Aycan Diril
Sahi tarihi nereden başlatalım? Mesela kadın tarihini… Kadınların mücadele tarihi gerçekten de 19. yüzyılda mı başlıyor? Binlerce yıllık insanlık tarihi sürüyorken kadınlar bu sistemler oluşuna kadar hiç müdahale etmedi mi, klan toplulukları değişip dönüşürken, iktidar kendi sistemini yaratırken kadınlar buna karşı pasif ve edilgen mi kaldı?
Peki mesela felsefe tarihini nereden başlatalım? Felsefe Antik Yunan’dan başlar derler. Bir düşünme pratiği ve yöntemi olarak felsefe gerçekten de Antik Yunan’dan mı başladı, evrenin ilk varoluşundan bu yana insanlar hiç mi “Ben neyim, kimim, nasıl var oldum, neye var demeliyim?” diye sormadı. Sadece ihtiyaçları karşılamaya dönüktü de, merak ve bilgiden yoksunlar mıydı gerçekten?
Bir düşünelim, kapitalizm ne zaman başladı? Bir sömürü biçimi olarak, sınıf farklılıkları üzerine kurulu, bir avuç çok uluslu şirketin halk üzerindeki tahakkümü diyelim kabaca. Gerçekten ilk fabrikanın kurulması, ilk sermayenin oluşmasıyla mı başladı? Peki bu 5 bin yıllık tarih boyunca kadınların sömürülmesini nereye koyacağız? Ya da devletli uygarlık sistemlerinin köleleştirdiği varlıkları… Bu da bir sınıfın diğer bir sınıf üzerinde baskı ve sömürü biçimi değil midir gerçekten?
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak ortak bir yan var hepsinde. Oluş içinde, tüm bu sistemsel ve toplumsal değişimleri önce bir kavram yaratıp, sonra o kavramı sorunsallaştırıp sonra da onu tarihin ilk günü olarak anlama eğilimi… Tarihin böyle düz çizgisel bir yönü olmadığı gibi, belli coğrafyaların belli insanlarına ait olmadığını da anlamak gerekiyor diye düşünüyoruz. Bugün yaşanan her toplumsal kriz, her oluş için tarihi evrenin ilk varoluşuna kadar götürüp oradan başlatmak, geçirdiği aşamaları özgürlükçü bir perspektifle yorumlamak, tüm etkileyenler ve etkilenenleri neden-sonuç ilişkisine takılıp kalmadan etkileşimler ağı olarak değerlendirmek iyi olabilir. Bu ağı anlamak, yorumlamak, öyle güçlü bir rota çiziyor ki o zaman tarihin çizgisel değil döngüsel yönüne bakabiliyoruz. Mesela ataerki tarihinde 5 bin yıl öncesine gidip araştırma-inceleme yapıyorken, tam da günümüzde halen klan topluluklarının, anasoylu toplumsallığın yaşandığı Çin, Avustralya, Amerika yerlilerine takılıyor gözümüz. Tarih günümüzde saklıdır diyoruz. Bu döngüselliğin çeperini inceliyor, meselenin yalnızca bir günde değişen olgular silsilesi olmadığını fark ediyoruz. Farklı coğrafyalarda, farklı toplumlarda, farklı zamanlarda nasıl da kendine özgü değişimler, sömürü biçimleri, buna karşılık da mücadeleler yaşandığına şahit oluyoruz. Bu da bizi tarihte batı merkezli bir mekân ve zamandan fazlasını görmeye, anlamaya itiyor.
Ne kadın tarihi insanlık tarihiyle sınırlı, ne de mücadele tarihi son iki yüz yılla… Evrenin ilk oluşumundan bugüne sistemleri ve toplumsallığı birlikte üreten, oluşturan cinsiyetler, varlıklar ve tüm etkileşimler ağı içindeki oluşlar, elbette o toplumsallığı korumak, değerlerine sahip çıkmak için çokça da mücadele etti… Merak etti, soru sordu, anlamak istedi. Düşünce pratikleri ilk oluştan bu yana vardı, Antik Yunan’da beyaz, vatandaş erkeğe ait bir pratik değildi felsefe…
Mitoloji şehvetli kadın tanrıçaların masum ve “istikrar yanlısı tanrıları” baştan çıkarması değildi, bir kültürü, bir değeri inşa etmiş ve korumak istiyordu anlatılar.
Dinler, inanç sistemleri tarihin sayı doğrusu gibi gösterilen çizgisine orta yerinden gelmiş bir vahiy değildi yalnızca…Birçok hikâyenin, değerin, anlayışın bir biçimde var etmesiydi kendisini…
Ve bilim… Laboratuvarda edinilmiş ilk sonuç değildi, bilgi yapılanmaları sistemin tekeliyle ilişkili neden-sonuca dayalı, olgusal, öznenin deneyinden çıkmış bir nesne değildi mesela. Hele sosyal bilimler, bugünün çürümüş anlayışından çok daha geniş bir tarihten, bilme biçimlerinden alıyordu geçmişini.
Şimdi geçmiş diyelim, ama geçmemiştir muhtemelen. Geçmiş-şimdi-gelecek de bir sıralı üçlü değil, her an’da varlık bulan oluşlar bütünü. Tarihi anlamak için tüm zamanları yorumlamak, keşfetmek önemli evet, ama yalnızca keşif değil, geçmişte bir inşayı da oluşturmak, geleceğe bir değeri de üretmek ve kurmak bakımından çok önemli. O nedenle tarihe nasıl baktığımız, onu nereden başlattığımız aynı zamanda iktidar anlayışının da neresinde olduğumuzu gösteriyor. Bunu bilerek düşünce yöntemlerine, sistemlere ve mücadele tarihine yaklaşmak daha önemli belki de.