İdlib, Suriye iç savaşının gelip kilitlendiği bir nokta olarak karşımızda. Suriye, Rusya, İran ve Türkiye kendi siyasi çıkarlarını bu bölge üzerinden zorluyor. Tahran’da yapılan görüşmenin beklenilen sonuçları vermemesi üzerine, Rusya ile Türkiye bugün bir kez daha görüşecek. Ancak daha hızlı bir çözümden yana olan Rusya’nın masada zorlayıcı taraf olacağı da açık.
Pazartesi Söyleşileri’nin bu haftaki konuğu İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden ihraç edilen Barış Akademisyeni Erhan Keleşoğlu. Keleşoğlu’yla İdlib krizini ve bu krizin olası sonuçlarını konuştuk.
İdlib nasıl böylesine kilit bir bölge haline geldi?
Astana Görüşmeleri’nden sonra Suriye’nin çeşitli noktalarında çatışmasızlık bölgeleri oluşturulmuştu. İdlib bu çatışmasızlık bölgelerinin sonuncusu. Daha önceki çatışmasızlık bölgeleri kademeli olarak rejim ve müttefikleri tarafından ele geçirildi. Bu ele geçirme sırasında, kimi yerlerde doğrudan süpürme operasyonları yapıldı, kimi yerlerde muhaliflerle anlaşma yoluna gidildi. Bu anlaşma yapılan muhaliflerin önemlisi bir kısmı İdlib, Fırat Kalkanı ve Afrin bölgesine yollandı. Yani silahlı militanlar ve aileleri, rejimle anlaşarak otobüslerle bu bölgelere taşındı. Suriye Savaşı’nda gelinen noktada İdlip bu çatışmasızlık bölgelerinin sonuncusu olarak kaldı ve bir kriz merkezi haline geldi.
Astana Görüşmeleri’nde bu çatışmasızlık bölgeleri planlanırken, herkes sahadaki durumunu iyileştirmek için bu plana dahil oldu ve herkes bunun da farkındaydı. Türkiye, Astana sayesinde Kuzey Suriye’deki Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarını gerçekleştirebildi. Bunun karşılığında da, Suriye ve müttefikleri çatışmasızlık bölgelerinde birer birer harekete geçtiler ve oraları düşürdüler. Karşılıklı bir oyun oynandı esasında. Herkes ne olduğunun, ne bittiğinin farkındaydı. Suriye rejimi ve müttefikleri kademeli olarak bu bölgelere saldırabileceklerini düşünüyorlardı. Çünkü sahadaki askeri güç, topyekun bir saldırı için yetersiz kalıyor. Rejimin, Suriye topraklarının tümünü kontrol etmesi için elinde yeterli askeri gücü yok. Zaten bu sebeple, önce İran ve Hizbullah, sonrasında ise Rusya devreye girdi. Ötesinde Suriye’nin tam ortasında geçen Fırat Nehri’nin doğusunda ve batısında bir ayrım ortaya çıkmış durumda. Fırat’ın doğusunda ABD nüfuzundan söz edilebilir. Batısında ise bir Rus nüfuzu olduğunu söyleyebiliriz. Bu Rus nüfuz bölgesinde Türkiye özellikle Fırat Kalkanı ve Afrin bölgelerinde harekat yapabilmek için Rusya’nın onayına muhtaçtı. Çünkü buralarda bir Kürt kurumsallaşmasının kendi bekasına bir tehdit olduğu düşüncesindeydi. Hem iç politikada, hem dış politikada bunun karşılığı vardı. Bu nedenle Astana Süreci’ne gidildi. Yani Türkiye, hem de Rusya ve Suriye rejimi istediklerini elde etti.
Özellikle Halep’in düşmesinden sonra süreç hızlandı. Halep’in düşmesi, muhalifler açısından, savaşın son aşamaya geldiğinin bir işaretiydi. Rejimin düşmeyeceğinin ve kalıcı olacağının bir kanıtı oldu Halep’in rejimin eline geçmesi. Sonrasındaki süreçte ise çatışmasızlık bölgeleri rejim tarafından teker teker ele geçirildi. Son gelinen noktada İdlib ve çevresi, çeşitli bölgelerden silahlı unsurların toplandığı bir yer haline geldi.
