Galip Ensarioğlu kayyuma karşıymış. Evet öyle demiş. Onlarca akrabasını kayyum döneminde işe aldıran kişi kayyuma karşıymış. Kürt halkının iradesi gasp edildiğinde keyfi gelen, keyiften ağzı kulaklarına varan kişi kayyuma karşıymış
Herdem Fırat
2024 yerel seçimleri sonrasında AKP-MHP iktidarı başarısızlığını hazmedemeyip gözlerini muhalefetin özellikle DEM Parti’nin kazandığı belediyelere çevirdi. Daha seçim sonuçlarının üzerinden 24 saat geçmeden Wan’da mazbata problemi çıkardı. Bunda büyük bir tepkiyle karşılaşınca geri adım atmak zorunda kaldı. Ancak daha sonra Colemêrg Belediyesi’ne kayyum atayarak bu politikasında ısrarcı olacağını da göstermiş oldu.
DEM Parti’nin kazandığı Colemêrg Belediyesi’ne kayyum atanması sonrası ilk defa muhalefetten de büyük bir tepki gelişti. Hatta bazı genel başkanlar ve heyetler Colemêrg’e gittiler. Kayyum atanmasının hemen ertesinde Colemêrg’teydik. CHP heyetinin de kente geldiği ve valilikle de görüşme yaptıkları söylendi. Heyet, DEM Partililere ve kentin ileri gelenlerine şunu söylüyorlardı: “Valilikle yaptığımız görüşmede valinin de bu durumdan rahatsız olduğunu gördük.” Yani onlara göre vali kayyum olarak atanmak istemiyordu. Aslında gerçek hiç de öyle değildi. Colemêrg’te özel bir politika yürütülüyordu ve mevcut vali bunun için önceden hazırlanmıştı. İktidar kendisi gibi düşünmeyen birini asla Colemêrg gibi bir yere vali olarak atamaz. Buna çocuklar bile inanmaz. Ama gerçek arada kayboluyor işte.
Biraz daha ileri gidip kimileri valinin “Ben kayyum olmak istemiyorum ancak yönetim böyle olmasını istiyor. Bu durum beni de zorluyor” dediğini de söylüyorlardı. Hatta ileri gidip kayyumu valiye kurulmuş bir kumpas olarak değerlendirenler bile vardı. Gerçekte ise ‘istemem yan cebime koy’ diyordu. Kayyum olmak bu dönemde herkese nasip olmazdı. Bunun doğru olmadığını önceki dönem zaten gösteriyor. Aynı vali daha öncesinde Colemêrg’e atandığında bir yıl boyunca kayyum olarak görev yaptı. Hiç de rahatsızlık duyacak bir durum olmamıştı. Eğer ki biri halkın iradesine saygı duyuyorsa o makama oturmaz, istifa eder. Bu kadar basit bir şey. Ama mesele o değil. İyi polis-kötü polis politikasını devreye koyarak valinin kayyum olarak atanmasını kabul ettirmektir. Valiyi halkın gözünde şirin göstermektir. Sanki düğünleri bastıran, yöresel giysileri yasaklatan, zozanlara giriş çıkışları yasaklatan, doğanın tahribatının talimatını veren aynı vali değilmiş gibi.
Şimdi bu olayın bir benzeri Amed’de yaşanıyor. Bilindiği üzere daha önce Wan’da kayyum olarak görev yapan vali Amed’e atandı. Wan’da Kürt halkına ve Kürtçeye tahammülsüzlükte sınır tanımayan kayyum-vali Amed’e atandıktan sonra ilk icraatı yollara yazılan Kürtçe yazıların silinmesi talimatını vermek oldu. Tahammülsüzlükte seviye atlatan valileri çok bilinçli olarak Kürdistan’a gönderiyorlar. Kayyum-vali Amed’e atanınca “Acaba Amed belediyesine kayyum mu atanacak?” soruları sorulmaya başlandı. Elbette iktidar yaptığı son açıklamalarla belediyeleri tehdit etmeye devam ediyor. SGK borçlarının ödenmemesi durumunda haciz işleminin yapılacağı tehditleri vb gibi açıklamalar genel olarak muhalefet belediyelerinin hedefte olduğunu zaten gösteriyor. Ancak bir taraftan da hedef şaşırtmaca var.
Geçen gün birkaç arkadaş ile oturmuş sohbet ediyorduk. Konu kayyum meselesine geldi. Masadaki bir arkadaş dedi ki, “Amed’e kayyum atanmayacak.” Neden diye sorduğumda şöyle söyledi: “Geçen AKP’li biri demiş ki, Galip Ensarioğlu AKP ile anlaşmış. Amed’e kayyum atanmasını doğru görmediğini bildirmiş. Onlar da bunun üzerine kayyum atanmayacağının göstergesi olarak bir sözleşme imzalamışlar.” Yani kısacası Galip Ensarioğlu kayyuma karşıymış. Evet öyle demiş. Onlarca akrabasını kayyum döneminde işe aldıran kişi kayyuma karşıymış. Kürt halkının iradesi gasp edildiğinde keyfi gelen, keyiften ağzı kulaklarına varan kişi kayyuma karşıymış. Belli ki bu adama özel bir görev verilmiş. Colemêrg gibi bir zemin hazırlayıp kayyum atandığında “biz istememiştik, bize bakmayın” deyip sorumluluğu üstlerinden atmak istiyor. Sonrasında daha rahat kaymağını yer. Bu söylemlerle insanların akıllarında kuşkular yaratıp bir direniş gelişmesinin de önü alınıyor.
