Bu gazetede yazı yazmak zor. ‘Üslup’ diye bir şey var çünkü. Tamam, iyi bir şey, itiraz ettiğimden değil; benim gibilerin ‘yontulmasında’ büyük etkisi oluyor ama delilik zamanlarında da tam bir prangaya dönüşüyor. Şöyle bir huzur içinde ağzını açıp içindeki her şeyi boşaltamıyor insan. Kürtlere ayrıyeten ‘Sözcü’ kıvamında bir gazete lazım diye kaç kere söyledim ama lafımı dinletemedim. Öyle olsa, sal gönlünün zincirini, aç ağzını yum gözünü. Olmuyor ki böyle. Geçen bir defa toplantıda mı ne ‘geri zekâlı’ demişim, arkadaşın birinin kenardan dinleyen küçük çocuğu bile ‘Ender Hoca niye öyle dedi ki’ diye eleştiri yapmış, o kadar yani!
İyi de bu karantina günlerinde kafayı sıyırınca ne yapacağız biz? Sokak iyiymiş meğer yahu, deli danalar gibi dağ bayır gezmeler iyiymiş, çamur sıçratan şoföre giydirip geç gelen otobüse çemkirmek insanın elektriğini alıyormuş. Otobüste vapurda okunup bitirilen romanlar, öykü kitapları insanın içini arıtıyormuş meğer ve o hengâme içinde saçmalıkları okumaya da zaman kalmıyormuş. Şimdi öyle mi? Sen okumak istemesen de artık iyice ‘filler mezarlığı’na dönüşen Facebook ahalisinden biri gönderiyor mutlaka: Bak bak şunu okudun mu? Açıp bakıyorsun. Of Allah’ım of! Ne teoriler, ne kurgular! Koronavirüsün yayıldığı bölgelerde havada bazı ışıklı bazı cisimlerinin görüldüğü iddialarından tut, Trump ve Yahudilerin aslında yaşanabilir yeni bir gezegen buldukları ve kimseciklere söylemediklerine kadar ne ararsan var. Eskiden, gençliğimizde Erich Von Daniken vardı, eğlenceli adamdı. Tanrıların aslında uzaylı olduklarını ve bütün kitapları filan onların yazdıklarını kanıtlamak için bin dereden su getirirdi, bir ara kaptırmıştık kendimizi de zor kurtulduk sonradan. Şimdikiler ondan berbat ve ondan daha çapsız. Tam olarak ifade etmek gerekirse: Uydur uydur ipe diz! Üstelik ne acıdır, geçmişte evlerde, derneklerde saatlerce Marksist eğitim almış, tuğla gibi kitapları yalayıp yutmuş insanlar bütün bu abuk sabuk şeyleri paylaşıyorlar, solcu olduğunu iddia eden TV kanalları, ne kadar soytarı varsa kameraların karşısına oturtuyor. Hasan Mezarcı beceremedi ama tam peygamberlik mehdilik zamanı!
Asıl ‘gelecek teorisyenleri’ mühim ama ve asıl onlar sinir bozucu. Hikmet yumurtlamakta üstlerine yok! 90’ların başında solculara “İnternet diye bir icat var olum, artık her bi’şeyleri robotlar yapçek” diye ayar verenler pek boldu ya, şimdikiler onların alt versiyonu gibi. Hiçbir yazılarının, hiçbir konuşmalarının yarısından fazlasına tahammül edilemiyor. Salgın sonrasında her şeyin değişeceği cümlesiyle başlayıp hızla ‘homofis’lere, online iş ve hayat biçimlerine geçiş yapıyorlar. Oturdukları ev ve ofislerin, adına ‘inşaat işçisi’ denilen insan evlatları tarafından ‘yapılmış’ mekânlar olduğunu unutan, o mekânların internet kablolarının da işçiler tarafından döşendiğini bilmezlikten gelen bir sürü adam ve kadın, üstlerinde Bangladeş’teki çocuk kölelerin ürettiği tişörtlerle oturup ‘artık o eski günler geride kalacak, her şey dijital olacak’ zevzeklikleri yapıyorlar. Tuğlaların arasına şokella sürülmediğini, patateslerin soğanların tarladan ışınlanarak sofralarına gelmediğini, kapıya bıraktıkları çöplerin robotlar tarafından toplanmadığını bal gibi biliyorlar aslında ama adı üstünde onlar ‘gelecek teorisyeni’, bugünkü sefil gerçeklerle neden ilgilensinler ki?
