Pandemi karantinası 21 Mart’ta Newroz’un, 12 ve 19 Nisan’da Paskalya Bayramı’nın evde kutlanmasına yol açtı. Kürt halkı sembolik ateşlerle ve çok küçük gruplarla Newroz kutlarken hepimizin hafızasında birkaç yıl önce tanık olduğumuz kitlesel kutlamaların heyecanı vardı. Keza Paskalya kutlamaları da cemaatsiz ayinlerle, TV ekranlarından yansıdı yaşamımıza. Oysa daha bir yıl önce Samandağ’ın Zeytuniye köyündeki kutlamanın hatırası dün gibi tazeydi zihnimizde. 67 yıllık ömrümde o coşkuyu daha önce tek bir kez, 2000 yılında Ermenistan’da, Bıcni köyünde yaşamıştım. İlk kez bayramın nasıl bir halk şenliği olduğunu o kutlamada idrak etmiştim. İstanbul’da Hıristiyan olsun, Müslüman olsun, tüm bayramlar salt dinsel boyutuyla kutlanırken, Bıcni’de veya Zeytuniye’de olayın folklorik boyutunu yaşamıştım.
Sırada 24 Nisan Ermeni Soykırımı’nın kurbanlarını anma günü var. O da diğerleri gibi ilk kez halkın kitlesel katılımından yoksun olarak gerçekleşecek. Yerevan’da ve daha pek çok kentte, soykırım kurbanlarının anısına ithaf edilen anıtlara sembolik ziyaretler yapılacak. O kalabalıkların arasına katılmak, günün anlamını topluca paylaşmak yerine, evlerimizde, ekran başında izleyeceğiz devlet büyüklerinin veya toplum önderlerinin saygı duruşlarını. Önce Taksim Meydanı’nda küçük bir katılımla başlayan, ardından yıllar içinde İstiklal Caddesi’nin önce girişine, daha sonra sonuna, Tünel Meydanı’na, en nihayet de Şişhane metro istasyonu girişine ötelenen, yıllar içinde kitleselleşen anma toplantısının bu yıl nerede yapılacağı tartışılmayacak örneğin.
Ardından 1 Mayıs İşçi Bayramı geliyor. 1977 yılından bu yana devletin CIA adlı uluslararası terör örgütü ile işbirliği içinde sahnelediği en önemli provokasyonlardan biri olarak değerlendirdiğimiz operasyonu bir kez daha dillendireceğiz. Hatta konu açılmışken, yine devlet eliyle gerçekleştirilmiş diğer provokasyonlara, ne bileyim 6-7 Eylül 1955 Pogromu’na, Maraş Katliamı’na dair anımsamalarda da bulunacağız. Bilindiği gibi General Sabri Yirmibeşoğlu yıllar sonra 6-7 Eylül Pogromu’nun ‘Özel Harp Dairesi’nin çok başarılı bir uygulaması’ olduğunu övünçle itiraf etmişti. Gerçi henüz Maraş Katliamı için benzer bir itiraf duyulmadı ama olaylar öncesi şehre gönderilen Milli Piyango satıcısı kılıklı MİT ajanlarının, ülkücü çetelerin varlığı da kimse için sır değil.
Doğal olarak Mayıs ayının da pandemi karantinasına mahkûm olarak geçeceğini öngörebiliriz. Hıdırellez ve hemen ardından Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm yıldönümleri de ev içlerinde, sadece sınırlı bir medyanın anımsaması ile geçecekler bu yıl.
Ne denebilir ki, corona virüsünün iktidara sunduğu nimetlerden biri de bu olsa gerek. Yukarda anımsadığımız tarihlerin her biri, bugünkü hükümet üzerinden bütün bir Cumhuriyet tarihinin kötü sicilini konuşacağımız anmalar bütünüydü. Bu yıl o nahoş anımsamalara muhatap olunmayacak. Geriye bankasından mobilya satıcısına, kolalı içecekten bisküvi üreticisine, tıraş bıçağından deterjan pazarlayana değin tüm reklam verenlerin ‘Türkiyem’ vurgusu ile ekranlardan köpürtecekleri milliyetçi güzellemeler kalacak. Hem de tüm bunların Ramazan ayında yaşanacağını düşününce, ülkenin egemen siyasi argümanı olan ‘Türk-İslam sentezi’nin en dizginlenemez propaganda dönemini yaşayacağız.
Kimi iyimserler, son Ceza İnfaz Yasası’ndaki adaletsizlikleri dile getirirken toplum vicdanının incindiğinden bahsediyorlar. Allah aşkına hangi toplumun hangi vicdanından söz ediyoruz? Daha doğrusu böylesi bir propaganda baskısı altında hangi toplum evrensel insani değerleri koruyup vicdanının sesini duyabilir ki? En basit örnekleme ile, Nazizm’in etkin olduğu yıllarda sadece Alman toplumu değil, Polonya, Çekya, İtalya, Fransa, Balkan coğrafyası da dahil olmak üzere tüm Avrupa ulusları antisemit bir histeriye kapılmadılar mı?
Eğer bugün o ülkeler geçmişin kirinden sıyrılmaya çalışıyorlarsa, ellerindeki tek temiz unsur geçmişte aslanların önüne attıkları devrimcileridir. Fransa’nın, Yunanistan’ın utançlarını gölgeleyebilecek tek anlatı, faşizme karşı savaşta asla yılgınlığa düşmeyen sosyalist evlatları ve onların kotardığı direniş hareketidir. Yarınlarda yurdum insanı da bugünkü aymazlığını anımsamak için şimdilerde zindanlarda tutsak ettiği, ölüm oruçlarında erimelerini duyarsızca izlediği, devlet propagandası ile ‘terörist’ olarak itham ettiği evlatlarına sarılacaktır.
Salt bugün değil, bütün bir insanlık tarihi ikiyüzlülüklerle doludur. Hazreti İsa’yı işkenceler altında Kolkota tepesine sürenler, bugün onun ölülerden dirilişini kutluyorlar.