Dün bu kişi son günlerde Kürtçe halay ve yazılama tahammülsüzlüğü ve baskı politikaları üzerine bir açıklama yapmış. İktidarın politikalarını eleştireceğine suçu ‘kandırılmış’ gençlerde buluyor.
“Biz bu gençlere diyoruz ki, sizi nefretin, düşmanlığın, terörün, kaosun ve kardeş düşmanlığının propagandasına alet etmeye çalışanlara asla geçit vermeyin. Biz kardeşliğin, sevincin ve beraberliğin türkülerini söyleyeceğiz. Kadim devlet geleneğimizde olduğu üzere “insanı yaşat ki devlet yaşasın” kaidesi bizim yol haritamızdır. 22 yıldır Ak Parti’nin siyaset felsefesi bu olmuştur. Ve bu ilkeden ayrılmadan Cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde “Büyük ve Güçlü Türkiye” mücadelemiz devam edecek. Yalan, iftira ve manipülasyon yöntemlerine pirim vermeyiz, eyvallah da etmeyiz.”
Nerden baksan tutarsızlık. Devlet hangi insanı yaşatmış da haberimiz yok. Ne terörü, ne kaosu, ne düşmanlığı. Bunların hepsini yapan bizzat mensubu olduğu iktidardır. MHP’nin cinayetlerine ‘terör’ diyebiliyor mu bu zat? Sokak ortasında katledilen anneler, çocuklar, gençler için ‘terör’ olayı diyebiliyor mu? Hayır diyemez. Ancak savunmasız insanlara terör diyebiliyor. Halay çekilirken düğünlere baskın yapacaksın: müzisyenleri, halay çekenleri zindana atacaksın, sonra da suçu onlarda bulacaksın. Galip Ensarioğlu Amed zindanını ne bilsin. Bilseydi, bir işkence merkezinin kültür merkezine dönüşmesine karşı çıkardı. Acının üzerinden tepilemeyeceğini bilmek için acıyı hissetmek gerek. Ancak Galip Ensarioğlu’nun hissettiği tek şey daha fazla para kazanmaktır. Onun için para kazancı azaldığında acı hissedilir.
Açıklamanın bir diğer kısmında da şöyle diyor: “İzaha kavuşturmamız gereken ve çarpıtılan hakikat şudur: Terör örgütünün propagandası sayılacak müzikle halay çeken gençlere “Ölürüm Türkiyem” şarkısının sanki bir cezalandırma aracı olarak kullanılmasıdır. Bu tavrın karşı milliyetçiliği besleyeceği endişesini taşıyoruz. Tıpkı bundan 44 yıl önce Diyarbakır Cezaevi’nde zorla, dayakla ve şiddetle dinletilen ve söyletilen şarkıların, marşların bu vatanı sevdirmekten ziyade nefreti ve düşmanlığı körüklediği gerçeğinde olduğu gibi.”
‘Ölürüm Türkiyem’ şarkısının ‘sanki’ cezalandırma aracı olarak kullanılması, ne demek. Bizzat İçişleri Bakanı bunu yapanları kutlamadı mı? Onlarla gurur duyduğunu açıklamadı mı? Daha neyin derdinde bu zat? Belli ki Kürtler nezdinde imajı zaten bozuk olan ve daha da bozulan İçişleri Bakanı’nı masum göstermek istiyor. İmajı tazelemek istiyor. Bir de ona göre sorun işkencenin kendisi değil, bu dönemde yapılmış olmasıdır. Kürtçeden çalınan bir şarkının işkence aracı alarak kullanılması yanlış bir şey değil, Kürtlük bilincinin uyanmasına neden olabileceği için sakıncalıdır. Evet bu zatın açıkladıkları bunlar.
Bu tipolojik kişilerin varlığı halkların en fazla acı çekmesinin nedenidir. Çünkü her faşist iktidar bir yere kadar mücadele edip daha sonra barışmak durumundadır. Ancak bu kişiliklerin varlığı barışı da zorluyor. Çünkü çıkarları gereği barış olmasını, sorunların çözülmesini istemezler. Kayyumu en fazla isteyen bunlardır. Kürt halkının özgürleşmesini en fazla istemeyen bunlardır. Çünkü özgür bir halk gerçeğinde bunlara yer yoktur.
Kürt’e düşmanını sevdirme görevini üstlenmiş Galip Ensarioğlu eğer gerçekte Kürtçeye ve Kürt değerlerine sahip çıkıyorsa gitsin, mensubu olduğu Meclis’te Kürtçenin tutanaklara neden ‘X’ olarak geçtiğini sorgulasın. Tabii kendi partisine bir şey söyleyemeyince dönüp dolaşıp suçu yine Kürt’te buluyor. Galip Ensarioğlu tarihsel bir vâkıadır. Gerçeği tersyüz etmekle görevlendirilmiş bir vakıa…