Quentin Tarantino’nun 4 yıl aradan sonra beyaz perdeye döndüğü Bir Zamanlar… Hollywood filmi, bir aktörün kaybediş öyküsünün yanı sıra Hollywood’un en korkunç cinayetlerinden birine de kendi yorumuyla yer veriyor
Suzan Demir
Quentin Tarantino’nun geçtiğimiz mayıs ayında Cannes’da prömiyerini yapan Bir Zamanlar… Hollywood filmi (Once Upon A Time… in Hollywood) ABD’den sonra Türkiye’de de gösterime girdi. En son 2015’te The Hateful Eight filmi ile izleyici karşısına çıkan Tarantino belki de sinemasının en kansız hikâyesi ile karşımızda. Aslında hikâyeye çıkış noktasını veren şey Hollywood tarihinin en kanlı cinayeti. Roman Polanski’nin eşi Sharon Tate’in Amerikalı seri katil Charles Manson’ın tarikatından üç kişi tarafından vahşice katledilmesine dayanıyor. Ama hikâye her ne kadar yaşanmış bir olaydan yola çıksa da Tarantino’nun kendi yorumuyla beyaz perdeye yansıyor.
Hikaye içinde hikaye
Quentin Tarantino, Bir Zamanlar… Hollywood filminde aslında çok da bilinmedik bir şey anlatmıyor. Kariyerinin sonuna doğru yaklaşan Rick Dalton (Leonardo DiCaprio) ve onun hem dublörlüğünü hem de bir nevi ayakçılığını üstlenen Cliff Booth’un (Brad Pitt) etrafından oluşturduğu bir senaryo üzerinden ilerliyor yönetmen. Bu da benzerlerini izlediğimiz dibe doğru bocalayan bir aktör hikâyesi. Ama Tarantino sadece böyle bir malzeme ile yetinmiyor. Dönemin tüm atmosferini filme yansıtıyor. 1969 yılında devam eden ve ara ara radyoya yansıyan Vietnam Savaşı; Western film ve dizilerin altın çağını yaşadığı bir dönem, hippiler, Hollywood sinema sektörü, partileri ve dahası. O yüzden filmin birçok yerde olaya değil Hollywood’un ‘Bir Zamanlar’ına’ bakan koca bir izlek olduğunu söylemek mümkün. Ne tamamen odakta Rick Dalton var ne de yan hikâyeler omurgayı ele geçiriyor. Yönetmen hepsinin üzerinden bir şekilde parçalaya parçalaya ama bir araya da getirerek kamerasıyla geçip gidiyor.
Polanskilerin yan komşusu
Roman Polanski ve eşi Sharon Tate de yönetmenin yanından geçtiği, kıyısında dolandığı ama tamamen içine girmediği, hatta sonunda ise tamamen tarihi kendine göre şekillendirdiği bir bölümde karşısına çıkıyor seyircinin. Onların hikâye dâhil oluşu başlarda diyalogsuz olarak ilerliyor. Polanskileri Rick Dalton’ın komşusu olarak izliyor seyirci bir süre. Hatta Roman Polanski sadece sahne sahne neredeyse diyalog olmadan arzı endam ediyor filme. Sharon Tate ise rol aldığı filmi bir sinemada izlediği, arkadaşlarıyla dans ettiği partiler dışında büyük bir yere sahip değil ama bu parçalar filmin ana gövdesine bağlı tamamen bir yan unsur değil. Öte yandan sadece uzaktan izlenen bir bölüm gibi hatta bir parti esnasında ünlü sinema oyuncusu Steve McQueen de onları uzaktan göstererek bir arkadaşına anlatıyor. Yani Tarantino o hikâyeyi belli bir mesafeden izliyor ama asıl meseleden de uzak tutmuyor.
Bruce Lee eleştirisi
Bir Zamanlar… Hollywood, anlatım tarzı olarak daha komediye yakın bir yerde duruyor. Her ne kadar dramatik yapısını korusa da ‘kaybeden’ iki karakter üzerinden şekillenen film büyük oranda eğlenceli. Tarantino bunu yaparken tam da o dönem sinemasına yakın şeyler deniyor. Bazen bir western bir film içerisindeyken ‘motor’ sesiyle diğer gerçekliğine dönüyor, bazense araya bir anlatıcı sokuyor. Öte yandan filmde sık sık geriye dönüşlerle hikâyenin eksik yerleri tamamlanıyor. Ama bu geriye dönüşler ve araya girişler hep absürt bir şekilde yaşanıyor. Filmde dönemin birçok ünlü siması, olayı da akıp gidiyor. Bunlardan biri de Bruce Lee. Lee’nin filmde fazlasıyla karikatürize edilmesi üzerine kızı Shannon Lee babasının ‘ırkçı’ bir şekilde gösterildiğini dile getirdi. Lee’nin ardından eski NBA yıldızı ve Bruce Lee’nin yakın arkadaşı Kareem AbdulJabbar’dan da filmin özensiz ve ırkçı olduğuna dair eleştiriler geldi. Ki Lee’nin sahnesi düşünüldüğünde eleştirilere hak vermemek mümkün değil.
Kendi sularına dönüyor
Belki benzer bir eleştiri Polanski’lerin hikâyesinde de minik bir noktaya yapılabilir. Sharon Tate, hamile bir şekilde Charles Manson’ın deyim yerindeyse müritleri tarafından 2 arkadaşıyla birlikte katledildi. Tarantino, Manson’a filmde çok ufak bir sahnede yer veriyor. Ama daha çok onun tarikatına geniş alan bırakıyor. Tabii oraya da uzaktan bakıyor, sadece bir sahnede Cliff onlara çok fazla yaklaşıyor ama ‘gerilim’ absürt bir müdahale ile son buluyor. Filmin sonunda Tate’i bekleyen malum sona gelirken burada Tarantino’nun kendi fantezisi devreye giriyor. Hippi görünümlü tarikat üyelerinden biri western film karakterini kastederek ‘bize öldürmeyi öğretenleri öldürelim’ diyor. Hikâye onlar açısından pek iç açıcı bir şekilde bitmese de Tarantino’nun bu insanları ufaktan sempatik mi bulduğunu anlamak zor. Zira üzerine şarkılar yazılan birçok filme konu olan Manson’ın seveni bol.
Sonuç olarak film her ne kadar Tarantino sinemasına göre şiddet dozu az görünse de bilindik tarzını filmin sonuna saklıyor yönetmen. Final sahnesiyle kendi sularına dönüyor.