.
►Peki tarımdaki çöküşün sonuçları neler?
Tarıma yönelik destekleme kurum ve araçlarının tasfiyesini/işlevsiz hale getirilmesini, tarım desteklerinin azaltılmasını, tarım alanındaki KİT’lerin özelleştirilmesini/tasfiyesini, TSKB’lerin etkisizleştirilmesini amaçlayan IMF-Dünya Bankası patentli politikalar, 2000 yılı başından bu yana tavizsiz bir şekilde uygulandı.
►Dışa bağımlılıkta ne durumdayız?
Türkiye üretim yerine ithalatı teşvik eden politikalarla tarım dış ticaretinde net ithalatçı konumuna geriletildi. Son 15 yılda toplam 189 milyar dolarlık tarımsal hammadde ve gıda ürünü ithalatı yapıldı. Bu kapsamda 50 milyon ton buğday, 23 milyon ton soya, 16 milyon ton mısır, 12 milyon ton pamuk, 9 milyon ton ayçiçeği, 5 milyon ton pirinç ithal edildi. Pamuk ithalatına 20, buğday ithalatına 13.7, soya ithalatına 10, ayçiçeği ithalatına 5, mısır ithalatına 4, pirinç ithalatına 2.3 milyar dolar ödendi.
İthalatın başladığı 2010 yılı Ağustos ayından bu yana 3.9 milyon büyükbaş, 2.8 milyon koyun-keçi olmak üzere toplam 6.7 milyon baş canlı hayvan ve 275 bin ton kırmızı et ithal edildi. Yerli üreticilerimizin iflası pahasına yapılan bu ithalat için 7,1 milyar dolar ödenmesine rağmen fiyatlar düşürülemedi.
►Çözüm yok mu?
Sonuçta küçük ölçekli işletmelerin tasfiye olmalarına karşılık, görece büyüklerin ve tarım şirketlerinin ağırlığı artmaya başladı.
Tarım/gıda sistemi uluslararası sermayenin çıkarlarına göre şekillendirildi. Çiftçilerin, üreticilerin, tüketicilerin gıda egemenliği şirketlere devredildi. Tarımın bu sarmaldan kurtulabilmesi; kendi insanımızın ihtiyaçlarına ve ülkenin özgül ekolojik koşullarına göre, neoliberalizme karşı emekçilerin ortak mücadelesinin bir parçası olan tarım emekçileriyle birlikte planlanmış; üretim odaklı bir programın uygulanmasına bağlıdır.
Türkiye’nin her alanda büyümesinin motor gücü tarım ve tarıma dayalı sanayidir. Döviz harcamalarının azaltılması, Türkiye’nin elindeki dövizi dışarıya kaptırmaması için tarımsal üretim çok önemlidir. Tarımsal üretimi artırarak, ithalatı düşürerek dışarıya döviz aktarımı azaltılabilir. Petrolde, elektronikte, bazı yüksek teknoloji gerektiren temel makine ve kimya ürünlerinde ithalatı dolayısıyla dövizi belki kısamazsınız. Ancak tarımda üretim yaparak birçok kalemde döviz çıkışı önlebilir. Üretim ithalatı azaltır: Marmara, İç Anadolu bölgelerinde ciddi bir üretim planlamasıyla yağlı tohumlu bitkilerin ithalatı azaltılabilir ve yılda 3-4 milyar dolar döviz çıkışı önlenebilir. Yine İç Anadolu bölgesinde nohut, fasulye ve mercimek üretimi desteklenerek yılda 400-500 milyon dolarlık tasarruf yapılabilir. Meralara su ve gübre götürülerek üretim planlamasıyla yılda 1 milyar doları aşan kırmızı et ve hayvan ithalatı önlenebilir.