Yakınım olan tekstil atölyesi sahibi bir insan var. Bir süredir salgından ötürü üretime ara vermişlerdi. Çoğu Afgan olan çocukların her gün arayıp ‘Abla gelelim çalışalım’ diye yalvardığını anlatıyordu dün. Sanırım başlayacaklar ya da başladılar. Daha ne kadar dayanabilirler ki?
Resmi kurumlara göre (yüzde 90’ı Kürt olan) 500-600 bin mevsimlik tarım işçisi var bu memlekette biliyor musunuz? Aileleriyle birlikte milyonlardan söz ediyoruz aslında. İşte nisan bitti, mayıs kapıda! Sen dijital ben dijital, kim toplayacak bu domatesleri biberleri fındıkları? Toplanmazsa kablo mu yiyeceksiniz, wifi dalgalarıyla mı besleneceksiniz? Bu insanlar kamyonlara otobüslere doluşup gelmezlerse aç kalacaklar, gelirlerse de salgın günlerinde her şey daha da berbat olacak. Gelecekler ama. Gelecekler, getirilecekler, çünkü bunun başka yolu yok; çünkü Çukurova’da uzaktan erişimle pamuk toplanamıyor henüz ve Adapazarı’ndaki fındıklar için de bir yazılım üretilmedi; yine o ‘lanet olası’ Kürtlere ihtiyaç var.
İnşaat sektöründe 2 milyondan fazla insan çalışıyor. Hâlâ da çalışıyor. Korona morona vız gelip tırıs gidiyor inşaat patronlarına. Yeni, yepyeni, çok fena yeni üretim sisteminde rezidanslar 3D yazıcılarda mı yapılacak sanıyorsunuz? Aklınız nereye gitti sizin? İşçi kanıyla harcı karılmadan bina yapılır mı hiç?
Bunlar büyük işler. Daha küçükleri de var. Türkiye’de kuru parayla açılmış kaç dükkân, kafe, lokanta vardır acaba bilen var mı? Kaç dükkân, kaç kafe, vs. ne kadar dayanabilir borçların baskısına? Kaç kişinin kredi borcu ne kadardır? Ertelemeler nereye kadar kurtarır bu insanları?
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, öyle mi?
Neden?
Yanıt (ve kanıt) şu: İnsanlar (biz sefiller değil tabii, iş ve mülk sahipleri) ‘artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını’ anlayacaklar.
İyi ama kapitalizmin bir akla sahip olduğunu kim söyledi size? Nereden duydunuz bunu? Pijama terlikle salonda otururken ne ara vahiy indi de keşfettiniz bu aklı?
Yok öyle bir şey. Yok ve hiç olmadı zaten. “Ama efendim şunu şunu değiştirmezlerse dünya mahvolacak ve onlar da mahvolacak” lafının da bir anlamı yok. O sizin aldığınız rasyonel eğitimin yarattığı bir mantık silsilesi. Oysa kapitalizm, irrasyonel bir düzendir ve sizin klavyenizden fışkırttığınız ‘akıllı ol’ ayetlerine uymak zorunda değildir. Dünyanın mahvolması, (‘insanlık mutlaka sosyalizme varacaktır’ diye hikmet yumurtlayan düz deterministler için de üzgünüm) bir olasılıktır ve biz, yani bütün dünyanın ezilenleri, bir kez daha ve bu kez daha doğru temeller üzerinden ayağa kalkmazsak, ciddi bir olasılıktır. Hatta bir adım daha ötesi, (biliyorum buraya sığmaz ama tek bir cümleyle de olsa değip geçmezsek olmaz) biz, sadece mülkiyet biçimini değiştirirken bugünkü mekanizmayı taklit ederek, aynı üretim, tüketim, kentleşme, gıda, konut, enerji, vb. işleyişini sürdürürsek, dünyanın her yanına kaç tane kızıl bayrak dikersek dikelim, varacağımız yer yine o çukurdan ibarettir.
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak mı? Olmasın.
Ama yeni olsun gerçekten. Gerçekten yeni. Öleceksek de onun için ölelim, onca badireyi atlattıktan sonra üç kuruşluk bir virüs almasın canımızı. Ayıptır yani.