İdlib’de siyasi ve askeri güç olarak kimler var?
Suriye’de isyanın başlamasından itibaren İdlib ve çevresinde muhaliflerin ağırlığı söz konusuydu. İdlib 2015 yılı başlarında, Fetih Ordusu isimli bir İslami örgütler koalisyonu tarafından ele geçirildi. Doğu Guta’nın boşaltılması ve Halep’in düşmesinden sonra buradaki silahlı unsurlar ve nüfusun bir kısmı İdlib’e göç etti. Dolayısıyla çok sayıda insanın barındığı ve buraya yönelik bir saldırının sonucunda yüzbinlerce insanın göç etmek zorunda olacağı bir bölge şu an. İdlib’de kimler var? İlk önce Heyet Tahrir Şam’ı görüyoruz. Bu grup, önceden Nusra adıyla biliniyordu. El-Kaide’nin Suriye kolunu oluşturuyor. Başında El Culani var. Culani Suriyeli bir selefi cihatçı. Heyet Tahrir Şam, selefi cihatçılığın, özellikle IŞİD’in gerilemesinin ardından Suriye sahasındaki en önemli grubu durumunda şu an. Bu örgüte bağlı binlerce militan var. Bunun yanında bu örgütle ittifak halinde hareket eden Türkistan İslam grubu gibi yabancı cihatçıların oluşturduğu gruplar da var. Bunların karşısında ise ezici çoğunluğu Suriyeli gruplardan oluşan bir cepheden bahsetmek mümkün. Bu cephe gevşek bir cephe. Türkiye bu cepheyi sağlamlaştırmak için çok çabalıyor. Ulusal Kurtuluş Cephesi adıyla bu bahar sonundan itibaren örgütlenmeye başlayan bu cephede ılımlı İslamcılardan, selefi cihatçılara kadar uzanan çeşitlilikte gruplar mevcut. ÖSO da bu cepheye dahil olmaya çalışıyor. Özetle, İdlib, bu iki odak tarafından kontrol ediliyor.
Bu iki grup arasında çatışma durumu var mı?
Bu iki odak arasında bir ateşkes durumu var. Zaman zaman, özellikle Fırat Kalkanı’nda ve Zeytin Dalı’nda Türkiye ile birlikte hareket eden grupların, HTŞ ile çatışmaları söz konusu oldu. Hala birbirlerine diş bilediklerini söyleyebiliriz. Türkiye’nin, etkisi altına aldığı grupları HTŞ’ye karşı kışkırttığı, onlara karşı tavır almaya teşvik ettiği biliniyor. Bunlar eliyle HTŞ’nin tasfiye edilmesi Türkiye’nin bir numaralı hedefi. Diplomatik anlamda da bunu hayata geçirmeye çalışıyor. Çünkü HTŞ, özellikle Lazkiye bölgesinden, Rusların elindeki hava üslerine füze saldırıları düzenliyor. Ruslar da buna karşılık saldırılarda bulunuyorlar. Putin’in, Tahran zirvesindeki çıkışı birazcık da buna işaret eden bir çıkıştı. Türkiye, İdlib bölgesindeki on iki gözlem noktasına rağmen bu tür saldırıları önleme kapasitesine sahip değil. Kendi denetimine girecek, kendi kontrol edebileceği unsurlar aracılığıyla HTŞ’yi ikna etmeye, ikna olmazlarsa tasfiye etmeye çalışacak gibi gözüküyor. Rusya’nın ve rejimin Türkiye’den beklentisi de bu. Bu başarılamazsa, Suriye Ordusu, müttefikleri ile birlikte kısmi operasyonlara girişebilir. Bu da Türkiye’nin askeri varlığı bölgedeyken çatışma riskini arttırır. Yani sonuçta askerler karşı karşıya gelecekler. Uluslararası açıdan ciddi bir risk oluşturuyor. Bu nedenle taraflar birbirlerine zaman vermiş görünüyorlar.
