AKP-MHP ittifakı iktidarını kaybetmek korkusuyla tüm akli melekelerini kaybetmiş. Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyen tüm muhalifleri tutukluyor. Ne kadar tutuklarsa o kadar otoritesini ve iktidarını sürdüreceğini sanıyor. 20. yüzyıl faşist iktidarlar ve önceki yüzyıllardaki despotlar gibi düşünüyor. Eskiden kalma bir zihniyete sahip olduğundan tek anladığı yönetim biçimi bu.
HDP’lileri her gün tutuklamaya devam ediyor. Artık gençlerin, kadınların ve demokratik siyasetçilerin yanında Beyaz Tülbentli yaşlı anaları da tutukluyor. ESP bu iktidara karşı açık muhalefet yaptığı için HDP’liler gibi hedef tahtasına konulmuş durumda. Van’da helikopterden atılanları haber yapan gazetecileri de tutukladı. Barolar ve Türk Tabipler Birliği yöneticileri ve üyeleri tutuklanma ile tehdit ediliyor. Bu iktidar için aleyhte bir söz söylemek yasak. Zaten İçişleri Bakanı ağzını açanı tutuklarım tehdidini her gün sürdürüyor; tüm konuşmaları bu anlama geliyor.
Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli ve Süleyman Soylu Kürt destanındaki Dehak olmuşlar. Onanmaz bir hastalığa yakalanmışlar. Dehak için her gün gençler öldürülür ve beyinleri yaralarına sürülürmüş. Gençlerin sürekli öldürülmeleri toplumda öfkeyi biriktirmiş, sonunda Demirci Kawa’nın öncülüğünde Dehak’ın sarayı yerle bir edilmiş. Bugün de Erdoğan, Bahçeli ve Soylu her gün onlarca insanın tutuklanmasını istiyorlar. Böylece ayakta kalacaklarını düşünüyorlar. Öyle baskı kuruluyor ki, toplum başını kaldıramasın! Tüm diktatörlerin ve faşist iktidarların kullandığı yöntem. Ancak bu yöntem belli bir dönem işe yarar gözükse de çoğunlukla hüsranla sonlanmıştır. Halk ayağa kalkmış, bu despotları süpürüp atmıştır. Çünkü öfkesi birikip patlayan halkın önünde hiçbir güç duramaz.
Tutukluyor da tutukluyor. Artık seçme de yok. Önüne geleni tutukluyor. Böylece normal bir insan sıra bana da gelir diye konuşamayacak. Öyle ki, artık kahvelerde ve kafelerdeki siyasal söylemler bile susacak. Aslında kahvelerde ve kafelerde siyaset konuşmak da bu kültürün bir parçası. Kahvede ve kafede siyaset konuşulmazsa oraların da hiçbir tadı kalmaz. Belki çoğunlukla yüzeysel konuşmalardır, toplum içindeki tepkilerin bireyler süzgecinden geçip dile gelmesidir. Yüzeysel de olsa buralar siyasi sohbetlerinin mekanıdırlar da aynı zamanda. Şimdi Erdoğan, Devlet Bahçeli ve Soylu bunları da susturmak istiyor. Bu durum bu ruh üçüzlerinin korkularının ne düzeye vardığını gösterir.
İçerdeki bu baskılar, dışardaki hamaset ve savaş politikası aynı amacın parçasıdırlar. Muhalefeti baskılayarak, diğer toplumsal kesimleri de şovenizmin peşine takarak iktidarını sürdürmek istiyor. Böyle yapmadığı an toplumun kendisine karşı harekete geçeceğinden korkuyor. Korkularında da haklı. Bu iktidar toplumdan kopmuş ve toplumun öfkesini patlayacak bir cephane gibi artırıyor. Öyle şeyler yapıyor ki, normal düşünen bir insan bu iktidar kendi aleyhine mi çalışıyor diye sorabilir. Kendi aleyhine çalışmıyor; iktidarını ancak böyle ayakta tutabileceklerini düşünüyorlar.
Aslında demokrasi güçleri ittifak yapsa, bu iktidarın üzerine yürüse, ancak bazı silahlı güçler savunursa ayakta kalabilir. Demokratik yöntemlerin dışına çıkmadığı an ise iktidarını bırakmak zorunda kalır. Ancak birçok yazar, çizer, siyasetçi bu iktidarın demokratik yöntemlerle iktidarı bırakmayacağını söylüyor. Hatta silahlı grupların bu iktidarın yanında yer almak için örgütlendirildiği iddia ediliyor. Türkiye’deki siyaset için ilk defa bunlar söyleniyor. Önceleri askeri darbe olduğunda bile uzun süre kalamazlar; yeni bir iktidar için seçim yapmak zorunda kalırlar, denirdi. Gerçekten de böyle olurdu. Darbeciler silahlı ordu gücünün desteğini alsalar bile bir seçimle iktidarı bırakırlardı. Şimdi mevcut iktidar eski darbecilerden daha fazla iktidar gaspçısı olarak değerlendiriliyor.
Bu iktidar diğer yandan bu baskıları normalleştirip kanıksanır hale getirerek toplumun tepkisiz kalmasını sağlamaya çalışıyor. Siyasetçiler ve toplumun direnen dinamik demokratik kesimleri buna izin vermemeliler. Ne olursa olsun bu iktidarın baskılarına karşı her imkanı ve fırsatı kullanarak demokratik direnişi süreklileştirmelidirler. Eğer direniş ve tepki süreklileştirilirse toplum da mutlaka tepkisini daha yaygın olarak dışa vuracaktır. Önüne silahlı çeteler çıkarılsa da süpürüp atacaktır.
Tarihte baskıyla, zorla, silahla iktidarda kalmak isteyen güçlerin ne hallere düştüğü bilinir. İnsanlık dışı suçlar işleyen ve uluslararası mahkemelerde yargılanması gündemde olan Tayyip Erdoğan’ın dostu Ömer Beşir’in de sonunu gördük. Ömer Beşir’i yıkan ve halk desteğini de alan yönetim sonunda halk desteğiyle iç barışı da sağladı.
Türkiye’deki iktidarın baskı ve zulüm düzeni de sonunda ters tepecektir. Bu iktidar halkın öfkesini karşısında bulabilir. Gidişat bunu gösteriyor. Belki sonrasında Sudan’da olduğu gibi yeni yönetim güçleri Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle bir uzlaşma ve barış içerisine girer; böylece Türkiye de özlediği kalıcı barışına kavuşur. Zaten Türkiye’nin bundan başka çıkar yolu da şansı da yoktur. Şu anda uygulanan siyaset, çıkmazdır. En fazla da tüm Türkiye halklarını tehlikelerle karşı karşıya bırakacak akıl dışı, toplum dışı, tarih dışı ve bu coğrafyanın toplumsal ve kültürel dokusuna ters bir iktidardır. Bu coğrafyanın tarihine, toplumsal ve kültürel yaşamına uygun bir demokratik yönetim gerçeği ve demokratik Türkiye mutlaka gerçekleşecektir. Çünkü mevcut iktidar tarih ve toplum gerçeği karşısında geçici, arızi bir vakadır.