Batı için İdlib’i bu kadar önemli kılan ne?
İdlib’in uluslararası alanda bu kadar konuşulmasının sebebi, askeri harekat gerçekleşirse, yeni bir göç krizinin ortaya çıkacak olması. Türkiye zaten iç politikada Suriyeli göçmenler yüzünden yeterince zorda. Yeni bir göçmen dalgasını kaldırabilecek bir durumda değil. Dolayısıyla yeni gelecek mültecilerin Avrupa’ya yönelmesi olası. Bu yüzdenden Avrupalı devletlerin devreye girerek, örneğin geçtiğimiz günlerde Alman Dışişleri Bakanı ile Lavrov’un bir görüşmesi oldu. Rusya’yı kapsamlı bir askeri operasyondan caydırma, diplomatik ve siyasi yolların sonuna kadar denenmesi yönünde iknaya çabalama söz konusu. Avrupalılar da ürküyorlar yeni bir göç krizinden. İdlib’in uluslararası alanda hem Türkiye hem de Avrupalılar açısından en önemli yaratacağı sonuç bir göçmen krizi. Bu sebeplerden ötürü taraflar birbirlerine bir zaman tanıdılar. Rusya’nın çok sabırlı olmayacağını söylememiz gerekiyor. Çünkü Rusya’nın elindeki kaynaklar sınırlı. 2015 sonbaharından itibaren Rusya Suriye’de operasyon yürütüyor ve Rusya’nın iktisadi kaynakları bu denli yoğun bir askeri operasyonu karşılamaya yetmiyor. Savunma bütçesi kısıtlı. Her ne kadar küresel bir güç olsa da, bir an önce Suriye’den çekilmeyi ve oradaki askeri operasyonları bitirmeyi istiyor. Bunu yaparken de, özellikle kendi coğrafyasından, Orta Asya’dan ve Kafkaslardan Suriye’ye gitmiş olan cihatçıları topraklarına dönmeden mutlaka ama mutlaka tasfiye etmeyi amaçlıyor. Kendi iç kamuoyuna da bunu anlatıyor. Dolayısıyla bu hedefi gerçekleştirmek için elinde olan siyasi, diplomatik ve askeri bütün imkanları kullanıyor. Türkiye’den de istediği aslında bu. Türkiye de buna karşılık kendi istediklerini almaya çalışıyor. Kuzey Suriye’de bir ayağının olması, savaşın bitiminde Suriye’ye ilişkin kurulacak masada önemli bir pozisyonu olması Türkiye’nin kısa vadeli hedefi. Bugün Türkiye ile Rusya arasında gerçekleşecek zirvede de konuşulacak olan bunlardır.
Kürt Hareketi’nin İdlib’e olası bir operasyona katılma teklifi oldu. Kürt Hareketi’ni nasıl değerlendirmek gerekir bu süreçte?
Kürt Hareketi esas itibarıyla bu küresel güçler arasındaki nüfuz mücadelesinden yararlandı. Fırat’ın doğusu ile batısının ABD ile Rusya arasında bir sınır olması Kürt Hareketi’nin işini kolaylaştırdı. Ancak ABD’nin Suriye’ye ilişkin politikası belirsiz. Yani IŞİD’in tamamen tasfiyesinden sonra ABD ne yapacak, bunun bir netliği söz konusu değil. Bu da Kürt Hareketi’ni Suriye rejimiyle bir müzakere içerisinde olmaya itiyor. Tüm yumurtaları aynı sepete koymak istemiyor Kürtler. ABD’nin kendi siyasetine dönmesi durumunda Suriye rejimiyle ortaklaşabileceklerinin işaretini veriyorlar. Suriye’nin geleceğine dair bir pazarlık süreci var. Ancak bu açık bir müzakereye dönüşmüş değil. Müzakerenin önünü açacak görüşmeler var diyelim. Bu teklif de, tarafların birbirlerine olan güvenini artırıcı bir adım olarak değerlendirilebilir.